Beyaz Saray’daki değişimin arifesinde Suriye sorununa siyasal çözüm bulmak üzere Rusya, İran ve Türkiye’nin katılımıyla gerçekleşen ve ABD’nin dışarıda tutulduğu buluşma; Ankara’nın 2017 yılına bir dizi terörist katliamla adım atmasına neden oldu.
Başkan Obama görevdeki son günlerinde, H.Clinton’un kazanması gereken başkanlık seçimlerinin sonucunu etkilemekle suçladığı Rusya ile gerilim yaratmakta kararlı görünüyor.
Ancak bu yolla Neo-Con stratejisinin devamı sağlanabilecektir…
*
Ama Suriye’de yüz binlerce kişinin ölümüne mal olan savaşın herkes tarafından kabul edilen başarısızlığı karşısında,
Ankara müzakere başlatmış ve işin içinden olabilecek en kârlı biçimde sıyrılmanın niyetini ortaya koymuştur.
Bu amaçla Moskova ile kopma noktasına gelen ilişkilerini üstünkörü onarıyor ve Washington’a karşı mesafeli davranıyor.
Elbette Başkan Obama bunu kendine bir hakaret olarak kabul ederken,
Yönetimi Başkan D.Trump’a devretmeden önce son mermilerini de atıyor…
*
Ancak Büyükelçi A.Karlov’un bir sanat etkinliği sırasında Türk polis memuru tarafından öldürülmesi Rusya karşısında da Türkiye’nin elini zayıflatmıştır.
Suikastın bir dizi etkisi şimdiden dış politikaya yansımış bulunuyor.
1-Türkiye Suriye’de Rus seçeneğine bağımlılaşmıştır.
2-Rusya bunu fırsata çevirip Orta Doğu’da alternatif bir eksen kurmaya çalışıyor…
3-Moskova’nın İran’la ortaklaşa yürüttüğü sürece Türkiye gönülsüz de olsa katılmak zorundadır.
*
Türkiye, İran ve Rusya ile Suriye’de muhalifler ve rejim arasında kapsamlı ateşkesin, siyasi çözüm sürecinin garantörüdür.
Üç ülke de önceliğin Esad’ın koltuğundan uzaklaştırılması değil terörle mücadele olduğunu kabul ediyor.
Bundan böyle Hatay ve Kilis üzerinden Suriye’ye lojistik destek ve silah akışının durması gerekiyor.
Üç ülke de İŞİD, Nusra Cephesi ve bağlantılı gruplarla savaş sözü vermiş, silahlı hiçbir grubun Suriye’nin faydasına olmadığını açıklamışlardır.
*
Türkiye’nin bir görevi de muhalif grupları siyasal çözüme hazırlamaktır.
Şimdi Rusya, Türkiye’yi bu çizgiye çekerken;
Ankara’nın Ahraru’ş Şam gibi örgütlere karşı koruyucu tutumunu daha ne kadar sürdürebileceği ya da bu işbirliğinden nasıl kopabileceği merak ediliyor…
*
Rusya lideri V.Putin’in, Erdoğan ile birlikte ABD ve BM’nin yer almadığı yeni barış görüşmelerini organize etmeye başladıklarını ve müzakerelerin Astana’dan yapılabileceği açıklamasına,
Ya da Türkiye, Rusya ve İran’ın ortaya koyduğu konseptin başarılı olması halinde Orta Doğu’da alternatif bir eksenin oluşmasına karşı Batı’nın göstereceği direnç de merak ediliyor.
*
Sadece bunlar değil!
Kendi emirliğini kuran Nusra ile mücadele nasıl yapılacaktır?
Halep, Hama, Şam ve Humus’tan gelen sığınmacılarla bir toplama kampına dönüşen İdlib’te neler olacaktır?
Türkiye, İdlip’teki silahlı örgüt mensupları ve ailelerini yeni sığınmacılar olarak kendi topraklarına mı alacaktır?
