İfade Özgürlüğü, Demokrasi ve Türkiye

Demokratik bir toplumda düşünceyi açıklamak, açıklanan düşünceyi yaymak ve yayılan düşünceye ulaşmak ifade özgürlüğünün temelidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Evrensel İnsan Hakları Bildirisi (EİHB), Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (UMSHS) ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı (ABTHŞ) düşünce özgürlüğünü bu kapsamda düzenlemiştir.

 

1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, ifade özgürlüğünü, insanın sahip olduğu en değerli haklardan biri olarak tanımlamıştır. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13’ncü  maddesi  ifade özgürlüğünün kapsamını düzenlemiştir. Düzenleme,  AİHS’nin 10’ncu  maddesine göre daha geniş bir koruma sağlamaktadır. Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü kitlesel iletişim araçlarının bütününü kapsar. Bu anlamda  basın veya medya özgürlüğü  ile eş anlamlıdır ve özgürlük gerçek bir demokrasinin işleyişi için vazgeçilmezdir.

 

İfade özgürlüğü; sözlü, yazılı, basılı veya sanatsal bir biçimde olabilir.

 

Bu kapsamda ifade özgürlüğü; kişilerin yanında   basının, siyasetçilerin, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının, açıkçası  topluma yön vermek ve yönetimde söz sahibi olmak isteyen herkesin  özgürlüğüdür.  AİHM’nin ifade özgürlüğü alanında geliştirdiği içtihat, Türkiye’yi de bağlar. Mahkeme  kararlarında  ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun ön şartı olarak kabul edilmektedir.

 

AİHM’ne göre ifade özgürlüğü,  demokratik toplumun  temeli olup,  toplumun bir kısmını kaygılandıran görüş ve düşünceleri de kapsamaktadır. Çoğulculuk ve  tolerans,  demokratik toplumun bileşenleridir.  İfade özgürlüğü, demokrasinin gerçekleşmesi için önemli bir araçtır.  İyi bilgilendirilmemiş bir toplum gerçek anlamda özgür değildir.  Fikir ve düşüncelerin  geniş bir alana yayılması, demokratik bir toplumda kamu düzeninin gereğidir.

 

Bir toplumda ifade özgürlüğü, bütün özgür ve demokratik toplumların temelidir. Kişinin ifade özgürlüğü sınırlandırıldığında,  başkalarının haber ve fikirlere erişim hakkının da ihlali demektir.

 

Geçen hafta  bazı bakanlar,  Avrupa’da  katılacakları  etkinliklerin iptal edilmesine tepki gösterip, bunun Avrupa Birliği’nin savunduğu ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığını açıklamışlardır. İfade özgürlüğü, Batı dünyasının ve AB’nin temel değerlerinin başında gelir. AB içinde Türkiye karşıtı Hollandalı  faşist lider Geert Wilders gibiler olduğu gibi, Hollanda Başbakanı sosyal demokrat Mark Rutte gibiler de vardır.

Wilders, seçim bildirisinde camileri kapatmayı, Kuran’ı yasaklamayı vaat eden bir popülisttir. Çarşamba günkü seçimlerde başarı sağlarsa eğer, Türkiye Hollanda arasındaki ilişkiler daha da gerginleşir.

Almanya, Türkiye’ye  yıllardır çifte standart uygulamaktadır. Geçen yıl Köln kentinde Kürt Festivali  adı altında düzenlenen miting, terör örgütü PKK’nın şovuna dönüşmüş,  31 Temmuz’daki Demokrasi Mitingi’ne Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın video konferansla bağlanması Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla engellenmişti. Almanya, terör örgütü PKK’nın  mitinginde  Cemil Bayık’ın görüntülü mesajının yayınlanmasına izin vererek  bir skandala  yol açmıştır.   PKK, Almanya’da 22 Kasım 1993 tarihinden bu yana terör örgütü  olarak kabul edilmektedir.

 

PKK bayraklarının ön planda olduğu, Öcalan lehine sloganların atıldığı mitinge, Avrupa turunda olan terör örgütü PYD/YPG’nin Eşbaşkanı Salih Müslim  ve  HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da  katılmıştır. Almanya böylece Demokrasi Mitingi’nden 5 hafta sonra terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın lider kadrosu ve yandaşlarına mesaj izni vermiştir. Mitingde, terör örgütü üyelerinin Öcalan resimlerinin yanı sıra PKK ve YPG bayrakları da yer almıştır.

