Fıkra dostum Erdoğan Pamuk’tan. “Kırgızistan Mektubu” başlıklı yazısında anlatmış vaktiyle. Bazı küçük değişikliklerle bir de biz anlatalım:
Hahamla papaz iyi dost olmuşlar. Bir gün papaz hahamdan kendisine Tevrat’ı öğretmesini istemiş. Haham buna yanaşmamış. Papazın ısrarı üzerine haham; “Senin Tevrat’ın mantığına aklın yetmez” deyince papaz daha bir yalvar yakar olmuş. Bunun üzerine:
Haham;
– Bir isli bacadan iki kişi düşse, biri kirli biri temiz çıksa, önce hangisi yıkanır?
Papaz;
– Elbette kirli olan yıkanır.
Haham;
– Bilemedin, önce temiz olan yıkanır, zira karşısındakine bakıp kendini de kirli zanneder!
Papaz;
– Doğru ya, düşünemedim, başka sor!
Haham;
– Bir isli bacadan iki kişi düşse, biri temiz biri kirli çıksa, önce hangisi yıkanır?
Papaz;
– Temiz olan yıkanır dedik ya!
Haham:
– Bilemedin! Önce kirli olan yıkanır, çünkü temiz olan kirli olanın haline gülünce, kirli olan hemen yıkanmaya koşar.
Papaz boynunu büker;
-Haklısın der! Ne olur başka sor.
Haham;
– Bir isli bacadan iki kişi düşse, biri temiz biri kirli çıksa, önce hangisi yıkanır?
Papaz;
– Aynı soru. Cevabını verdik ya!
Haham;
– Değil. Aynaya bakıp yıkanmaya karar verirler.
Papaz;
– Ama ayna yoktu. Şimdi nereden çıktı bu ayna meselesi?
Haham;
– Tevrat tevilsiz olmaz! Ayna tevilimizdir. Senin Tevrat’ın mantığını anlamana imkân yok papaz efendi. Bunun için öncelikle senin Yahudi olman lazım!
Papaz;
-Yahudi olayım o zaman! Çünkü iyice meraklandım. O zaman bana Tevrat’ı öğret!
Haham;
– Bir isli bacadan iki kişi düşse, biri temiz biri kirli çıksa, önce hangisi yıkanır?
Papaz;
– Bırak şimdi isli bacayı filan! Sen bana Tevrat’ı öğreteceksin. Cevapları biraz önce öğrettin ya!
Haham;
– Bre akılsız papaz! Hiç aynı isli bacadan aynı anda düşen iki kişiden biri temiz, biri kirli çıkar mı? Temiz dediysek temiz olur mu?
…
Erdoğan Pamuk, yukarıdaki fıkrayı anlattıktan sonra yazısının sonunu şöyle bağlamış: “Bu kıssadan herkes bir hisse alır da Tevrat’ın mantığına gerçekten akıl yetiremiyorum. Misal için Tekvin’de anlatılan Yakup peygamberin Allah’la güreş tutup onu yenince, kutsanma istemesi ve kendisine İSRAİL adının verilmesini, sanırım Yahudilerden başkası çözümleyemez.” şeklinde bağlamış.
Tanrıyla Güreşen Adam: İsrail!
Erdoğan Pamuk dostumuzun bir miktar “Öğrenilmiş Çaresizlik” içeren “Yahudilerden başkası çözümleyemez.” şeklindeki kanaatini değiştirmeye kâfi gelir mi bilmem ama 25 Mayıs 2012 tarihinde yayınlanan “Tanrıyla güreşen adam Türkiye’ye karşı” başlıklı yazımda şu bilgileri de vermiştim:
Halkımızın Hz. Yakup hakkındaki bilgisi, genelde Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılması hikâyesiyle sınırlıdır. Bu hikâyedeki Hz. Yakup, iki gözü görmeyen, yaşlı ve biricik oğlu Yusuf için sürekli gözyaşı döken çaresiz ve zavallı bir adamdır! Hatta “Ağlar Yakup ağlar Yusuf’um diye” şeklinde acıklı bir ilahimiz bile vardır bizim. Oysa Hz. Yakup, Yahudiler ve İsrail oğulları için, bugünkü İsrail Devleti’ne de adını verecek boyutta çok önemli ve güçlü bir şahsiyettir. Çünkü İsrail Milleti, adeta Hz. Yakup ile başlar. Onun 12 oğlu, Beni İsrail’i teşkil eden 12 kabilenin de atası sayılır. Öyle ki hem kendi adı, hem de onun çocuklarına vermiş olduğu isimler, bugün Yahudilerin sıklıkla kullanmış olduğu isimlerdir. Örneğin, Yusuf’tan başka Levi, Yahuda, Ruben, Binyamin, Şimeon gibi isimler de onun oğullarına vermiş olduğu isimlerdir. Yani anlayacağınız Sayın Başbakan’ın Davos’ta “One minute” çektiği bugünkü İsrail Cumhurbaşkanı Peres de Yakup’un oğullarından Şimeon’un adını taşımaktadır; yani Şimon Peres(1).
