İslamcı ve yeni Osmanlıcı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, Türkiye’yi;
ABD ve NATO’nun finanse ettiği, silahlandırdığı, eğittiği ve operasyonlara görevlendirdiği IŞİD, El Nusra gibi radikal örgütleri ve gelecekteki çekirdek kadrolarını vekil güç olarak kullandığı Libya savaşından başlayarak Mısır, Yemen, Irak ve Suriye Vekâlet Savaşları’nın tümüne ortak etti…
*
Bölgede savaşa zorlanan bu ülkelerin dış politikaları bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyordu.
ABD,Türkiye dahil müttefikleri bazı Arap ülkeleriyle birlikte bölgede kirli planlar ve komploları bu yüzden düzenlediler.
Bu yüzden bölgenin jeopolitiğini kazanmak üzere mezhepleri kışkırttılar, vekil güçlere verilen türlü destekle bölgeyi ele geçirmek için kanlı savaşlar yürüttüler…
Ne ki, vekil güçler kontrolden çıktı giderek “İslami Cihad” bütün dünyayı tehdit eder konuma geldi…
*
Rusya, “İslami Cihad” tehditine maruz kalmanın ve Esad’ın alternatifinin olmayışından hareketle krizin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınması ve vekâlet savaşına siyasal çözüm getirilmesi düşüncesiyle Suriye’deki duruma müdahale etti.
*
Ortak tehdit kabul edilen IŞİD ve diğer radikal terör örgütleriyle mücadele için Suriye, İran ve Irak ordularının da dahil olacağı yeni bir uluslararası koalisyonun kurulması teklifi yanıtsız kaldı.
ABD bunun yerine Rusya’nın askeri operasyonlarını eleştirdi, Rusya’nın teröristleri değil Suriye’nin ılımlı muhalefetini zayıflatmak için saldırılar düzenlediğini iddia etti.
Ama Suriye’de teröristlere daha fazla hasar verecek hedefleri de göstermedi…
*
Bu ABD, müttefikleri ve Türkiye’nin aslında Rusya’nın lâik, birleşik ve bağımsız bir Suriye devletini oluşturmak için tüm terör örgütlerini tasfiye etmenin savaşında olmak istemediklerini,
Çok mezhepli farklı etnik yapılardan oluşan bir devleti muhafaza etmeyi hedeflemediklerini gösteriyordu…
*
Rusya, mütemadiyen ortak düşman radikal terörizme karşı çabaların birleştirmesi gerektiğini,
Bunu ideoloji farklılıklarına rağmen II. Dünya Savaşı sırasında faşizme karşı yaptıklarını ve başarılı olduklarını vurguluyordu.
*
Barış Kongresi ile birlikte her ülkenin 1947’de BM Guvenlik Konseyi’nin 10 numarali kararıyla kontrolu altindaki bolgede askeri mahkemeler kurma hakkına sahip olması hakkı kullanılacaktı.
Ekim 1945’te II. Dünya Savaşı akabinde ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin Alman Nazi partisine karşı “insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak” suçlarından açtığı davaya bakmak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin bir benzeri oluşturulacaktı…
*
Bu mahkeme, Suriye trajedisinde işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin, varsa bunları destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmeleri ve yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınması,
Elde edilecek sonucların BM merkezinde uluslararası hukuka güncelleştirilmesiyle yeni bir küresel statünün oluşturulmasına neden olacaktı…
*
Nitekim Rusya; Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İŞİD ile ilişkilerinin araştırılması için BM Güvenlik Konseyine;
29 Ocak 2016’da Irak’ta İŞİD ile birlikte yürütülen yasadışı petrol ticareti,
10 Şubat’ta Suriye’ye gönderilmek üzere yabancı teröristlerin sınırdan geçmelerinin kolaylaştırılması ve Suriye’de harekât yürüten terörist gruplara silah tedâriki,
8 Mart’ta IŞİD ile birlikte yapılan tarihi eser kaçakçılığı,
18 Mart’ta Türkiye’den Suriye’deki IŞİD kontrolündeki topraklara yönelik silah ve cephane sevkiyatına ilişkin istihbarat raporlarını sundu.
*
ABD ve müttefikleri ise Rusya’nın bu amacına ulaşmasını engellemek üzere iki farklı strateji geliştirdi.
