İTTİHATÇILAR VE DİĞERLERİ
Hüseyin MÜMTAZ
Bir türlü “üyesi ol(a)madığımız” AB ve “Küçük Asya Felâketi”nin mağlûbu Yunanistan, hatta Barzani bile Sevr-Lozan sarmalına müdahil olmuşlarsa; üstelik Yunan Savunma Bakanı “Lozan’ı beğenmiyorsanız Sevr verelim” noktasına gelmişse ortada gerçekten bir “mesele” var demektir ve galiba sorun, konunun asıl muhatabı olan “bizim” olaya hangi gözlükle bakacağımız noktasındadır.
Konuya “Hürriyet ve İtilâf”, “İttihat ve Terakki” yahut “Mütareke İstanbulu”ndan girmeye ne dersiniz?
Hemingway tabii kendi açısından, “İşgal İstanbulu” diyor.
Ben Refik Halid Karay’ın “Minelbab İlel Mihrab”ını (Kapıdan Mihraba kadar) tercih edeceğim.
Refik Halid “150’likler”dendir. İttihat ve Terakki’ye karşı olduğu için Hürriyet ve İtilâfçı ve Wilson Prensipleri Cemiyeti üyesidir. İttihatçılar başlattığı için de Kurtuluş Savaşı’na karşıdır.
Mütareke öncesi Anadolu’da, Kurtuluş Savaşı sonrası Halep’te sürgündedir.
1888 doğumlu olduğuna göre 1915-19 arası 30’lu yaşlardadır. Ama bu 30’lu yaşlardaki “delikanlı”, Sadrazam ile Nazırlarla yakındır. Her türlü politik tartışmanın içindedir. O yaşta, Nazırlıktan, Müdürlüğe indirilmiş olan çok önemli Posta-Telgraf Umum Müdürü bile olur. İzmir’in işgalinde İstanbul Hükümetinin tarafını tutar. İlk sürgün dönüşü Robert Kolej’de Türkçe öğretmenliği yapar.
Atatürk’ün affıyla Türkiye’ye döner 1965’de yaşamını yitirir.
(Ben bu defa İstanbul’a “Minel Bab İlel Mihrab” ile gidecek, şehri Refik Halid’in gözüyle gezeceğim. Kimbilir belki ben de köprüde bilmem hangi Nazır’a rastlar, Eminönü’nde bir başkasıyla sohbet eder, Sirkeci’de Talât yahut Cemal Paşa’yla görüşürüm. Kitap tam bir şehir/tarih gezi rehberi, bir İstanbul efsanesidir).
İstanbul Hükümeti perişandır. İstanbul’a, “İngiliz Askerî kontrol idaresi”nin haberi olmadan Polis Müdürü atayamamaktadır.[1]
Mekteb-i Sultânî’de Damat Ferit’in İşgal Kuvvetleri ilgililerine vereceği ziyafet dolayısı ile “Fransızların müsaadelerine istinaden” Türk bayrakları sere serpe dalgalanabiliyor; [2] Sadrazam Damat Ferit ile Maarif Nazırı Ali Kemal’in ziyafette yapacakları konuşmaların, Fransız veya İngilizleri gücendirmemesine dikkat ediliyordu. [3]
İzmir’in işgali meselesi ise ayrı ve feci bir tiyatro sahnesidir.
“İzmir’in (sadece Yunanlılardansa. HM) düveli itilâfiye tarafından işgali bize o aralık bir nimet gibi görünüyordu. Zannederim Sadrazam da buna çabalıyordu”. [4]
Rezaleti tasavvur edebiliyor musunuz? Sadrazam toptan işgali savunuyor.
Bitmedi.
İzmir Posta ve Telgraf Başmüdür Vekili Naşit imzasıyla “Birkaç saate kadar Yunan ordusunun şehri işgal edeceğinin Maliye Müfettişi Muvaffak Bey’den haber alındığı”nı belirten bir telgraf gelir.
Gerek Nazır ve gerek Sadrazam bu haberlere inanmazlar ve İzmir Valisine şifreli bir telgraf çekilerek; “Tahrik edici ve heyecan verici haberlerde bulunan Muvaffak Bey’in derhal tevkif ve İstanbul’a gözaltında yollanması” emredilir.[5]
İtilâfçılar böyleyken İttihatçılar nasıldır?
Refik Halid, “Bulgarların cepheyi bırakıp kaçtıklarını, Almanlarla bağlantı hattımızın kesildiğini” dolayısı ile Cihan Harbi’nin mağlubiyetimizle sonuçlandığını İttihat ve Terakki Merkezi’nde bizzat Küçük Talât Bey’den öğrenir.
Yeşildirek’teki Zaman idarehanesine gelir, Gazete Müdürü Şükrü Bey ve Düyûnu Umumiye Müfettişlerinden Cevat Bey oradadır. Mesele duyulmuştur, konuya girerler;
“Benim ‘Ne şartlarla olsun derhal mütareke akdetmek’ teklifime karşı dayanamadı, ille ‘Başka çare göremiyorum’ dememe büsbütün tutuldu.
