NECDET BULUZ
Günümüzde sağlıklı beslenme ve uzun yaşamanın yolları aranıyor. Bu nedenle de doğal beslenmeye, spora önem veriliyor. Doktorlar ve uzmanlar, daha sağlıklı ve uzun yaşanabileceğinin de özelliklerini sıralıyorlar.
Ancak dikkat ed,lecek olursa insanlar çok erken yaşlarda hayata veda ediyor. Kanser ve kalp krizi nedeni ile genç yaşlarda ölenlerin sayısındaki artışlar da ürküntü veriyor. Aranan ve ortaya konulan çözüm yollarının şu an için yeterli olduğunu da söyleyemeyiz.
Geçmişe baktığımızda atalarımızın ve dedelerimizin çok uzun yıllar sağlıklı yaşadıklarını görürüz. Özellikle Türklerin atalarının bu sağlıklı ve uzun yaşam koşulları çeşitli araştırmalara da konu olmaya devam ediyor.
Biz, Türk dünyası uzmanı Shurubu Kayhan’ın Türklerin ataları ile ilgili yazılarını genellikle köşemize taşıyor,sizlerle paylaşıyoruz.
Kayhan son paylaştığı yazısını Hunza Türklerine ayırmış.İnternethaber’den aldığı yazısında Hunza Türkleri’nin 165 yıl yaşadıklarının sırlarını da ortaya koymuş. Kayhan yazısında “Tamamen Müslüman olan Hunza Türkleri ortalama 110 ile 120 yıl yaşıyor. Burada 65 yaş yolun yarısı sayılıyor…100 yaşında ölenlere genç öldü deniliyor” diyor.
Kayhan’ın bu ilgi ile okuyacağınıza inandığımız yazısı ile sizleri başbaşa bırakıyoruz.:
“Hunza Türkleri Hun Türklerinden geliyor. Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var..
Çin ve Afganistan sınırında Pakistan’ın Keşmir kentinde yakınlarında yaşayan Hunza Türkleri ortalama 120 yıl yaşıyor.
Bilim adamlarının dikkatini çeken bu ömür süresi onları araştırma yapmaya yöneltti. Yolun yarısının 65 yaş olduğu bu toplulukta kadınlar, 65-70 yaşında doğum yapıyorlar.
Tamamen Müslüman olan Hunza Türkleri ortalama 110 ile 120 yıl yaşıyor. Burada 65 yaş yolun yarısı sayılıyor…100 yaşında ölenlere genç öldü deniliyor.
Hunza Türklerinin çok ilginç bir yanı da burada hiç kanser vakasının olmaması.
Bu Türkler kansere yakalanmadıkları gibi sık rastlanan diğer rahatsızlıklara da uğramıyorlar.
Bunun nedeni denizden 6 bin metre yükseklikte çok yüksek oksijeni olan bir bölgede bulunmaları. Buz gibi temiz su içip kendi ekip biçtiklerini yemeleri.
Hunza Türkleri’nin et ve baharatlı yemekleri çok ünlü ve sadece kendi ürettikleri sebze ve meyveleri tüketiyorlar.
Coğrafi zorunluluklar ve iklim değişikliklerin gibi sebeplerle Sibirya ve bugünkü Rus düzlüklerinden Orta Asya bozkırlarına indiği düşünülen Türkler, orman avcılığından göçebe çobancılığa geçiş süreci yaşamıştır.
Türk dilinde ormancılık ve orman yaşamıyla ilgili sözcüklerin, bozkır yaşantısındaki sözcüklerden daha eski olması ve Pazırık Kurganında ren geyiği görünümü verilmiş atlar çıkartılmış olması bu süreci doğrulamaktadır.
Coğrafi şartlar ve iklim değişiklikleri veya bilinemeyen nedenlerden ötürü Türk kabilelerinin büyük bir kısmı yerleşik ve ormancılık hayatından bozkır hayatına geçmişlerdir ve bir şekilde bozkır hayatına alışmışlar.
Bugünkü Doğu Türkistan, Moğolistan ve Altay bölgelerinin İlkçağ’da ve Orta Çağ’ın başlarında Türkler’in anayurdu olduğu düşünülmektedir. Bu alan; 1200 ila 1400 metre arasında değişen bir yayladır. Büyük çöküntüler ve yüksekliklerden oluşan bu arazide Altay Dağları’nın yüksekliği 4600 metreden fazladır. Ötüken’in bulunduğu bölge 4000 metre civarındadır. Cungarya ve Gobi Çölü’nün bulunduğu alan yılda 100 milimetreden az yağış alır.
Bugünkü Doğu Türkistan, Moğolistan ve Altay bölgelerin de yıllık yağış 200 milimetreyi geçmez. Kışın soğuk şiddetlidir: 50 dereceye kadar düşer. Kışın büyük bölümü toprak karlar altındadır.
Yazın hava çok sıcak olabilir ya da kötü geçen yıllarda fırtına da görülebilir. Sık ladin, çam, köknar ormanlarıyla kaplı yüksekliklerin eteklerinde çayırlar vardır. Çukur yerlerde ise ağaçlıklı otlaklar ve çalılıklar vardır.
Bu bölgelerden Çin’e doğru giden topraklar ve İran’a doğru giden topraklar uçsuz bozkırlarla ve çöllerle kaplıdır. Altay’a yakın Sibirya bölgelerinde ise tayga iklimi vardır.
Böyle bir alanda İlkçağ ve Orta Çağ’da yaşayan topluluklarda ekonominin temeli hayvancılığa dayanmaktadır. Geniş steplerde en çok at ve koyun yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Bunlardan başka deve ve sığır da beslenmektedir. Koyunun yünü eğilerek ip yapılır ve bundan halı, kilim üretilmektedir. Andronova ve Afanasyevo Kültür kalıntıları sebebiyle, bilim adamları halının ana yurdu olarak Orta Asya’yı göstermektedir.
Özellikle Orta Asya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden göçebe toplumlarda hayvancılık ön plandaydı. Bu yüzden Orta Asya bozkırlarında göçebe hayatı yaşayan insan toplulukları yazlık alanlar ve kışlık alanlar belirleyerek belirli bir yol üzerinde göç ederlerdi. Göçler rastgele değildi. Göç edilecek yerler ve takip edilen yollar önceden belirliydi. Böyle bir Bozkır hayatına bağlı olarak On iki Hayvanlı Takvimi gelişmiştir. Bu takvim; güneş ile ay arasındaki döngüye ve “geyik böğürtüsü”, “bir hayvanın doğması”,”bir göçmen kuşun geri dönmesi” gibi doğa olaylarına bağlıdır.
Bozkır hayatında, sebzeye karşı fazla istek duyulmazdı. Sütlü darı, peynir, yoğurt ve kısrak sütünden yapılan kımız, Orta Asya topluluklarının başlıca besin maddeleriydi.
At ve koyun etinin saklama ihtiyacı “ilkel konserveciliğin” gelişmesine yol açmıştır. Göçebe topluluklarda “yonca”nın ve “darı”nın oldukça önemi vardır.”
[email protected]
www.facebook.com/necdet.buluz
Bir yanıt yazın