Birincisi; ABD senaryosudur.
Orta Doğu ve Orta Asya’daki siyasi ve ekonomik entegrasyon süreçlerinin engellenmesi, Rusya ve Çin gibi bölgedeki kilit aktörlerin çevrelenmesi,
Bölge halklarının çöken ekonomiler, düşük sosyal standartlar ve terörle karşı karşıya kalması, bu suretle ilgili ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını öngördü.
*
İkincisi; Fransa liderliğinde Avrupa senaryosudur.
Suriye’de Esad ve hükümetine muhalif ılımlı güçlerin, ortak düşman İŞİD’e karşı taktik bir ittifak kurmalarını öngördü.
İŞİD’in telafi edilemez zararlarına karşı herkes daha önceki pozisyonlarını bir kenara bırakacak ve bu konuda işbirliği yapacaktı.
Nitekim ılımlı muhalifler “Suriye Demokrat Ordusu” adında birleşti.
Bu orduda Kürt ve Arap savaşçılar bulunuyor ve ordunun yarısını YPG güçleri oluşturuyordu. ABD yeni orduya silah ve mühimmat yağdırıyordu…
Bu senaryolarla hep birlikte Rusya’nın, Cenevre’de düzenlemeye koyulduğu Suriye Vekâlet Savaşına siyasal çözüm yolunu ve askeri bir mahkemede işlenen suçların deşifre olmasını engellemeyi başardılar…
Türkiye her iki senaryoya da tüm gücüyle destek verdi.
*
Şu feleğin işine bakınız ki, 29 Ekim’de ABD; H.Clinton’ın, kişisel elektronik posta hesabı üzerinden devlete ait gizli bilgiler içeren yazışmalarının Rusya’nın eline geçmiş olmasıyla sarsıldı.
H.Clinton’un elektronik postaları; Başkan Obama’nın imzasıyla Libya’ya karşı kararlaştırılan savaşta IŞİD’in nasıl organize edildiğine, finansman kaynaklarına, silahlandırılmaları ve operasyonlarda nasıl görevlendirildiklerine,
Bu çetelerin sonra 2011’de Esat’ı devirmek ve ardından Irak’a saldırmak için Suriye’ye geçmelerine, orada CİA’ye bağlı bir şebeke aracılığıyla nasıl silahlandırıldıklarını gösterir ABD İstihbarat Ajanslarının bilgilerini kapsıyordu.
*
Bu yüzden seçilmiş başkan D.Trump, Başkan Obama ve H. Clinton’a ağır eleştirilerde bulundu.
“IŞİD’i Obama kurdu. IŞİD’in kurucusu o. Ve şunu da söylemeliyim yardımcılığını da ezik Hillary Clinton yaptı. IŞİD Obama’yı onurlandırıyor. Obama’nın ikinci ismi Hüseyin’dir”dedi.
Trump yönetimi Ortadoğu’daki kargaşadan Obama yönetimini sorumlu tutuyordu…
*
O anda Suriye Vekalet Savaşı ile ilgili bir düzine dosyası bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin Esad’a karşı İslamcı isyanı destekleme stratejisinin yenilgiye doğru gittiğini anladı…
Savaşta kazanan tarafın tüm başarıların sahibi olacağı bir konumda bulunması gerekiyordu…
*
Üstelik Batılı müttefiklerin her biri kendi stratejik çıkarları peşinde koşmak üzere aralarındaki rekabeti derinleştiriyordu.
ABD’nin Suriye Kürtlerini Türkiye’nin endişelerine yeğ tutması ve Suriye’deki Kürt ve Rojava karşıtı politikasının da çöktüğünü görmüştü.
Müttefiklerini sattı, Rusya ve İran’a yakınlaştı!
*
Bu noktada önce yıllardır Halep’te her türlü desteği vererek Suriye rejimine karşı savaştırdığı gruplardan desteğini çekti.
Böylece Suriye Ordusu’nun Halep’i geri almasına, rejim değişikliğini hedefleyen yaklaşık altı yıllık savaşta vekil güçler olarak işlev gören İslamcı milisleri organize eden, silahlandıran ve destekleyen ABD ve bölgesel müttefiklerinin stratejik bir yenilgi almasına neden oldu.
*
Ardından Rusya ve İran ile birlikte Moskova’da üçlü zirvede toplandılar.
