DUVAR
Son zamanda Amerikan emperyalizminin ekonomik ve toplumsal çürümesi, resmi siyasi gargaralar ile temel gerçeklik arasındaki uçurumu gizlemeye hizmet eden söylemlerde gizlendi.
Şimdi Başkan D.Trump, “Önce Amerika” korumacı politikasıyla ülkeyi kontrol eden kapitalistlerin yozlaşmasını, acımasızlığını, asalaklığını ve faşizan zihniyetini kişiliğinde cisimleştiriyor…
Artık herşey bütün çıplaklığıyla görülüyor…
*
Trump, imzaladığı iki başkanlık kararnamesiyle Meksika sınırında 3 300 kilometre duvar inşasına başlanmasını ve kayıtsız göçmenlerin suçlu olarak kabul edilmesinde bir artışı istiyor.
Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto, Trump’a yapılan nefret çağrıları ve artan hayat pahalılığı nedeniyle yaygın bir halk muhalefetiyle karşı karşıya iken;
Karşı konulmaz bir baskıya maruz kalmıştır ve planladığı Beyaz Saray ziyaretini iptal ediyor.
İki ulus arasında ticareti, güvenliği ve göçü kapsayan konularda dostça ilişkiler şimdi çökme belirtisi veriyor…
*
Aslında Trump’ın “Önce Amerika” adına önlemleri, servetin şirketlere ve mali egemenlere aktarımının hızlandırılması ile birlikte halkların demokratik haklarına ve toplumsal koşullarına yönelik topyekün bir saldırı gerçekleştirmek için yabancı düşmanlığını ve göçmen karşıtı şovenizmi kışkırtmayı amaçlıyor…
Böylece, süper zenginlere getirilecek büyük vergi indirimlerinin ve yoğun askeri güçlendirmenin bedelini;
Sosyal programların içinin boşaltılması, vahşi sömürü ve temel demokratik haklardan geride kalanların ortadan kaldırılması ve herkesin birbiriyle kapıştığı bir ticaret politikasının da sağlanmasıyla, başta Amerikalılar olmak üzere tüm insanlığın ödeyeceği bir zamana giriliyor…
*
Trump’ın “Duvar” hamlesinin, 1994’ten beri işleyen ve ABD-Meksika ticari bağlarının temelini oluşturan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) yeniden görüşme tehdidinde bulunduğu bir sırada gelmesi dikkat çekicidir.
Esasen ülkelerin ekonomik güvenliklerini belirleyen küresel ya da bölgesel organizasyonlar;
İş bölümünü: Malların, hizmetlerin ve üretim faktörlerinin serbestçe dolaşımını: Mal ve hizmetler ile üretim faktörlerinin kaynağı ve gideceği yere göre ayrıcalıklı olmayan uygulamaları temel alıyor…
*
Amerika kıtasında en önemli ekonomik bütünleşme olan NAFTA da, üye ülkeler arasında tüm ticareti ve yatırımları sınırlayıcı engellerin kaldırılarak bölgede serbest ticaret alanı oluşturulmasını öngörüyor.
Ama artan kutuplaşma ya da ekonomik yapıda oluşan çift yönlülük; mesela, Meksika’da NAFTA’nın yıkıcı etkisine neden oluyor.
Nitekim Amerika pazarına hizmet sunmak amacıyla kurulan, Kuzey sınırının ötesinden de işler alan çok uluslu Meksika’da yerleşik “Maquiladoras- Montaj Fabrikaları”;
Sahipleri ve yöneticileri için yüksek kazançlar sağlamasına rağmen ana ekonomiye katkıda bulunacak çok az yerel bağlantı kanalları meydana getirmiştir…
*
Daha 1994’de NAFTA’nın yürürlüğe girdiği sırada ABD Başkanı Bill Clinton yönetimi Meksika sınırına duvar inşasına başlamış,
Sermaye ve sermayedarların serbest dolaşımına kapıları açılırken, Meksikalı işçilerin ABD ve Kanada’ya girişlerine engel olunmaya başlanmıştı.
29 Eylül 2006’da, Başkan George W. Bush yönetimi sırasında 1 100 kilometrelik fiziki engellerin inşasına ilişkin “Güvenli Çit Yasası – Secure Fence Act ” onaylandı..
ABD’li şirketler, vergi muafiyeti rejimi sayesinde buraya montaja yönelik yarı mamuller ihraç ettiler.
Sonra ABD’ye ithal ettikleri bitmiş mamullerden, Meksika işgücünün çok daha düşük maliyetli oluşu ve başka kolaylıklar sayesinde çok yüksek kârlar yaptılar.
Bilhassa Meksika iç pazarı devlet destekleriyle düşük fiyatlı ABD ve Kanadalı tarımsal ürünlere boğuldu.
Tarımsal üretimin düşmesiyle kırsal kesimin ekonomisi çöktü.
Maquiladoras’lar ABD’li şirketlerin denetimindedir, sınırın Meksika tarafında bulunan binlerce sanayi kuruluşu için düşük maliyetli bir işgücü havuzu görevi yapıyorlar.
*
Buralarda çalışma saatleri çok ağırdır, toksik etkiler çok yüksek, ücretler çok düşük ve sendikal haklar hemen hiç yoktur.
Yaygın yoksulluk, uyuşturucu kaçakçılığı, fuhuş, artan suçluluk bu bölgelerde hayatı fazlasıyla zorlaştırıyor.
Nitekim Credit Suisse’in 2014 tarihli bir raporu Meksika’da, en tepedeki yüzde 10’un servetin yüzde 64,4’ünü kontrol ettiğini gösteriyor.
Meksikalıların yarısından fazlası yoksulluk sınırı altındadır, yoksulluk oranı son on yılda yüzde 10 artmıştır.
Yalnızca tepedeki yüzde 20’nin hızla yoksulluğa sürüklenecek kadar kırılgan olmadığı düşünülüyor.
*
Üstelik E.P.Nieto yüzde 25 ile ülke tarihinin en az desteğe sahip Devlet Başkanıdır.
Seçmenlerin yüzde 80’i yalnızca iktidardaki Kurumsal Devrimci Parti’ye değil, muhalefet partileri Ulusal Eylem Partisi ve Demokratik Devrim Partisi’ne de güvenmiyor.
Görülmemiş bir meşruiyet krizi yaşanıyor…
Bu yılın başında Meksikalılar, hükümetin benzin sübvansiyonu kesintisine yoğun protestoda bulundular.
Eşitsizliğe, yolsuzluğa ve artan hayat pahalılığına karşı ortak hoşnutsuzluğu açıkça ortaya çıkardılar.
Ama Meksika egemenleri, sübvansiyon kesintisini geçirdi ve protestoları bastırdı.
ABD’de yeni Trump yönetimine ülkenin Amerikan bankaları ve şirketleri için bir ucuz emek gücü ve kaynak cenneti olarak kalacağını kanıtlamayı başardı…
*
Şimdi Trump yönetimi, Meksika’ya bağımlı bir yarı-sömürge gibi davranıyor.
Ticari ilişkilerin devam etmesinin bedeli olarak aşağılayıcı ve kabul edilemez koşullar dayatmanın tehdidinde bulunuyor.
Trump “Duvar” inşasıyla kalmıyor, ABD’de yaşayan milyonlarca Meksika yurttaşının çoğunu ciddi bir tehlike içine sokan göçmenlik önlemlerini de açıklıyor.
Sınır devriyesine 5 bin kişi ekleyen, Göç ve Gümrük Muhafaza memurlarının sayısını üçe katlayan, göçmenlerin yakalanıp gözaltına alınması için yerel polise destek sağlayan ve mahkeme gününü bekleyen yüz binlerce göçmenin hapsedilmesi emri veren yönetsel talimatlar yayınlıyor.
*
Meksika’ya ve ABD’deki göçmen nüfusa yönelik saldırı “Önce Amerika” programının ya da ABD emperyalizminin,
D.Trump eliyle Latin Amerika’daki egemenliğini, son yıllarda bölgedeki ekonomik alanı giderek artan Çin’in zararına genişletme yönünde saldırgan bir hamleyi içerdiği de açıkça görülüyor…
*
Ne ki, Trump “Önce Amerika” sözü vermeden önce Çin ve Rusya zaten ulusalcılığa dönmüştür.
Almanya, yalnızca Avrupa içinde bir güç işlevi görmeyeceği ve küresel ölçekte etki oluşturması gerektiği iddiasını sürekli tekrarlıyor.
Birleşik Krallık, bir dünya gücü olduğu dönemin anılarına seslenme girişimi olan “Küresel Britanya” vurgusu yaptığı Brexit referandumunda ulusalcılığa güçlü bir başvuru yapmıştır…
Hindistan’da, Başbakan Narendra Modi “Hindistan’ı modernleştirme” uğraşını Hindu gururuna seslenme ile birleştiriyor.
Japonya’da Başbakan S.Abe “ulusal diriliş” kampanyasının başını çekiyor.
*
Ekonomik ulusalcılığa dönüş bu ülkelerdeki siyasilerin kişiliğinden ya da psikolojisinden kaynaklanmıyor.
Özgür demokrasilerde hep iktidar sahiplerinin, parlamentoların ve mahkemelerin genel ahlak kurallarını koruyup kolladığına güvenen insanlar, şimdilerde tepeden devre dışı bırakılmaktan endişe ediyor.
Siyasilerde halklarda var olan ekonomik ve siyasi düzene yönelik kaynayan hoşnutsuzluklarından zenginler adına yararlanmaya çalışıyor…
*
Türkiye ise varını yoğunu kaptırdığı Erdoğan eliyle müthiş bir hayale yuvarlanıyor.
O, İslamcı ülkelerin askeri ve ekonomik gücüne, kültürel gücüne, rıza yaratmaya ve küresel bir cazibe yaratmaya dayanan bir merkez ülkenin lideri olmayı hedefliyor!
İslam Ümmeti oluşturmak hayali üzerinden Batı’ya karşı birlik, dirlik ve azmi yükseltmek üzere;
Türkiye’de, “Egemenlik, kayıtsız ve koşulsuz ulusundur; kişiye devredilmez” ilkesini ayaklar altına alıyor.
Demokratik rejimin en önemli özelliği kuvvetler ayrılığını yok etmek pahasına parlamenter demokratik sistemi ortadan kaldırmayı test ediyor…
*
“Duvar” şiirinde Nazım Hikmet,
“Biz bugünün kahramanı,
yarının
münadisiyiz.
Bu durmadan akan,
yıkıp yapan
akışın
çizgilenmiş sesiyiz.
Biz,
adımlarını tarihin akışına uyduran
temelleri çöken emperyalizme vuran,
yarını kuran
larız.
O duvar
o duvarınız
vız gelir bize vız!…”diyor.
31.1.2017