İsrail, Hz. Yakup’un ikinci ismi veya lakabıdır. Bu lakap, Yakup isminin yerine kaim olmak üzere Kur’an’da da geçmektedir(2). İsrail kelimesinin anlamına gelince; bu konuda iki ayrı görüş vardır. Daha çok bazı İslam âlimlerinin benimsedikleri bir görüşe göre İsrail; “Gece yürüyen adam”, yani “Gece yürüyüşçüsü” demektir. Rivayete göre; Hz. Yakup, ikiz kardeşi Ays’ın kendisini öldürmesinden korktuğu için dayısının yanına giderken gündüzleri saklanıp geceleri yürüdüğü için kendisine “Gece yürüyüşçüsü” anlamında İsrail denilmiştir(3). Bilindiği gibi Arapça “İsrâ” kelimesi “Gece yürüyüşü” demek olup, bilindiği gibi Hz. Peygamber de Miraca çıkarken bir gece yürüyüşü gerçekleştirmiştir.
Ancak bu rivayet, akılcı olmakla birlikte, Tevrat kaynaklı diğer rivayet kadar meşhur olamamıştır. Hz. Yakup’un ikinci ismi veya lakabı olan “İsrail” ile ilgili Tevrat kaynaklı ikinci rivayete göre “İsrail”, “Tanrıyla güreşen” hatta “Tanrıyı yenen adam” demektir. Hangi tanrı? Elbette Yahudilerin bir anlamda Milli Tanrı pozisyonuna soktukları ve “Allah” yerine koydukları “Yehva” veya “Yehova”. Yehova’nın kelime anlamı “O, olmasına neden olur” demektir. Tıpkı İslam’da Allah için kullanılan “Kün fe yekûn-Ol dedi oldu” gibi bir kabul ve anlamlandırmadır bu. Dolayısıyla Yehova, Yahudilikte bir anlamda Allah demektir. Böylece Tevrat’a göre; Hz. Yakup, Allah ile güreşmiş ve onu yenmiştir!
Yukarıda Hz. Yakup’a, bir görüşe göre; kardeşi Ays’ın kendisini öldürmesinden korktuğu için dayısının yanına giderken gündüzleri saklanıp geceleri yürüdüğünden dolayı “İsrail” denildiğini söylemiştik. İşte O’nun, insan suretine giren tanrıyla veya onun meleğiyle güreşmesi(4), muhtemelen bu gece yürüyüşü sırasında vuku buluyor. Bu esrarengiz olay Tevrat’ta (Tekvin/ Bab32/24-32) şöyle anlatılmaktadır:
“Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıt verdi. Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.” Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.” Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı. Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi. Yakup Peniel’den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.”(5)
Görüldüğü gibi, Tevrat’a göre; Hz. Yakup, Tanrı (Yehova) ile gecenin bir yarısında güreşe tutuşmuş ve bu güreş sabaha kadar devam etmiştir! Tanrı, yakasını bir türlü Yakup’un elinden kurtaramamış ve güreş bir anlamda tanrının pes etmesiyle neticelenmiştir! Oysa böyle bir kabul, İslam’a göre Allah düşüncesine ters bir kabuldür, hurafedir ve uydurmadır…
İsrail Devleti’nin, bugün izlemekte olduğu siyasetin ve komşularına karşı takınmış olduğu şımarık ve umursamaz tavrın oluşmasında hiç şüphesiz bu kabulün de etkisi bulunmaktadır. Yani İsrail oğulları, kendilerini, hâşâ gerekirse Tanrı’yla bile başa çıkacak derecede güçlü hissetmekte ve kendilerine bu derece güven duymaktadırlar. İsrail’in umursamaz tavrının arkasında yatan güçlerden birisi ABD’nin tutumu ise de bence en önemli güç, işte bu Yahudi Milli Şuuru’dur. Ve bu şuur, büyük ölçüde muharref, yani tahrif edilmiş Tevrat’tan kaynaklanmaktadır.
Kendisine Tevrat gönderilen Hz. Musa, genel kabul görmüş bilgilere göre; M.Ö.14. yüzyılın sonu ile 13. yüzyılın başında yaşamıştır. Bugün elimizde bulunan Tevrat ise, yine genel kabul görmüş bilgilere göre; M.Ö.6’ncı yüzyılın sonları ile 5’inci yüzyılın başlarında yazılmıştır. Zira yaşadığı devir olarak M.Ö.604 ile 502 arasında olmak üzere muhtelif tarihler verilen Bâbil kralı Nabokadnezzar (Nabukatnezar)’ın, diğer adıyla Buhtunnassar, Kudüs’ü ve Tevrat nüshalarını yakıp yıkmış, Tevrat okuyanların büyük çoğunluğunu öldürüp bir kısmını da Babil’e sürgün ve esir etmiştir. Bu yıkım ve felâket sebebiyle Tevrat hükümleri büyük ölçüde unutulmuş ve günümüzdeki Tevrat nüshaları, yıllar sonra ve halk arasında hatırlandığı kadarıyla Yahudi bilginleri tarafından tekrar kaleme alınmıştır. İşte bu kaleme alma sırasında Rahip Ezra ve arkadaşları, Tevrat’a hem kendi düşüncelerinden, hem de Sumer ve Bâbil efsanelerinden bazı intihal ve ilaveler yapmışlardır(6).
