İncili Çavuş ismini sanırım bilmeyen yoktur aramızda. Geçenlerde bir sosyal medya arkadaşım, sağ olsun beni bilgili görerek “Ömer Bey gerçekte İncili Çavuş diye birisi var mıdır?” şeklinde bir soru sorunca baktım ben de; gerçekten böyle bir adam yaşamış tarihte. Bir internet sitesinde hakkında şu bilgiler veriliyor:
“İncili Çavuş, Türk mizah kültürünün önemli simalarından birisidir. Kimliği hakkında bilinenler sınırlıdır. İncili Çavuş’a çeşitli bölgeler sahip çıkmaktadır, ancak Kayseri’nin Tomarza ilçesi Travşın köyünde (sonradan aldığı adıyla İncili köyü) doğduğu söylentileri daha yaygındır. Esas adı Mustafa Çavuş’tur. 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yarısında, I.Ahmet döneminde yaşamıştır. Hicri 1042’de (1632-33) vefat etmiş ve İstanbul/Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir.…İncili Çavuş fıkralarının mihverini genel olarak sarayda ve saray çevresinde bulunan çok renkli tiplerden oluşan insanlar, bu insanların toplum hayatındaki tutum ve davranışları meydana getirmektedir…”(1).
Saraydaki görevi ve unvanı hakkında kesin bir bilgi olmasa da bir saraylı olduğu kesindir İncili Çavuş’un. Kim bilir belki de ezilen Türk halkının, saraylılardan intikam almak için saraya soktuğu hayali bir kahramandır İncili Çavuş. Daha doğrusu Türk halkı, gerçekte farklı bir adam olmakla birlikte, İncili Çavuş’a böyle bir misyon yüklemiştir. Tıpkı, Timur’dan intikam almak için Nasrettin Hoca’ya farklı bir misyon yüklediği gibi.
Görüldüğü gibi bizim İncili Çavuş, Kayserilidir. Zaten fıkralarına bakarsak; genelde hazır cevap ve buram buram zeka kokan, akıllı ve kurnaz bir kişiliktir İncili Mustafa Çavuş. E bu özellikler de zaten tek Kayserililerde vardır bu ülkede. Tomarzalı olduğuna göre; Avşar Türkmenlerinden olduğu kabul edilebilir. Çünkü Kayseri’nin bazı ilçeleri, bu arada Tomarza, Avşarların yoğunlukla yaşadıkları yörelerimizden birisidir. Sohbet yaptığımız arkadaş, İncili Çavuş’un merhum Osman Bölükbaşı’nın akrabası olduğunu söyledi. Osman Bölükbaşı ile anlatılanlar da İncili Çavuş hakkında anlatılanlara uygun olmakla birlikte, bu ikili arasında nesep yakınlığı var mı, şimdilik bilmiyoruz…
Özrü Kabahatinden Büyük!
İncili Çavuş hakkında anlatılan fıkralardan birisi şöyledir: Bizim Tomarzalı İncili Çavuş, sarayda bir densizlik yapmış ve idam cezasıyla karşı karşıya kalmış. Gelin görün ki Padişahımız efendimiz, pek bi hoşlanırmış kendisinden. Bu sebeple bir gün şöyle demiş kendisine:
-“Bre İncili. Malum idama mahkum oldun, yakında kellen gidecek. Ancak seni de çok severim bilirsin. Bana öyle bir şey yap veya söyle ki; özrün kabahatinden büyük olsun. Seni ancak öyle affedebilirim”.
Uyanık Kayserili, düşünmüş taşınmış ve en sonunda, bir gün padişah önde sırmalı kaftanını savura savura sarayın merdivenlerinden çıkarken, arkasından yaklaşmış ve padişahın kıçına orta parmağını “Yallah” etmiş! Padişah hiddetle geri dönüp;
– “Höööt, bre gafil! Bu ne cüret, bu ne aymazlık…” diye bağırıp “Ağalaaar, tiz yetişin” diyerek İncili’yi bostancılara teslim etmiş. Bostancılar İncili Çavuş’u karga tulumba sürüklemeye başladıklarında İnci Şöyle bağırmış padişaha:
-“Hünkârım af edersiniz; o sırmalı ve süslü kaftanların içinde görünce ben sizi Haseki Sultanımız zannettim…”.
Padişah hemen emir vermiş bostancılara;
-“Derhal bırakın İncili’yi bre..”
Hürriyet’in İncili Çavuşu: Ahmet Hakan
Öncelikle söylemeliyim ki; Ahmet Hakan Coşkun, benim takdir ettiğim ve hatta sevdiğim gazetecilerden birisidir. Hele hele bizim mahalleyi terk edip öteki mahalleye geçtikten sonra daha çok takdir etmeye başladım, söylediklerini ve yazdıklarını. Zira en azından, karşı mahalleden bizim mahallenin nasıl göründüğüne bakarak yazıyor ve bizim mahalleye projektör tutabiliyor. Kendisine olan muhabbetimin bir sebebi de ikimizde İmam Hatipliyiz kendisiyle. Ancak biraz haylaz ve yaramaz türünden! Onun babası eski bir müftü, ben de eski bir Diyanet (TDV) müfettişiyim. Yani kendisiyle pek çok ortak yanımız var. Tek farkımız benim sakalsız cascavlak olmama karşın, onun sakallı olmasıdır. Zaten bana kıyasla onun sözlerinin daha çok itibar görmesinin yegane sebebi de budur; yani keramet sakaldadır bir miktar!
Ahmet Hakan, son birkaç gündür, Hürriyet’i ve patronu Aydın Doğan’ı savunma telaşına düşmüş bulunuyor. Bunun sebebi, Hürriyet’te yayınlana “Karargâh Rahatsız” başlıklı ve Hande Fırat imzalı haber. Yok efendim öyle değil de böyle, o anlama gelmez de bu anlama gelir falan filan. Günlerdir bu konuyla meşgul bizim İmam Hatipli. Tamam kardeşim, anladık artık. O kadar da salak değiliz yahu. Kafamıza çakar gibi günlerdir ne parçalayıp duruyorsun kendini?
Çünkü Yazılanlardan, televizyonlarda konuşulanlardan, TSK ve Hürriyet cenahından yapılan açıklamalardan da ortaya çıkmıştır ki; Hürriyet gazetesinde yayınlanan Hande Fırat imzalı ve “Karargâh Rahatsız” manşetli haberin, sadece manşeti TSK’ye ait değildir! Söz konusu manşet ise TSK tarafından Hande Fırat’a aktarılan sızlanmalardan hareketle, adı geçen gazeteci veya editör masası tarafından, yorumlanmak suretiyle atılmıştır. Bu sebeple 28 Şubat tarihli yazınızda söylediğiniz şu sözler yerindedir:
“- Hey Paşalar!
– Eğer bazı kesimlerin sizi haksız yere eleştirdiklerini düşünüyorsanız…
– Bu eleştiriler karşısında rahatsızsanız…
– Bu eleştirilere bir cevap vermek istiyorsanız…
– Ya çıkın adınızla, sanınızla açıklama yapın, ‘Bu eleştiriler şu şu açılardan yanlıştır’ deyin.
– Ya da biz bu işte yokuz.”
…
Yani demek istiyorsun ki; “ya çıkın sözlerinizin arkasında durun ya da hiç konuşmayın.
Lütfen bizleri kullanmaktan vazgeçin artık.”
E doğru söze ne denir ki.
Biz de zaten başından beri diyoruz ki; bu rahatsızlığın hükümetle ve Sayın Cumhurbaşkanı ile alakası yoktur; toplumdan TSK’ye yöneltilen tenkitlerden TSK’nin duymuş olduğu rahatsızlıkların dile getirilmesine ilişkin bir haberdir. O sebeple, hükümetin ve cumhurbaşkanının, bazı toplum kesimlerini, haberi yapan gazeteciyi ve gazete sahibini hedef alması, hele hele bu hususu, miting meydanlarında kullanmaları yanlıştır.
Zaten aklımızın almadığı bir husustur; 7 ay önce olmak üzere, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanıyla yapmış olduğu cep telefonu görüşmesinin görüntüsünü CNN-TÜRK ekranlarına vererek cumhurbaşkanının halkı sokağa çıkma çağrısını bütün Türkiye’ye duyurduğu için neredeyse “Kahraman” ilan edilip, “Darbeyi önleyen gazeteci” olarak tarihe geçen, arkasından cumhurbaşkanının elinden ödül alan Hande Fırat, şimdi durduk yerden neden böyle bir haber yapsın da şimşekleri üzerine çeksin. 7 ay önce bir kahraman ilan edilmenin keyfini sürmek varken, neden şimdi bazı kesimlerde neredeyse “Hain” ilan edilme noktasına getirilsin. 15 Temmuz gecesi, yapmış olduğu yayınlar sebebiyle neredeyse Oruç Baba Türbesi’ne çevrilip, ziyaretçi akınına uğrayan başta CNN-TÜRK olmak üzere Doğan Yayın Gurubu, neden bile bile ihanetle suçlanacak noktaya getirsin kedisini? Ötede beride Aydın Doğan ve Hande Fırat’ın derhal tutuklanıp yargılanmalarını isteyen sözüm ona gazeteci ve televizyoncular bile var. Doğrusu şaşılacak bir durum var ortada.
