Bugün, İstiklal Marşımızın kabulünün 96. yıldönümüdür.
Bu vesileyle hemen her sene olduğu gibi bu yazımızı da, bir anlamda Türk Milleti’nin Milli Yemini olan İstiklal Marşımızın şairi olan Mehmet Akif Ersoy’a ayırdık.
…
“İttihat ve Terakki Fırkası” ve “Teşkilat-i Mahsusa” üyesi olduğu için Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy hakkında karalayıcı kampanya yürütenlerin olduğu söyleniyor sosyal medyada.
Doğru mudur bilmem.
Eğer doğruysa; “İttihat Terakki Fırkası” ve “Teşkilat-ı Mahsusa”, birer ihanet şebekesi veya muzır örgütler midir ki; Mehmet Akif merhum, bu örgütlere üye olduğu için hakaretlere ve iğrenç saldırılara muhatap kılınsın!
Unutmayalım ki; İtalyan işgaline karşı Trablusgarp ve Bingazi’de hem kelle koltukta savaşanlar, hem de oradaki yerel halkı örgütleyenler, Edirne’yi Bulgarlardan geri alanlar, Batı Trakya Türk Devleti’nin kuranlar, hani şu geçtiğimiz yıl gündeme getirilen “Kut’ül Amare Zaferi” ile “Çanakkale Zaferi”ni kazananlar da “İttihat ve Terakki Fırkası” ile bu fırkanın önde gelen ismi Enver Paşa’nın kurmuş olduğu “Teşkilat-ı Mahsusa” mensuplarıdır.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk başkanı olan Süleyman Askeri Bey, Irak’ta yönetmiş olduğu ordu bir muharebede (Şuaybe Muharebesi) başarısız olduğu için kafasına kurşun sıkarak intihar edecek kadar şerefli ve milliyetçi bir adamdır.
Onun yerine yine Enver Paşa tarafından Irak’taki ordunun başına getirilen amcası ve yaşıtı Halil Kut’un kumanda ettiği ordu kazanmıştır Kut’ul Amare Zaferi’ni.
O muzaffer ordu esir almıştır İngiliz ordu kumandanını ve topyekun İngiliz ordusunu!
Teşkilat-ı Mahsusa üyeleri, Avrupa’dan tutun, ta Doğu Türkistan’a ve Arabistan Yarımadasının en uzak noktalarına, yani Yemen’e kadar hemen her coğrafyada faaliyette bulunmuşlar ve istihbari bilgiler toplamışlardır devletimiz için.
İşte bu çalışmalar kapsamında Merhum Akif de, bir Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak Almanya’ya ve Hicaz’a gönderilmiştir Enver Paşa tarafından.
Enver Paşa tarafından Eşref Kuşçubaşı’nın başkanlığında Hicaz’a gönderilen heyetin içine bilhassa dahil edilmiştir Mehmet Akif.
Akif’in heyete dahil edilmesinin sebebi, ayaklanma emareleri gösteren Hain Şerif Hüseyin ve oğullarının (Abdullah, Faysal ve Ali) ikna edilmesi için hem onun dini bilgisinden ve hitabet gücünden istifade etmek, hem de İslami söylemleri olan bir şair ve edip olarak, İslam’ın kutsal mekânlarını yöneten Arapların devlete olan sadakatlerini/sadakatsizliklerini yerine görüp, bundan sonraki değerlendirmelerini ve tenkitlerini ona göre yapmasını sağlamaktı.
Teşkilat-ı Mahsusa, bugünkü MİT’in çekirdeğini teşkil eden bir kurumdur.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası iktidarı tarafından dağıtıldıktan sonra bile bu teşkilatın üyeleri, gönüllü ve birbirleriyle irtibatlı olarak Milli Mücadele için çok faydalı çalışmalar icra etmişlerdir.
İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve insan kaçıran oluşumların hemen hepsi, mesela meşhur Karakol Teşkilatı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyelerinden oluşmakta idi.
Teşkilatın son başkanı Hüsamettin Ertürk, “İki Devrin Perde Arkası” isimli anılarında bunları açık açık anlatır ki; o da zaten Milli Mücadele başlar başlamaz Ankara’ya gelerek, Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa(Çakmak)’ya bağlı olarak kurulan istihbarat biriminin başına getirilmiştir.
Dolayısıyla; İttihat ve Terakki Fırkası ve Teşkilat-ı Mahsusa isimli iki örgüte üye olmak, zillet değil, tam aksine insana ancak şeref katar.
Mehmet Akif de bu şerefe nail olan ender şahsiyetlerden birisidir.
Eğer hain aranacaksa, onlar “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” üyeleri ile bu fırkaya hizmet eden derneklerde, mesela “Cemiyet-i Müderrisin(İslam Teali Cemiyeti)”, “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” ve “Kürt Teali Cemiyeti” azaları arasında aranmalıdır.