Rojava’da Kürtlerin özerk yapılanmasının önüne nasıl geçilecektir?
Türkiye Fırat Kalkanı’nı Kürtlere karşı daha geniş bir cephenin savaş makinesine dönüştürme ısrarını sürdürebilecek midir?
Amerikan yönetimi alternatif bir girişime ne kadar şans verecektir?
*
Derken, Bağdat’ta Başbakan B.Yıldırım ve Irak Başbakanı H.el-İbadi’nin başkanlığında “Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” toplantısı yapılıyor.
Türk askeri birliklerinin yasa dışı bir şekilde Başika üssünde konuşlandırılması meselesi görüşülüyor.
Türk Hükümeti’nin eğitip silahlandırdığı Neyneva muhafızlarının IŞİD işbirlikçisi oldukları ve Irak hükümeti tarafından terörist ilan edildikleri bildiriliyor.
Arka planda İran’ın bastırmasıyla Türkiye askerini Başika’dan çekme kararı alıyor…
*
Artık Fırat Kalkanı operasyonuyla açıklanan Kürt koridoruna engel olma amacı,Moskova mutabakatı sonrasında bir anlam taşımıyor.
El Bab kasabası bahsedilen Kürt Koridoru üzerinde değildir ve Kürtlerin doğrudan yaşama alanı bile değildir.
*
Fırat Kalkanı adı ile Suriye topraklarına giren Türk ordusu, ÖSO desteği ile El Bab kasabasına dönük yaklaşık bir aydır abluka uyguluyor ve İŞİD örgütünün direnişiyle karşı karşıyadır.
Türk askeri IŞİD’in beklenmedik direnişi nedeniyle kasabaya giremediği gibi operasyonu sürdürmekte ısrar etmesi halinde, daha büyük kayıplar vereceği görünüyor.
İŞİD terör örgütünün bu bölgedeki her çatışma sonrasında Türkiye topraklarında Reina benzeri saldırılara yönelerek katliamlar yapabileceği de açıktır.
“Suriye topraklarında bulunan tüm askerler geri çekilmelidir” demek kolaydır ama Kürt koridoruna engel olmak için girilen Suriye’de şimdi İŞİD terör örgütü ile mücadele belasından nasıl çıkılacağı başka bir sorudur.
*
Şu da dikkate alınmalıdır ki; Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra, tüm dünyanın köklü bir ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz dönemine girmiş olduğunu inkar etmek mümkün değildir.
Geçen yüzyılın çözümlenmemiş bütün çelişkileri, patlayıcı bir güçle dünya politikasının yüzeyinde yeniden ortaya çıkıyor.
II. Dünya Savaşı’nın son yıllarında ve sonrasında kurulmuş bütün yapılar ileri bir çözülme yaşıyor.
Dünya politikasını, ekonomik küreselleşmenin önlenemez süreçleri ile ulusal devlet sınırları arasındaki çelişkiler yönlendiriyor.
*
Üstelik yeni Başkan D.Trump’ın politikası, hem uluslararası hem de ulusal düzeydeki dışavurumunda, kapitalistlerin daha sağa doğru sarsıcı bir hareketini yansıtıyor.
Trump’ın yükselişine, Fransa’da Ulusal Cephe’nin, Almanya’da Pegida’nın, İtalya’da Beş Yıldız Hareketi’nin ve Britanya’da Brexit kampanyasının başını çeken Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin siyasi etkisinin artması eşlik ediyor.
Almanya’daki egemenler, Berlin’deki Noel Pazarı’na yönelik saldırıyı, Almanya İçin Alternatif’in önderlik ettiği sığınmacı karşıtı kampanyayı tırmandırmak için kullanıyor.
Kapitalizmin doğası yeniden tüm acımasızlığı ile beliriyor…
*
Allah, Türkiye’ye acısın ve korusun…
9.1.2017