Misafir plan falan sunamaz, umduğunu değil, bulduğunu yer!

From: Cüneyt Şaşmaz - 1024183238

From: Cüneyt Şaşmaz [macesuryorum@gmail.com]

Türkiye’nin Suriye politikasındaki zikzakları anlamak için ziyaret trafiğine dikkat kesilmemiz gerek.

Trump’ın Ankara’ya gönderdiği ilk yetkili CIA Başkanı değildi.

Ondan önce İngiltere Başbakanı May Washington’dan doğruca Ankara’ya geldi.

Sonra CIA Başkanı, onun hemen ertesi günü de İngiltere Genelkurmay Başkanı Ankara’yı şereflendirdi.

O trafik içinde kısa süre önce “El Bab’dan sonra tamam” diyen Erdoğan, “Sırada Rakka, Münbiç var” söylemine geçti.

Yıllarca Barzani’nin danışmanlığını yapan, şimdi de Erdoğan’ın Başdanışmanı olan İlnur Çevik, CIA Başkanı Ankara’dayken, “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda bir Kürt kantonunu tolore edebileceğini” belirtip, “PYD de bir Barzani olamaz mı? Barzani’nin Türkiye ile ilişkileri muhteşem” dedi.

Çevik sonradan yaptığı açıklamada, “Kürt kantonu değil, Kürt yapısı dediğini” söyledi.

Ne farkı varsa?!

CIA Başkanı Ankara’dan Suudi Arabistan’a gitti.

Suudi İçişleri Bakanı Muhammed bin Nayef’e terörle mücadele noktasında gösterdikleri cesaretten dolayı onur madalyası taktı.

Ne tesadüf, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık da Suudi Arabistan’a gidip, “Teröre Karşı İslam İttifakı Merkezi”nde incelemelerde bulundu.

Hemen sonra da Körfez ülkeleri ziyareti kapsamında Erdoğan, Hulusi Akar, Hakan Fidan Suudi Arabistan’daydı.

Akar Suudi Arabistan’dayken, “El Bab’da işimizin tamamlandığını” söyledi, ama hem Genelkurmay, hem Milli Savunma Bakanı tarafından tekzip edildi.

Nihayet önceki gün de, Akar için “arkadaşım” diyen ABD Genelkurmay Başkanı Dunford Türkiye’ye geldi.

Akar ve Dunford Suriye’yi görüşmüş, ABD’ye alternatifli planlarımızı sunmuşuz falan.

Birincisi; Adam Ankara’ya değil, darbenin üssü İncirlik’e geldi.

Bir anlamda ev sahibi oydu.

Misafir plan falan sunamaz, umduğunu değil, bulduğunu yer.

İkincisi; bizim hiç Suriye politikamız ve planımız oldu mu ki?!

2011’den beri ABD’nin, sonra Rusya’nın ve “gizli aktör” İngiltere‘nin kedi-fare misali planlarıyla boğulmuyor muyuz?!

ABD başından beri bizi Suriye’de “kara gücü” olarak, ama sadece IŞİD’e karşı kullanmak istiyordu.

Şu anda olan tam bu değil mi?!

Ve PYD-YPG’yle mücadele sadece bizimkilerin ağzında ve kağıt üstünde kalmadı mı?!

Efendim bundan sonraki operasyonlar için hâlâ, “PYD’yi bırak, beni al” demiyor muyuz?!

Bunu dedikçe ABD, PYD’yi daha çok silahlandırmıyor mu?!

ABD, PYD’yi Münbiç’ten çıkarırsa, her nerede IŞİD varsa mücadele edeceğimiz anlaşılıyor.

Siz Suriye’nin kuzeydoğusunda “Kürt yapısını tolore edebileceğinizi” söyledikten sonra şimdilik çıkarabilir de.

Ya sonra?!

Örneğini “Barzanistan”da görmedik mi?!

Erbil diye başladılar, Musul-Kerkük’e uzandılar.

Kaldı ki, aynen Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, “Münbiç’e girerseniz, karşınıza ABD askerleri çıkabilir” de diyebilirler.

Nitekim Pentagon, Trump’a “Suriye’nin kuzeyine ilk kez konvansiyonel kara gücü gönderme” teklifinde bulunmadı mı?!

Peki 15 Temmuz darbesinin arkasındaki isim olan CIA’cı Henry Barkey daha 2012’de, “Suriye Kürtlerinin lideri PYD değil, Barzani olacak” demedi mi?!

Şimdi olan ne?!

Rusya PYD/YPG’nin hamiliğini üstlenirken, Trump Suriye’de PYD’ye muhalif Barzani’ye yakın olan grupları davet ediyor.

Bizzat Erdoğan’ın Danışmanı, “PYD de bir Barzani olamaz mı? Barzani’nin Türkiye ile ilişkileri muhteşem” diyor.

Erdoğan, “Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoruna izin vermeyeceklerini” söyledikçe, ısrarla şunu sordum:

“Ya Barzani koridoruna ne diyorsunuz?!”

Bölücü terör örgütünün ağa babası Barzani’ye razı olduğumuz anlaşılıyor da acaba ona “PKK hamisi, lojistik destekçisi. Mehmetçik katili” diyen AKP’nin yeni ortağı Bahçeli, bu gidişata ne diyor?!

Bitmedi; ABD Suriye’nin 3-4’e bölünmesini, kuzeyin garantörlüğünün ABD’de, Sünni bölgenin garantörlüğünün Türkiye ve Suudi Arabistan’da olmasını planlamadı mı?!

Şimdi ABD’nin Mart başında uygulayacağı belirtilen ve şimdilik Suriye’nin kuzeyini kapsayan “güvenli bölge” planı için ne söyleniyor; burasının 4’e bölünmesi.