Rusya Devlet Başkanı V.Putin, Devlet Başkanı Beşar Esad hükümeti ve silahlı muhalefet grubu arasında düşmanlıkların durdurulduğunu, ateşkesi izleme ve uygulama araçlarının geliştirileceğini ve Kazakistan’da barış görüşmeleri hazırlıklarına başlanacağını duyurdu.
*
İran Dışişleri Bakanı M.Cevad Zarif ise “siyasi bir uzlaşma sağladık” dedi.
Zarif’in açıklaması, pratiğin nasıl olacağının ülkelerin yaklaşımına bağlı olduğunu, İran’ın bazı şeylere sessiz kalmayacağı anlamındaydı.
İran, Türkiye savaş uçaklarının Suriye’de bulunmasının, İŞİD diye bazı hedefleri bombalamasının bir suç olduğundan yanadır…
*
Türkiye, destek verdiği grupları Halep’te yüzüstü bırakmasından sonra İdlip’e çekilen gruplara yönelik alınan kararlar doğrultusunda,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla Müslüman Kardeşler Örgütü;
Grupların yeniden bir araya gelmesi, tek bir çatı altında toplanması, yeni bir isim ve örgütleme ile siyasi ve askeri birliğin sağlanmasına ilişkin bir bildiri yayınladı.
Türkiye’de üslenen Suriye Ulusal Koalisyonu da aynı paralelde bir bildiri yayımladı ve gruplar Ankara’ya çağrıldılar.
Türkiye bu örgütlerin sağlanacak ateşkese riayet edeceklerinin garantörü, Rusya ile İran denetleyicileri oldular…
*
Nitekim üç ülkenin arabuluculuk yaptığı bir ateşkes, Suriye ordusunun,”Suriye Arap Cumhuriyeti’nin tüm toprakları genelinde geniş kapsamlı bir ateşkes ilan etmiş” olduğunu duyurmasıyla birlikte, 30 Aralık Cuma günü yürürlüğe girdi…
BM Güvenlik Konseyi ateşkese yönelik karar taslağını onayladı, siyasi çözümün önü açıldı…
*
Ateşkes Fetih el Şam Cephesi’ni (El Nusra Cephesi), İŞİD’i ve Ahrar’uş Şam (Şam’ın Özgür İnsanlarının İslami Hareketi) örgütlerini kapsamıyor.
Türkiye, Suriye Arap Cumhuriyetini devirme hedefini terk etmiş gibi göründüğünden beri yeni destek arayışında olan bu cihatçı gruplar yüzlerini Suudi Arabistan’a dönüyor…
*
Bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkesinin artık aynı zamanda üç terörist örgütle mücadele etmek zorunda olduğunu açıklamaktadır: IŞİD, PKK ve FETÖ.
“Batılılar bizi İŞİD’e destek vermekle suçluyordu. Şimdi hepsi ortadan kayboldu ve tam aksine terör örgütüne, İŞİD’de dâhil olmak üzere YPG, PYD, bunlara destek veriyorlar. Çok açık, net ortada. Hepsinin tescilli olarak bütün resimleriyle, fotoğraflarıyla, video kayıtlarıyla elimizde belgeleri var ” deyince de;
*
Kıyamet koptu!
Suriye’de yenilgi alan, D.Trump’ın ve yaklaşan Kazakistan/Astana Suriye İç Savaşına Siyasi Çözüm toplantılarının da ağır baskısında kalan Başkan Obama’nın etekleri tutuştu.
Elbette o da savaşta kazanan tarafın tüm başarıların sahibi olacağı bir konumda bulunması gerektiğinin bilincindedir.
ABD siyaset kurumu ve devlet içindeki kurumlarda, istihbarat birimlerin de şiddetli çatışmaların pik yaptığı bu sırada;
Beşiktaş’ta 44, Kayseri’de 14, Ankara’da Rusya Büyükelçisi, Soçi’de düşen Rus Yolcu uçağı, Suriye El Bab’ta 16, Reina’da 39 kişi hayatını kaybediyor.
Türkiye kaosun dibine oturmuştur.
*
Hey Efendiler, “Kim düşerse hesabıyla” Türkiye’yi daha nereye sürüklüyorsunuz?
3.1.2017
Bir yanıt yazın