“Yahudilerin Babil Sürgünü” başlıklı yazarı belli olmayan bir yazıda olay şöyle anlatılmaktadır:
“… Zorobabel’in önderliğinde Babil’den ana yurtlarına dönen Yahudiler, M.Ö. 515 yılında Kudüs’te ‘2. Bet-Amikdaş’ adını verdikleri ikinci tapınağı inşa etti. Yahudi tarihçilerine kalırsa; bu tapınağın yapımı, Pers Kralı’nın Yahudi asıllı karısı Ester’den doğan oğlu Kral 2. Darius’un katkısıyla başarılmıştır. Kudüs’teki ikinci tapınağı inşa eden Yahudilerin dinsel liderliğini bir sofer (Tevrat yazıcısı) ve koen (rahip) olan Ezra üstlenmişti. Tevrat’ın ilkelerini ülkeye yeniden yerleştirmeye girişti ve asimilasyona, karma evliliklere karşı topluluğu uyardı”(7).
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere; bugün elimizde olan Tevrat, Hz. Musa’ya inen orijinal Tevrat olmayıp, elbette içinde orijinal Tevrat’tan da ayetler bulunan muharref bir Tevrattır ve en iyi ihtimalle M.Ö.6’ncı yüzyılın sonu ile M.Ö. 5’inci yüzyılın başlarında Tevrat yazıcıları ve Yahudi din adamları tarafından kaleme alınmıştır.
Yahudi kaynaklarında ismi “Ezra”, sıfatı “Tevrat Yazıcısı” ve “Rahip” olarak geçen kişi, İslam kaynaklarında ismi Hz. Üzeyr olarak geçen ve Peygamber olma ihtimali çok yüksek olan bir zattır. İsmi Kur’an’da da geçen ve Peygamber olması şüpheli üç kişiden birisi olanak kabul edilen Hz. Üzeyr, İslam Tarihçisi M.Asım Köksal’a göre; Babil Sürgünü sırasında çocuk yaşta olduğu halde Tevrat tamamıyla ezberinde olan bir kimsedir. Babil hükümdarı, bütün Tevrat nüshalarını yaktırdığı ve Tevrat okuyanları öldürttüğü halde, çocuk olduğu ve onun Tevrat’ı ezberden okuyacağına ihtimal vermediği için kendisini öldürtmemiştir. Dolayısıyla, sürgün hayatı bitip de Yahudiler tekrar Kudüs’e döndüklerinde “Yüce Allah, İsrail oğulları için, Tevrat’ı yenilesin ve bu, kendileri için de, bir Mucize olsun diye, Uzeyr Aleyhisselâmı gönderdi. O da onlara Tevrat’ı okuyup yazdırdı”(8).
Görüldüğü gibi, son devrin önemli İslam âlimlerinden sayılan ve yazmış olduğu İslam Tarihi Pakistan’da bile ödül alan M.Asım Köksal, Ezra’nın, yani Hz. Üzey’in, Tevrat’a kendiliğinden bir şey katmadığını imâ etmektedir. Bir taraftan “Tevrat ve İncil, tahrif edilip bozulduğu için onların yerine kaim olmak üzere Kur’an gönderilmiştir. …“ deyip, bir taraftan da bu hususu teğet geçen bilgileri üstelik de Diyanet yayınlarına dercederek Müslümanların bilgisine sunmak da ancak bize yakışan bir durum olsa gerekir!
_______________
1-Hz. Yakup’un hikâyesi için bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, “İsrail-Beni İsrail” maddesi, c, 23, s, 193-195, İstanbul, 2001 & M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c,1, s, 263 ve devamı, TDV Yayını, Ankara, 990.
2- Âl-i İmrân, 3/93, Meryem 18/58,
3- M.Asım Köksal, age, s, 271,
4- TDV İslam Ansiklopedisi, c,23, s, 194.
5- bkz. Prof. Dr. Süleyman Ateş, “Hz. Yakup’un unvanı ‘İsrail’dir” başlıklı yazısı, & Cengiz Duman, “Hz. Yakub’un İsrail lakabını alması” başlıklı yazısı, ,
6- Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni, s. 102 ve devamı, 19. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008.
7-http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=9131.0,
8- M.Asım Köksal, age, c, 2, s, 279-280,