Madem Türk Ordusu, Atatürk’ün tabiriyle; “Türk Milleti’nin çelikleşmiş ifadesidir”, şu halde bu çeliği sulandırmaya ve ergitmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Hatta, TSK’nin ve devletimizin başındakilerin bile. Üstelik bu ordu, şu anda sınır ötesinde şehitler verme pahasına bir savaşın içinde olan ordudur ve yüksek morale ihtiyacı vardır.
Bu sebeple; Ahmet Hakan Coşkun’un, patronunu ve gazetesini korumak saikiyle 28 Şubat tarihli yazısında(2), Türk Ordusu’nu Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile bir tutması yanlış oğlu yanlıştır. Çünkü TSK, bizim bu bölgede sağlam durabilmemizin tek güvencesidir, o sebeple Orduyu ve onun başındaki adamı, Tapu Kadastro Genel Müdürü, Meteoroloji Genel Müdürü veya Diyanet İşleri Başkanı ile bir tutmak, hiç kimsenin haddi ve hakkı değildir. En başta ayıptır ve günahtır.
Sayın Ahmet Hakan; bu durumda sizin, TSK’yi tümden lağvedip yerine yeni bir ordu kurmayı teklif edecek kadar(3) densizleşen FETÖCÜ Mümtazer Türköne’den ne farkınız kalır Allah aşkına! Ne demek “Konuşsanıza Hulusi Paşa! Neden susuyorsunuz ki?” Hulusi Paşa, sizin emir subayınız mı bre Ahmet Hakan; konuş deyince konuşacak, sus deyince susacak. Lütfen siz de haddinizi bilin! Böyle bir başlık atarak yukarıdaki fıkrada adı geçen “Özrü kabahatinden büyük” İncili Çavuş’un pozisyonuna düştüğünüzün farkında değil misiniz? Yoksa mücadelenizi veya savunmanızı, orduyu arkanıza alarak mı yapmak istiyorsunuz? Lütfen geçin bunları. Kendi savunmanızı kendiniz yapın, kim ne ve nasıl anlarsa anlasın söylediklerinizi.
Bakın öyle şeyler yazıyorsunuz ki; bu sefer de patronunuzu ve gazeteci arkadaşınızı bırakıp kendi kendinizi savunmak zorunda kalıyorsunuz. Şu sözler size ait:
” ‘RAHATSIZ kelimesi yanlış oldu’ diye yazınca
‘Senin dönüşünün hızına dünya bile yetişemezmiş’ diye saldırmaya başladı bazı tipler.
Sanki ben ‘Rahatsız kelimesi mükemmel oldu’ derken anında tornistan edip ‘Rahatsız kelimesi yanlış oldu’ demeye başlamışım gibi…
Günlerdir hep aynı şeyi söylüyorum.
Diyorum ki:
‘Karargâh rahatsız’ cümlesi, ‘Karargâh kendisine yöneltilen eleştirilerden rahatsız’ anlamında kullanılmıştır.
Buradan ‘Karargâh hükümetten ya da Cumhurbaşkanı’ndan rahatsız’ anlamı çıkmaz, çıkamaz.
Fakat yine de o cümlenin böyle anlaşılabileceği düşünülmeliydi.
Bu açıdan yanlış olmuştur.
Söylediğim, söylemeye devam ettiğim ve söyleyeceğim şey budur.
Nerede dönüş? Nerede dönüşün hızı? Nerede dünyanın dönüşü?
Bu iş artık kurt ile kuzu hikâyesine döndü.”(4)
_____________
1-https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ncili_%C3%87avu%C5%9F1,
2-http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/konussaniza-hulusi-pasa-neden-susuyorsunuz-ki-40379598,
3-http://www.haksozhaber.net/bize-nizam-i-cedit-ordusu-lazim-12879yy.htm
4-http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/benim-donusumun-hizina-dunya-bile-yetisemezmis-40381829