Yeni Başkan D.Trump’ın, 2020 yılına kadar geçerli ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinin hedeflerine ilişkin sürdüreceği mücadelede;
Ulusal şovenist, militarist ve polis devleti hükümeti oluşturmaktan kaçınması gerekiyor.
Çünkü Amerikalılar ve bir çok ulustan milyonlarca insan, hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı talep ediyor…
*
O yüzden ABD’nin hukukun üstünlüğü, demokrasinin korunmasının uluslararası alanda savunulması gibi kriterlere dayanan liderliğini,
Dünya barışı ve istikrarı gibi önemli değerleri sağlamak konusundaki sorumluluğunu,
Dağıtarak birlikte yönetim sağlaması gerekiyor.
Başkan D.Trump’ın “Make America Great Again ” sloganıyla ABD’nin yükselişini sağlaması sadece bu yolla olanaklı görülüyor…
*
Halbuki, ABD küresel ölçekte ve Asya’da üstünlüğünü “ne pahasına olursa olsun” sürdürmenin kararındadır.
Mesela, Asya’ya Dönüş stratejisi Amerikan üstünlüğünü garantiye almayı hedefleyen kapsamlı diplomatik, ekonomik ve askeri bir proje olarak;
Gelecek otuz yılda gelişmiş nükleer silahlar için 1 trilyon dolar harcanmasını öngörüyor…
Çünkü Pentagon Çin’in nükleer bir karşı saldırıya girişme kabiliyetini yok etmeyi hedeflerken,
Çin ABD’ye misilleme yapma kabiliyetini sürdürebilmeyi öngörüyor.
*
Nitekim yeni Başkan D.Trump’ın kabine adaylarını belirleme sürecindeki görüşmeleri de,
Çin hükümetinden kapsamlı ekonomik ve stratejik ödün taleplerini büyük ölçüde arttırmak niyetinde olduğunu doğruluyor.
Bir askeri çatışma ve nükleer silahların kullanımıyla sonuçlanabilecek politikalar ileri sürülüyor…
*
Çin’e odaklanma Amerikan ulusötesi şirketlerinin çıkarlarından kaynaklanıyor.
Yeni Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, dev şirketler grubu ExxonMobil’in eski CEO’sudur.
ExxonMobil, Tillerson’ın yönetiminde Vietnam’ın ortaklığıyla ve Çin’in toprak iddialarını hiçe sayarak saldırgan bir şekilde Güney Çin Denizi’nde olası petrol ve doğalgaz alanlarına erişme peşinde koşmuştu…
*
Şimdi Tillerson, Çin’in Güney Çin Denizi’nde egemenlik alanı olarak iddia ettiği Spratly takımadalarındaki adacıklarda ve sığ kayalıklarda tesisler kurmasına görülmemiş karşılıklarda bulunuyor.
“Çin’e, ada yapımına son vermesini ve o adalara erişimine izin verilmeyeceği yönünde açık bir mesaj vereceğiz” diyor…
*
Güney Çin Denizi’nde Fiery Cross Reef’te bulunan Spratly takımadalarında Çin askeri personeli bulunuyor.
Hava sahası Çin hava kuvvetleri, suları Çin Sahil Koruması ve donanması tarafından korunuyor.
Adalara erişimin engellenmasinin tek yolu ABD askeri güçlerinin Çin Denizi’nde büyük ölçekli konuşlandırılmasından geçiyor…
*
Esasen ABD ve Çin gibi iki nükleer silahlı güç yalnızca Güney Çin Denizi’nde değil;
Washington’un Asya’ya dönüş stratejisi ve bölge genelindeki saldırgan askeri yığınağı eliyle kızıştırılan Kuzey Kore ile Tayvan gibi diğer tehlikeli parlama noktalarında da sık sık yüz yüze geliyor.
Bölgede nükleer silahlar, taşıyıcı sistemleri ve ilişkili teknolojiler alanında bir silahlanma yarışı sürüyor.
*
Çünkü karşılıklı güven eksikliği ve farklılıkların uzlaşmaz olabileceği yönünde büyüyen algı, her iki hükümeti de askeri çözümler aramaya sürüklemiştir.
ABD ve Çin hükümetleri hızla tırmanabilecek ve bir nükleer çatışmaya varabilecek bir savaş başlatmaktan birkaç kötü karar kadar uzakta bulunuyor.
*
Üstelik iki hükümetin yoğun askeri rekabeti, yalnızca gerilimleri ve savaş tehlikesini arttıran eşitsiz bir rekabeti gösteriyor.
ABD’nin yaklaşık 7 bin savaş başlığına kıyasla Çin’in 260 savaş başlığı bulunuyor.
Çin’in hedefi, ABD’nin bir ilk saldırısından sağ kurtulacak inandırıcı bir nükleer caydırıcılık sağlamak iken;
Washington’ın hedefi öncelikle nükleer silahların kullanımını hiçbir zaman göz ardı etmemeye dayanıyor…
*
Nitekim Haziran’da ABD’nin, Güney Çin Denizi’nde “Denizcilik Özgürlüğü” operasyonu yürütmesinden,
Kuzey Doğu Asya’da, Çin’in misilleme yeteneğini etkisizleştirmeyi amaçlayan antibalistik füze sistemlerini konuşlandırılmasından sonra,
Çin; savaş başlıklarının ve füzelerin üst düzey sıkı denetimi altında ayrı ayrı depolandığı mevcut politikadan kopmuştur.
Şimdilerde nükleer silahlarla donattığı denizaltıları Pasifik’te devriye geziyor…
*
Trump’ın arkasındaki ekonomik çıkarların çözümlenmesi, onun Çin ile nükleer silahların kullanılması riski oluşturan topyekün bir savaş tehdidinde bulunmaktan daha fazlasına hazır olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmıyor.
Trump, Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki toprak taleplerini reddetmenin yanı sıra,
Çin mallarına gümrük vergisi uygulanması, Pekin’in nükleer silah programına son vermesi için Kuzey Kore’ye baskı yapılması,
“Tek Çin Politikası”nı da tanımama tehdidi içeren işaretler veriyor.
*
Giderayak Başkan Obama, Trump’ın Tayvan lideri ile doğrudan telefonda görüşmesi nedeniyle başgösteren krizle ilgili olarak,
Tek Çin yaklaşımının Çin için çok önemli olduğunu ve ABD ile bu ülkenin arasında bulunan stabil ilişkilerin bozulmasının iki ülke için de dezavantaj olduğunu söylüyor.
“Eğer Trump uzun yıllardır devam eden ABD’nin Tek Çin politikasını değiştirmeyi ya da esnetmeyi planlıyorsa bunun hem diplomatik hem uluslararası sonuçları olacaktır” diyor.
*
ABD, 1979’da Çin ile diplomatik ilişkiler kurarken, Pekin’i tüm Çin’in tek meşru hükümeti olarak kabul etmiş ve Tayvan ile diplomatik ilişkileri sona erdirmiştir.
Ama Başkan D.Trump’ın, Aralık’ta 1979’dan beri ilk kez Tayvan devlet başkanı ile bir telefon görüşmesi yapması,
Onun, Obama yönetiminin Asya’ya dönüşünü diplomatik, ekonomik ve askeri anlamda daha da yoğunlaştıracağı biçiminde algılanmıştır.
Halbuki Tek Çin politikasının sorgulanması yalnızca Tayvan’ı etkilememektedir.
Özellikle Tibet’te ve Sincan’daki Çin’in parçalanmasına yol açabilecek diğer ayrılıkçı hareketlere de yol açıyor…
*
Çin, ciddi kaygıda olduğunu ve Tayvan’ın Çin’in egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve öz çıkarlarına dahil olduğunu vurguluyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı , Çin-ABD ilişkilerinin temeline zarar vermenin, Asya Pasifik’te ve uluslararası ölçekte barışı, istikrarı, gelişmeyi ve refahı ilgilendirdiği uyarısında bulunuyor.
*
D.Trump’ın Çin rekabetine ilişkin kaygısı, onun kimi Amerikalı egemenin önce Rusya’ya karşı harekete geçmeye yönelik şiddetli taleplerine karşı koyma kararlılığını güçlendiriyor.
O yüzden D.Trump ve kabinesini oluşturan milyarderler ve eski generaller hizbi, bir dizi konuda Çin ile çatışmayı kışkırtacaklarının işaretini veriyor.
ABD’nin Çin’e yönelik gündemi, Çinli kapitalistlerin yaşamsal çıkarlarını ve Çin Komünist Partisi rejiminin siyasi istikrarını hattâ varlığını tehdit ediyor.
Her ne kadar Çin Komünist Partisi kapalı kapılar arkasında uzlaşma çağrısı yapsa da, ABD nükleer savaşla tehdit etmekten başka herhangi bir yanıt verecek durumda değildir…
Çünkü ABD küresel egemenliğinin çöküşünü tersine çevirmek için her şeyi göze almış görünüyor…
*
Ama Barack Obama, ” Tek Çin politikasının sorgulanmasının sonuçlarını baştan sona düşünmelisiniz. Çünkü Çinliler bunu diğer konularda olduğu gibi ele almaz. Hattâ onlar çok sayıda gerilim yaşadığımız Güney Çin Denizi çevresindeki sorunlarda davrandıkları şekilde bile davranmaz. Bu, onların kendilerini nasıl gördüklerine kadar gider. Onların bu konuya yönelik tepkileri çok önemli sonuçlar doğurabilir” diyor…
19.1.2017
Bir yanıt yazın