 

Almanya, son gelişmeler üzerine  terörist başı Abdullah Öcalan’ın fotoğrafları ile YPG’nin de dahil olduğu terör örgütü PKK’ya yakın grupların bayrak ve flamalarını yasakladığını açıklamıştır. Yasak, Federal İçişleri Bakanlığı’nın 2 Mart’ta güvenlik birimleri ve eyaletlere gönderdiği beş sayfalık yazıda yer almış, yasaklı sembol ve logoların  listesi de yazıya eklenmiştir.

 

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu mevkidaşı Gabriel ile görüşerek gerginliği gidermeye çalışırken Almanya’ya Nazi suçlaması yapılmasına Başbakan Merkel  ve  AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker‘den tepki gelmiştir. Bunun üzerine üzerine  Avrupa Birliği  Bakanı Ömer Çelik  Cumhurbaşkanı  Erdoğan’a yönelik açıklamalara ilişkin olarak  “İşini düzgün yapmayan herkes Türkiye’ye saldırarak kendi sorumluluğundan kaçıyor”   demiştir. Artan gerginliğin temelinde;  çarşamba günü Hollanda’da, gelecek ay Fransa’da, sonbaharda Almanya’da, gelecek yıl Avusturya, İtalya ve  İspanya’da seçimler olduğunun bilinmesinde yarar vardır.

 

Avrupa’da aşırı sağ popülist partiler giderek güçlenmektedir. ABD’de  popülist İslamofobik eylemlerin Trump ile birlikte arttığını, Federal Alman  Meclisi’nin   2 Haziran 2016  tarihinde  aldığı   sözde Ermeni soykırımını tanıma   kararanına tepkimizin sonuç vermediğini unutmayalım.

 

AB’de  demokrasi ve hukuku savunan, Türkiye’ye destek olmuş liderler de vardır. Müzakerelerin açıldığı 2005  yılında   Avusturyalıların  direnişini kıran  İşçi Patisi milletvekili ve  dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı  Jack Straw  2013 yılında yayınlanan   kitabının  18’nci bölümünü  Avrupa Birliği ve Türkiye’ye  ayırmıştır.

 

Hasta Adam Karşılık Veriyor: Avrupa ve Türkiye  başlıklı bölümde Straw müzakere sürecinin başlamasından bu yana Angela Merkel ile Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığını hatırlatarak bu iki siyasetçinin Türkiye’nin üyeliğini arzulamamasını, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasına şöyle bağlamıştır:

 

“33 müzakere başlığının, 17’si engellenmiş durumda. Hiçbir aday ülkeye böyle davranılmamıştır. Acil sorun Kıbrıs’tır. Bu sorun, Fransa, Almanya ve İngiltere tek ses olursa çözülebilir. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa’nın kendisine sınır çizmesi gerektiğini söylediğinde, coğrafi sınırları kastetmemişti. Öyle olsaydı, Malta veya Güney Kıbrıs’ın alınmaması gerekirdi. Kastettiği dini sınırlardı. Tüm bunda kaybedecek olan AB’dir, Türkiye değil. Türkiye’nin AB’ye duyduğu ihtiyaçtan çok, AB’nin Türkiye’ye şu anda ihtiyacı vardır” (Straw, 2013: Chapter 18 ).

 

İsviçre, diğer AB üyesi ülkelerden farklı olarak Mevlut Çavuşoğlu’nun güvenlik gerekçesi ile programının iptal edilmeyeceğine karar vermiştir. Dışişlerinden yapılan açıklamada “Hiçbir tehdit ifade özgürlüğünü kısıtlamayı haklı gösteremez” denilmiştir. Bu kararın alınmasında AİHM  2. Dairesi’nin 13 Aralık 2014 günü açıkladığı ve AİHM Büyük Daire’nin 15 Ekim 2015 günü onayladığı  Perinçek-İsviçre Davası kararının  etkili olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Fakat Çavuşoğlu, İsviçre’den gelen olumsuz haberlerden sonra İsviçre gezisini iptal etmiştir.

