Her terör örgütünün, her terör eyleminin arkasında, mutlaka bir devlet, bir güç vardır. Yoksa Üç beş kıçı kırık militan bu işi tek başına yapamaz… PKK, IŞİD, Amerikan emperyalizminin taşeronlarıdır…
ABD başlangıçta, İslam’ı kontrol etmek, Ortadoğu ülkelerinin sınırlarını değiştirip, yeni bir harita çizmek amacındaydı. Bu amaçla 24 ülkeyi hedef tahtasına yatırdı. Özellikle bir Kürt devletinin kurulabilmesi için yoğun çaba harcadı, hâlâ harcamaya da devam ediyor… Ama son aylarda Rusya, İran ve Türkiye’nin birleşip olaylara müdahil olması, Suriye’deki savaşın gidişine yön vermesi onu iyice telaşlandırdı.
Çünkü bu üç devletin girişimi sonucunda Amerika dışlanmış, onun Ortadoğu’da hâkimiyet kurma planı suya düşmüştü. Artık buralarda dilediği gibi at oynatamıyordu…
Bu nedenle varlığını kanıtlamak, kendisinin de Ortadoğu’da söz sahibi olduğunu göstermek için, bir tehdit aracı olarak taşeron terör örgütlerini piyasaya sürdü. Terör saldırılarını başlattı… Özellikle hedefte Türkiye vardı.
ABD, bu terör hareketleriyle kargaşa yaratıp, insanları umutsuzluğa, korkuya sevk etmek amacındaydı… Ayrıca halkı birbirine düşürüp, bir iç savaş çıkarmak istiyordu. Tıpkı Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da olduğu gibi… O bir kaos yaratma peşindeydi… Bu, emperyalizmin klasik “Böl – Yönet” taktiği idi ve herkesçe bilinen bir sömürgecilik oyunuydu.
Buraya kadar anlattıklarımız emperyalizm olgusunun bir yüzü… Bir de öteki yüzü var… Şimdi kısaca ona da değinelim.
Önce şu gerçeği saptayalım:
Emperyalizm bir ülkeye gökten zembille inmez. Elini kolunu sallayarak girmez. Sömürge yapacağı ülkelere rahatça yerleşebilmesi için önce orada ortaklar, uşaklar bulmak zorundadır…
Bu görevi ise genellikle siyasal iktidarlar üstlenir. Onlar yardımcı olurlar…
Nitekim Atatürk’ün emperyalizmi kapıdan kovmasından sonra, 1946’larda, 47’lerde, iktidardaki politikacılar sayesinde ABD, ülkemize yeniden bacadan girmiş, DP iktidarının katkısıyla da iyice kök salmıştı…
AKP dönemi ise, ABD emperyalizminin ülkemize ajanları, istihbaratçıları, ayakları, kolları, kafası, yani tüm gövdesiyle girdiği dönemdir…
İktidar olabilmek için, daha önceleri de ABD ile Türkiye arasında, AKP kurucularının nasıl mekik dokuduğunu, siyasal görüşme ve uzlaşma trafiğinin o yıllarda nasıl yoğunlaştığını bugün en saf vatandaşımız bile bilmektedir.
Ayrıca hükümet kurulduktan sonra da BOP Eş Başkanlığı reklamcılarını, “Amerikan askerlerinin sağ salim, kazasız belasız ülkelerine dönmeleri için yapılan duaları” unutmadık. 2003 yılında yabancı basın organlarında yazılan makalelerde aynen şöyle denmişti:
“Amerika’yla olan yakın işbirliğini sürdürmeye kararlıyız… Dahası bu cesur kadın ve erkeklerin en az kayıpla evlerine dönmelerini ve Irak’taki acının en kısa zamanda sona ermesini umuyor ve bunun için dua ediyoruz… “
ABD, bu mesajı aldıktan sonra AKP iktidarına desteğini bir kat daha artırmıştı. Dayanışmayı en yüksek düzeyine çıkarmıştı…
“Ilımlı İslam’ın inşası için elinden gelen, gelmeyen tüm çabaları ortaya koydu. Ardın da Hedef tahtasına 1923 Devrimini ve Atatürk’ü yatırdı. “Atış serbest” dedi. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti “Tam bağımsızlık temelinde kurmuştu. Mayasında Türk ve Türk milliyetçiliği vardı.
Bu düşüncelerin beyinlerden silinmesi, Yerine liberalizm, “Ilımlı İslam” karışımı bir “Küreselleşme ideolojisi”nin yerleştirilmesi gerekiyordu… Türk yerine ümmet düşüncesi öne çıkarılmalıydı.
Çünkü Amerika’nın tek hedefi, Küreselleşme düşüncesini ön plana çıkarıp, ulusal bilinci yok ederek, devletleri dilediği gibi yönetmekti.
Bu amaçla ABD kurmayları, ABD ideologları Atatürk’e ve onun kurduğu rejime saldırıya geçtiler.
Emperyalizmin teorisyenleri Obromowitz’ler, Fuller’ler, Halbrook’lar, Wolfowitz’ler, Brezinski’ler yazdıkları yüzlerce sayfalık kitaplarda “ılımlı İslam”ı incelemişler, bu dinin giderek siyasallaşacağını, egemenlik alanlarının genişleyeceğini ileri sürmüşlerdi. Böyle bir dinci yapılanmanın ABD’nin Ortadoğu Projesine yapacağı katkıları ballandıra ballandıra anlatmışlardı.
ABD’den görevi alan AKP Cumhuriyete, Atatürk’e, laikliğe, Atatürk’ün “Tevhid-i Tedrisat”, “Öğretim Birliği” yasasına taarruza geçti. Devlet tabelalarından TC’yi kaldırdı. Her yanı imam hatiplerle, Kuran kurslarıyla, cemaat yurtları ile doldurdu… Tarikatlara göz yumdu…
Atatürk’e, Kurtuluş Savaşına, Cumhuriyete, Laikliğe, Türk’e, Türklüğe düşman ümmetçi, dinci, CİHATÇI, Müslüman bir gençlik yetiştirdi. Sosyal medyaya baktığınız zaman bu kitle tarafından Cumhuriyet tarihine, orduya, Mustafa Kemal’e ne hakaretler yapıldığını, ne küfürler savrulduğunu yakından görürsünüz…
Şimdi yandaş solculara soruyorum:
Türkiye’nin terör örgütlerinin hedef tahtası olmasında ve bugünkü ortama gelmesinde bunların hiç mi etkisi yok?
Bir zamanlar kafa kesen, insan ciğeri yiyen cihat örgütlerine verilen desteğin ve onları “Öfkeli çocuklar olarak” tanımlamanın, sabah akşam Noel Baba’ya sövüp saymanın, onu düşman ilan etmenin hiç mi etkisi yok?
Terör saldırılarını sadece emperyalizme bağlayıp AKP iktidarının günahlarından hiç söz etmemenin ve onun avukatlığına soyunmanın solculukla, devrimcilikle, Atatürkçülükle bağdaşır bir yanı var mıdır?
Yazıyı bitirtirken son bir şey daha söyleyeyim. Henüz AKP, ABD Başkanı Trump ile masaya oturup pazarlık yapmaya başlamadı. Ya geniş mutabakatlı (uzlaşma) bir anlaşma sağlanır da yeniden “Zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya gireceğiz, başka bir şey için değil” denilirse o zaman halka ne söyleyeceksiniz, nasıl bir açıklama getirecekseniz. Doğrusu çok merak ediyorum…
Bir yazımda belirtmiştim, yine söylüyorum: Umarım sonunuz Humeyni’yi destekleyen İranlı solculara benzemez…