Bazıları da şöyle bir savunma getirirler bu konuda: Mehmet Akif İttihat ve Terakki Fırkasına üye olmuştur ama yemin ederken “Allah’ın emirlerine aykırı olmadığı sürece partinin ilkelerine uyacağıma…yemin ederim”
Geçin oları; Akif Merhum, İttihat ve Terakki Fırkası ile Teşkilat-ı Mahsusa’ye üye olmuştur; NOKT!
Bu sebeple, Mehmet Akif’e, sırf İttihat Terakki Fırkası ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu için düşman olanlar varsa, bilinsin ki; onlar sadece Akif’in değil, Türkün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de düşmanıdırlar.
Çünkü Akif, Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi mimarlarından birisidir.
Hatta onların en başında gelir.
Atatürk, bir konuşmasında Mehmet Akif tarafından yazılan İstiklal Marşı hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:
“…Bu marş bizim inkılabımızı anlatır. İnkılabımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklal marşında istiklal davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır: ‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet/Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal’. Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklâl aşkı bu milletin ruhudur. Tarihe bakın: Bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik devri geçirdikleri bir hakikattir. Fransa, İngiltere, Roma vilâyeti olmuşlardır. Almanya Hun eyaleti devresi geçirmiştir. Roma İmparatorluğu’nun üzerinde kurulduğu İtalya, Napolyon’a tabii olmuştur. İspanya; Arap, sonra Fransız idaresine girmiştir.
Dünya tarihinde fasılasız hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmiş bir millet vardır: TÜRK’ler. Batı tarihinin milli kahramanı Versengetoriks, kendisi talim ederek hemşehrilerini kurtarmıştır. Bizim ona tekabül eden kahramanımız hürriyetini kaybedeceğini anlayınca nefsini ateşe vermiş ve küllerini bile düşmanına teslim etmemiştir. İşte TÜRK budur. İstiklal marşının bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yar ve ağyar anlamalıdır ki Türkün, Mete hikayesinde olduğu gibi her şeyi, hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla… Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki, efendiler Türkün hürriyetine dokunulamaz!”.
Akif’e II. Abdülhamid’e muhalif olduğu İçin Kızıyorlar
Esasen Akif’e kızmalarının sebebi bambaşkadır.
Çünkü Akif ilerici bir adamdır; gericiliğe karşıdır.
Dinci değil, dindardır.
Şu mısraları ne de güzel anlatır onun bu durumunu.
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.
…
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü’r-Rüşd’ü?
İbn-i Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?
En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma’nâ çıkaran,
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,
İhtiyâcâtını kâbil mi telâfı?Aslâ.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı.
Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister;
Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?
Koca ilmiyyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh:
Zevk-ı fıkhîsi bütün, fıkri açık rûhu nezîh?
Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek;
Hani bir tane “usûl” âlimi, yâhu, bir tek?
…
Akif ayrıca II. Abdülhamid muhalifidir.
Onun gözünde II. Abdülhamid, “Yıldız’daki Baykuş”tur.
Korkağın, pısırığın birisidir.
Bakın neler diyor Akif Müstebit II. Abdülhamid hakkında:
“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer.
…
Çoktan beridir vardı benim bir derdim:
Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim.
O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mani’ ne?
Giderim ben, diyerek, vardım onun cami’ine.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid.
Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;
O silahşörler, o al fesli herifler sayısız.
Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:
Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!
Dedim ki: “Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?
Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek.
Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden;
Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.
Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;
Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın.
Değil mi korkudasın, var kabahatin mutlak
Birde baktım canavarlar pusudan çıkarak.
Koştular tekmeye kuvvet kimi dipçikle kimi
Serdiler her tarafından delinen pöstekimi.”
Abdülhamid’e eleştiriler getirdiği için Akif’e kızanlar, hızlarını alamayıp onun Allah’a isyan ettiğini de söylerler! Üstelik onlar, hâşa II. Abdülhamid’i ilahlaştırıp, Rızaf Tevfik Bölükbaşı ve Süleyman Nazif gibi kişilerin daha sonra Abdülhamid hakkında övücü şiirler yazarak bir anlamda tövbe etmelerine karşın, Akif’in yapmış olduğu çirkin hakaretlerden dolayı tövbe bile etmediğini de söylerler.(*)
O Rıza Tevfik Bölükbaşı ki; Osmanlı Devleti adına Sevr Anlaşması’nı imzaladığı için TBMM tarafından hain ilan edilip 150’likler listesine konulan ve sürgünde yaşayan bir adamdır.
Atatürk’ün ölümünden sonra 1939 yılında çıkarılan af yasası ile ancak dönebilmiştir Türkiye’ye.
Yani sırf Abdülhamid hakkındaki tavrı sebebiyle böyle bir adam bile, neredeyse Merhum Akif’ten üstün tutulabiliyor bu ülkede!
Üstelik camilerde hutbelerde bile onun şiirlerini okuyarak cemaati coşturan sözüm ona dindar kesimler tarafından!
Ruha şad olsun Mehmet Akif Merhumun.
_________________
(*) |
Yazıları posta kutunda oku