 

Hollanda’ya  referandum  için gideceğini açıklayan  Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçuş izninin iptal  edilmesi, gerginliği arttırmıştır. Çavuşoğlu’nun “Eğer Hollanda uçuş iznimi iptal ederse yaptırımımız çok ağır olur” sözlerine ek olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan da Hollanda’ya “Nazi kalıntısı, faşist” nitelemesi yapmıştır. Başbakan Binali Yıldırım da  “Hollanda’nın iç siyaset sorunları olduğu anlaşılıyor, ama şartlar ne olursa olsun hiçbir yönüyle bu bizim açımızdan kabul edilemez ve bunun mutlaka karşılığı en ağır şekilde verilecek”  demiştir.

 

Farklı bir tepki de TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’dan gelmiştir: “Hollanda bu yasaklarıyla hem insan haklarını ihlal ediyor hem Türkiye’de siyasi iktidara sanal bir mağduriyet armağan ediyor. Yasağa hayır.”

 

Almanya ve Hollanda’ya   sert  tepki gösterip, haklı bile olsak pireye kızıp yorgan yakmamak gerekir. Batı dünyasında giderek güçlenen İslamofobik hareketlerin güçlenmesine zemin hazırlayacak davranışlardan kaçınılmalı, “haçlı Avrupa” söylemlerinden uzak durulmalıdır.

Aksi  durumda 50 yıldan bu yana kapısında üye olmak istediğimiz AB ile ilişkiler kopar, Avrupa Birliği Bakanlığı kaldırılır, Türkiye’de eksen tartışmaları  gündeme gelir.

AB Bakanı Ömer Çelik, bu  ay yapılacak Roma Anlaşması’nın 60’ıncı yıl kutlamalarına Türkiye gibi aday ülkelerin davet edilmemesinin kabul edilemez olduğunu şöyle belirtmiştir: “İngiltere’yi de davet etmedik diyorlar. AB’ye katılmak için müzakere yürüten, geleceğini AB içinde gören ülkeyle kendi iradesiyle AB’den çıkmak isteyen bir ülkeyi aynı kefede görmek bir vizyon iflasıdır.”

AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn, “Türk hükümet üyelerinin AB ülkelerinde seçim etkinliklerine katılmasının yasaklanması önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna  “AB ülkelerinde yabancı siyasi partilerin hangi etkinliklere, nasıl katılacağına ilişkin kararın üye ülkeler tarafından verileceğini” belirtmiş ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu Nazi uygulamalarına benzetmesini de eleştirmiştir: “Türkiye’nin yaptığı Nazi benzetmeleri kesinlikle kabul edilemez ve absürt.”  

Hahn, Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinin askıya alınması yönündeki tartışmaları da  yapay  olarak nitelendirmiş, müzakarelerde yeni başlıkların açılmadığını, dolayısıyla müzakerelerin fiilen durma noktasında geldiğini açıklamıştır. Buna karşılık Avrupa Konseyi Parlamenterler Başkanı  Pedro Agramunt, Türkiye ve Avrupalı ortakları arasında artan gerilimin endişe yarattığını belirterek “Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Amsterdam uçuşunun iptal edilmesi sonrası Türkiye ve Avrupalı ortakları arasında yükselen gerilimden endişeliyim” ifadelerini kullanmıştır.

 

Lucius Annaeus Seneca “Hangi kapıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgarı bulamaz”  (ignoranti quem portum petat nullus suus ventus est) derken haklıydı. Çünkü, yöneldiğiniz kapıyı bilmezseniz, hiçbir zaman uygun esen rüzgarı yakalayamazsınız. Ama bazen kapıyı bulmanız yeterli olmayabilir. Çünkü rüzgar eğer tersten eserse, sizi  uygun olan kapıya değil, istemediğiniz bir kapıya yönlendirebilir.

 

Türkler Batı’ya yönelmiş bir ulustur. Atatürk’ün  29 Ekim 1923 tarihinde açıkladığı hedeften şaşmamak gerekir: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?”

 

Türkiye, Almanya ve Hollanda’nın çifte standartlarına karşı tepki göstermekte haklıdır. AB üyesi ülkeler  Türkiye’de bazı uygulamaların demokratikliği konusunu eleştirseler de, Türkiye’ye karşı Bobon kriterlerini (Bo: Bizden olanlar, Bon: Bizden olmayanlar)  uygulamaktan vazgeçmelidirler.

 

 

Metin Feyzioğlu

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir