2017’ye UYANMAK -2 (BU NE DUMANDIR?)

2017’ye UYANMAK -2 - 670h

2017’ye UYANMAK -2

(BU NE DUMANDIR?)

Hüseyin MÜMTAZ

Ne yapmalı?

Buradaki “ne yapmalı?”, aklınıza ilk gelen, o bayıldığınız meşhur soru değil…

Lenin’i elbette okudum da şimdi başka bir şey önerme durumundayım.

Fakat neyi, nasıl yapacağımıza karar vermeden önce “nelerin olmakta olduğunu” doğru değerlendirmemiz gerekecek.

Kaldı ki komünist diyalekt ya da düşünce tarzı artık ancak arkeolojik kazılarda toprak altından çıkarılabilen “buluntu”lar haline geldiği için “meseleye tesir eden-çözüm öneren faktör” olmaktan hayli uzaklaşmış ve zorunlu olarak olaylara başka açılardan çözüm aramanın da yolunu açmıştır.

Mangalda kül bırakmayan komünistler (yahut solistler) giderek “bifokal” özellik taşımaya başladılar.

(Komün”ist” oluyor da sol”ist” neden olmuyor?)

Evet, neler oluyor?

Uzun bir süredir film, müzik, maç hariç televizyonun sesi kısıktır bizim evde. Ekrandaki görüntü yahut alt yazı ilgimizi çekerse kafamızı çevirir, sesi açarız.

Yine öyle bir gece yanı başımdan “Biz Yemen’e ağlardık, şimdi Yemen bize ağlıyor” sözlerini duyunca başımı okuduğum kitaptan kaldırıp bakmak zorunda kaldım.

Ve böylece “Neler Oluyor?”a Yemen’den başladık.

Ekranda çatışmalar nedeniyle 2,5 milyon kişinin evlerini terk ettiğini ifade eden BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi Direktörü John Ging; “Ülkede 7,6 milyon kişi gıdaya düzenli şekilde ulaşamıyor. Bunun bir adım sonrası açlık. Eğer yeterli destek sağlanmaz ve erişime izin verilmezse çok sayıda insan ölebilir” diyordu.

UNICEF de savaşın sürdüğü Yemen’de açlık sorunun felaket boyutlarına ulaştığını, 1.5 milyon çocuğun yetersiz beslendiğini, 370 bin çocuğun açlık çektiğini duyurmuş. Dünya Gıda Fonu Sözcüsü Luescher durumu “Korkunç bir durum var. Yeterli yiyeceği olmadığı için çocuklarının gözleri önünde kayıp gitmesini gören annelerin hali kalbinizi paramparça ediyor” sözleriyle tanımlamış.

Neden, ne olmuş Yemen’de?

“Yemen İç Savaşı”, 2015 yılının Mart ayında başlamış.

Son 20 yılımıza damgasını vuran; tarihi ve coğrafyayı alt üst edecek bir Amerikan projesi olan “Arap Baharı” sonrası devrilen eski cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, Şii Ensarullah Hareketine destek vermeye başlamış, bir türlü sağlanamayan istikrar sonucu bir hükümet krizi oluşmuş ve Husiler başkent Sana’a’yı ele geçirerek, yönetimi devralmış.

Yemen ordusu dağılmış, Husiler Taiz ve Aden’i ele geçirmiş, bunun üzerine Suudi Arabistan öncülüğünde bir koalisyon oluşturulmuş. Koalisyon güçlerinin bombardımanları Husilerin ilerleyişini durdurmuş ama Husileri geriletmeye de yetmemiş. Öte yandan El-Kaide ve diğer radikal gruplar ülkenin doğu bölgelerini ele geçirmiş olup çatışmalar halen devam etmekteymiş.

(2015 Aralık ayının sonunda Suudi Arabistan’da 34 İslâm ülkesinin katılımıyla kurulan, ortak karargâh kurup ortak tatbikat da yapan, kuruluşuna Dâvutoğlu ile beraber Akar’ın da gittiği İSLÂM ORDUSU’nun Irak ve Suriye’de IŞİD’le mücadele ettiğini duymadığımız için Yemen’de de bir işe yarayıp yaramadığını doğrusu hiç merak etmiyorum.)

Yemen, Umman ile Suudi Arabistan’ın güneyine sıkışmış 528.000 km. karelik 25 milyon nüfuslu bir Arap ülkesidir. Nüfusun yüzde 65’i Sünni, %35’i Şiidir.

Birinci Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı 30 Ekim 1918’de Mondros’u imzalamış; ertesi gün 1 Kasım 1918’de Yemen “bağımsız” bir devlet olmuştur.

Yemen Osmanlı’dan kopmuş, bağımsız bir devlet olmuştur ama bağrımızda “yakılan” türküler bize kalmıştır.

(Acaba Yemen’de de o dönemle ilgili, bizdeki gibi yürek paralayan “Yemenli” bir ağıt var mıdır? Yoksa “kutlama” şarkıları/marşları mı yazmışlardır?

 

“Mahlede ölüm yok bu ne figandır

Şu yemen elleri ne de yamandır.

 

Mızıka çalınır düğün mü sandın

Al yeşil bayrağı gelin mi sandın

Yemene gideni gelir mi sandın.

 

Kışlanın önünde redif sesi var

Bakın çantasında acep nesi var

Bir çift kundurayla bir de fesi var”.

Hatırladınız mı?

Hele “Havada bulut yok bu ne dumandır?” dizesi; sıkıntının, bekleyişin, umutsuzluğun, uykusuz gecelerin, acıların, yakarışın, yollarda eskiyen gözlerin, kuruyan gözyaşlarının türküsüdür.

Ama bir zamanlar…

…işte o zamanlar düşünce ufkumuz, ulaşılabilir/yönetilebilir/şekil verilebilir coğrafyamız “oralara” kadar uzanırdı..

Kahramanlıklarımızın sınırı Malazgirt, Kosova, Niğbolu, Mohaç’dan geçerdi.

Sonra taa dünyanın öbür ucuna, Kunuri’ye bile gittik.

Hepsi bizimken “kiralanan” Kıbrıs’ın hiç olmazsa yarısı da, “müttefiklerimize rağmen” yakın tarihte kazanılmış son kaledir.

Şimdi ise Afrin, Kobani, Azez, Menbiç, Dabık, Mare, Carablus gibi adını daha önce hiç duymadığımız köyler, kasabalar ile yetiniyoruz.

Ufkumuz kısalıyor, ruhumuz daralıyor.

“Süleyman Şah”ı bile geri çekiyoruz.

Irak televizyonuna göre Başika’dan da çekiliyoruz.

Bağdat’tan sonra Erbil’e de resmî ziyarette bulunup, peşmerge kampına gidiyorsak “Irak’ın toprak bütünlüğü”nden nasıl bahsedebiliriz?

Sarıkamış Şehitleri yürüyüşünde bile “çok üst düzeyde” İngiliz bayrağı taşınıyor, “ürün yerleştiriliyor”.

Ve hayret ekranda o marka/bayrak buğulanmıyor.

“Kahramanlıklarımız”, aynı İstiklâl Savaşı’ndaki İnönü, Sakarya, Dumlupınar gibi “sınır içi”ne döndü.

Şehitleri artık Ankara, Kayseri, İstanbul, İzmir’de stadyum, gar, kışla kapısı, adliye önlerinde; yollarda sokaklarda veriyoruz.

Veririz; “şehitler ölmez” elbette.…ama…

Sıra “Vatan bölünmez”e gelince…

İz TV’de Çoşkun Aral’ın Belfast belgeselini izlediniz mi? İrlandalıların 1981’de Thatcher tarafından bastırılan isyanını anlatıyordu.

Ama günümüzde, 2017 Belfast’ının caddelerinde iki yanlı çapraz her on metrede bir yükseklerde İngiliz bayrağının dalgalandığını gördük.

Ya bizde?

Son milletvekili seçimlerinde oluşan renk haritasına bakın ve susun…

Düşünün.

Başka vatan yok.

Farklılaştırmayalım, böldürmeyelim.

Tek renk yapalım, üzerine de kocaman bir “ay-yıldız” koyalım.

Biz de ülkenin en ücra köşelerindeki her yolun, her sokağın üzerine bayrak asabilelim.

****

Bu ne dumandır?

“Ne yapmalı”? derseniz;

Çok basit.

“NUTUK”la başlayın.

Hele son sayfasını iyi okuyun.  9 Ocak 2017


Yazıları posta kutunda oku