-Çare vardır, dedi. Anadolu’ya çekilip mukavemet etmek!
Gözlerim dört açıldı, ah bu İttihatçılar…
Ne yaman, ne yılmaz, ne macerasever adamlardı! Almanya’yı, Avusturya’yı ve Bulgaristan’ı mahveden ve bir taraftan da Anadolu dediği yerin yanı başına Haleb’e yaklaşan İtilâf devletlerine şimdi, bu halde halâ mukavemet edebileceklerini zannediyorlardı.
-Ne ile, nasıl? diye sordum.
Şükrü Bey bir sırrı ifşa edip etmemekte mütereddit gibi bir an yutkundu sonra şunu söyledi:
-Hükümet bu ciheti düşünerek tedbirlerini evvelce almıştı… Dağ ve çete muharebesi için silâh, cephane, teşkilat hepsi hazırdır; elli sene dayanırız.
Bilmem Şükrü Bey bunu hülyasında icat ederek mi söylemişti, yoksa hakikaten İttihat ve Terakki böyle hazırlık yapmış mıydı? .. Ya da Çanakkale kargaşasında bir fikir olarak mı ortaya atılmıştı, bilmem, bildiğim bir şey varsa, o da bu mühim ifadeyi benim ilk defa, bin dokuz yüz on sekiz senesi Teşrinisanisinde (kasım) zaptetmiş olduğumdur. Bin dokuz yüz on dokuz senesi Teşrinisanisinde ise, Anadolu’da Yunan ve İtilâf ordularına karşı Şükrü Bey’in bahsettiği çete mukavemeti, Kuvvayi Milliye namiyle fiilen kurulmuştu.
O günden tâ Sakarya muvaffakiyetine kadar, aklımın almadığı bu karşı koyuş meğerse uygulanabilirmiş ve yapılacak tek iş de o imiş”. [6]
İtilâfçı Refik Halid’in 1918 Kasım’ında “zaptedebildiği” ve küçümseyerek İttihatçılara mâl ettiği bu “mühim ifadeyi” biz 2010’lu yıllarda ve tesadüfen; düzmece olduğu mahkeme kararlarıyla sabit bir suikast dedikodusu sonucu girilen “Kozmik Oda” münasebetiyle de duymayacak mıydık? [7]
Ah bu İttihatçılar!
Sadece İttihatçılar değil, sade “Osmanlı” da aynı fikirdedir:
“İstanbul’a düşman girerken” Refik Halid, Cemal Paşa’nın Boyacıköy’deki yalısına gitmek üzere sandala biner.
“Sandalcıya sordum; -Ne dersin bu işlere ağabey?
….karşımdaki kıranta adam; -Ziyanı yok paşam, dedi, sen gam yeme bu gâvurların haklarından biz çabuk geliriz!
İçimden, maruf fıkradaki gibi ‘Yarabbi, şunun aklını bir gececik bana ver de rahat uyuyayım’ duası geçti”. [8]
Ali Fethi Okyar diyor ki;
“İttihat ve Terakki, belki o günün şartları içinde açıkça ifadelenmesi imkânsız ve hatta başındakilerin de felsefe ve fikir düzeniyle ifadeleyemeyecekleri şekilde Türk milliyetçisi idi. Nitekim iktidarının ikinci yılında Türk Ocakları’nı kurdu”.[9]
Ali Fethi Okyar’ın[10], aynı adlı torunu şöyle diyor;
“Bugün hali hazır medyada İTC’yi devlete karşı ayaklanan, hâttâ bir terör yapılanmasına benzeten tartışmaları görüyor ya da okuyorum. Bu gerçekten beni üzüyor. Unutmamak gerekir ki bu günkü Cumhuriyetin kurucu iradesi, kurucu değerleri ve bizzat kurucularının kendileri bu kadrolardan çıkmıştır”.[11]
Lâfı İlber Ortaylı ile bitirelim;
“TBMM’nin Ankara’da ilk toplandığı yer İttihat ve Terakki Kulübüdür”.[12]
Söz bitti! 21 Aralık 2016
[1] “Minel Bab İlel Mihrab”-R.Halid Karay. İnkilâp. İstanbul 1992. S.105
[2] A.g.e; S.134
[3] S.137.
[4] S.144
[5] S.139
[6] S.41,42
[7]
[8] S.54
[9] “BİR DEVİRDE ÜÇ ADAM”. Cemal Kutay. Tercüman Yay.1980. S.23
[10] Cemal Kutay. A.g.e
[11] ATLAS Tarih Dergisi. Sayı 44. Aralık 2016. S.68
[12] “İTTİHAT VE TERAKKİ”.İlber Ortaylı-Şadi Erdinç. İnkilap Yay. İstanbul 2016. S.75
Bir yanıt yazın