Yine bitmedi; Suudi Arabistan öncülüğünde bir “İslâm Ordusu”nun kurulması ABD’nin fikri değil miydi?!

Peki Türkiye’nin de dahil edildiği 4 parçalı “Büyük Kürdistan” planını Suudi Arabistan ve İsrail birlikte kotarmadı mı?!

Bu ittifakın bir diğer hedefi de “Şii İran’ı bertaraf etmek” değil mi?!

Ne oldu?!

İslam Ordusu kuruldu ve Türkiye de buna katıldı.

Bizimkiler Körfez ülkelerinde turlarken, Trump İsrail Başbakanı Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlayıp, “NATO tarzı Arap koalisyonu kurulmasını” ve “İran’a karşı yeni bir yol haritasını” konuşuyor, ayrıca Irak, Kuveyt ve Katar liderlerini arayıp, “İran’a karşı Arap kuşağı” teklifinde bulunuyordu.

Peki o sırada Bahreyn’de olan Erdoğan, İran’ı nasıl eleştiriyordu?!

Şöyle:

“Birileri hem Suriye’nin hem Irak’ın bölünmesini istiyor.

Irak’ın bölünmesi çalışmasını yapanlar var.

Oradaki mezhebi, etnik mücadele, çünkü orada da bir Pers milliyetçiliği olayı var.

Bu Pers milliyetçiliği olayıyla da orada bir bölünme söz konusu.

Bunların önünü kesmemiz gerekiyor.”

Ne tesadüf?!

Birkaç not daha…

Erdoğan’a ne zaman randevu vereceği bile belli olmayan Trump’ın, yaptıkları telefon görüşmesinden sonra Erdoğan için, “Ortadoğu’da merkezde olmalı, onun ve ülkesinin taleplerine cevap vermeliyiz. Erdoğan ülkesiyle güçlü bir lider” dediği duyuruldu.

Bölgedeki dizaynın “gizli aktörü” İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı ve Uluslararası Yardım Komitesi (IRC) Yönetim Kurulu Başkanı David Miliband üç gün önce İstanbul’da katıldığı bir toplantıda şunları söyledi:

“Türkiye karşı karşıya kaldığı güçlüklerle nasıl başa çıkacak ve bu başa çıkma şekli de aslında 21. yüzyılın gidişatını belirleyecek.

Türkiye başkalarının seçimlerini belirleme noktasında da çok önemli bir rol üstlenecek ve aynı zamanda 21. yüzyılın ve küresel dünyanın nasıl gelişeceğinde de belirleyici bir rol oynayacak…

İstanbul, Dubai, Doha gibi şehirleri mi Ortadoğu olarak belirleyeceğiz, yoksa Yemen ve Suriye gibi ülkeleri mi Ortadoğu olarak ele alacağız?

Bunlar önemli sorular.”

Benzer sözleri 18 yıl önce biri daha söylemişti; ABD Başkanıyken Clinton.

Ekim 1999’da, “Önümüzdeki yüzyılın büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekilleneceğini umuyorum… 20. yüzyılın ilk 50 yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21. yüzyılın ilk 50 yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir. Türkiye modelinin hem İslam dünyası, hem Türkiye’nin bulunduğu bölge, hem de Avrupa için büyük etkileri olacaktır” demiş, 15 Kasım 1999’da TBMM’de yaptığı konuşmada da alenen 20. yüzyılda yarım kalan hesapların 21. yüzyılda tamamlanacağı mesajını vermişti.

Türkiye’ye dair planlar ve TSK’ya biçilen misyon ortada.

Daha fazla uzatmadan Akar-Dunford görüşmesine dönelim…

Irak’ın kuzeyinde askerlerimizin başına çuval geçiren Odierno eliyle, henüz o dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Hulusi Akar’a madayla takıldığında, ABD Genelkurmay Başkanlığı, madalyanın, “Akar’ın Suriye konusundaki tutumu ve Türkiye ile ABD askeri kuvvetlerinin işbirliğine katkılarından dolayı verildiğini” açıklamıştı.

Anlayamamıştım.

Zira Akar’ın o dönemde Suriye’de böylesine “etkin bir rolü” yoktu!?

Şimdi daha çok merak ediyorum; madalya, peşin peşin bugünler için miydi?!

Allah kabul etsin; keşke Akar Mescid-i Nebevi’de namaz kılmasının fotoğrafları gibi, “arkadaşı” Dunford’la İncirlik’te yaptığı görüşmeyi de yayınlatsaydı da neler olup bittiğini öğrenseydik!

Son olarak şuraya geleceğim:

21. yüzyıl ve bölge Türkiye eliyle şekillendirilirken, biz sadece anayasa referandumu ile meşgul ediliyoruz.

Bu da bana Afrikalı düşünür Kenyatta’nın Batılıların Afrika’ya girişiyle ilgili sözlerini hatırlatıyor:

“Hıristiyanlar ülkemize geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncil’i vardı.

İncil’i elimize verdiler, gözlerimizi kapatıp dua etmemizi istediler.

Biz de onlara inandık, gözlerimizi kapayıp beyaz adamın tanrısına yakınlaşmaya çalıştık.

Gözlerimizi açtığımızda gördük ki, topraklarımız onların eline geçmiş, bizim elimizde de İncil kalmıştı.”

Diyeceğim; bu acayip referandumdan evet de hayır da çıksa tek kazanan, tek kaybeden olacak; kazanan emperyalizm, kaybeden Türkiye.

Referandumdan başımızı kaldırıp, gözümüzü açtığımızda ülkemizin elden gittiğini görmeyiz inşallah!


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir