İslamcılığın siyasi lideri Erdoğan ve dini lideri F.Gülen yakın zaman önce can dostlardı.
“Medeniyetler İttifakı” doğrultusunda, İslam dininin ahiret boyutunu sakatlıyor, böylece dünyevileştiriyorlardı.
Batı’nın, Arap dünyasında egemenlik kurmak üzere Araplık ve İslam uyumluluğu temelindeki ülkelerin ideolojilerini değiştirmek için açtığı savaşın ön safındaydılar…
*
Türkiye’yi bu siyaset dinamiğinde;
Bir ucunda CIA ve MOSSAD’dan satın alınan destek,
Diğer ucunda ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıkların olduğu bir ülke haline getirdiler.
*
Ama Eylül 2012’de, Batı; İslamcıların Libya Bingazi’de ABD Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıda,
İslamcılığın demokrasiyle hiçbir alâkası olmadığını,
Bu ideolojiyle ülkelerin rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutulamayacağını,
Sonuçta İslamcılığın tüm Ortadoğu ülkelerine Arap Baharı olarak yansıyan devrimi çaldığını anladı…
İslamcılık ideolojisinin kaçınılmaz cihadçı yüzü; Batılı toplumlarda halâ yaşanan dehşetengiz korkuyu yarattı…
*
Haziran 2013’te Kuzey İrlanda/Enniskillen G8 Zirvesi’nde,
ABD adına Arap Baharı’nda sonra Suriye’de savaşan, çoklukla Türkiye’de yuvalanan, eğitilen, silahlandırılan ve Suriye’ye sokulan İslami Cihadçı örgütlerin küresel bir tehdit oldukları kabul edildi.
Etkisizleştirilmeleri için bütün ülkelerin istihbarî ve operasyonel destek vermelerinde anlaştılar.
İslamcının siyaset yapmaması ve İslamî bir gündem ile devlet idaresi arasına engel konulmasını öngörüldü.
*
Ağır savaş suçlarının işlendiği ülkelerle ilgili, elbet birgün bu suçların aydınlatılması hedefine dönük soruşturmalardan kaçınılamazdı.
Bu yüzden Suriye’de olası bir barış halinde hem ABD tarafı hem de Suriye tarafı arasında hesabın kesileceği alanda;
Suriye ve Irak’taki yükümlülüklerinden kurtulmak için işlediği suçların sorumluluklarını yüklenecek günah keçilerini buldular.
Faturayı Mısır’da M.Mursi’ye, Türkiye’de F.Gülen’e ve Siyasi lider Erdoğan’a kestiler…
*
Halbuki Türkiye; Osmanlı zımnî sözleşmesini bir demokrasi kuramı haline getirme: Osmanlı liberalizminin felsefi dayanaklarını sürdürme:İslamcı siyasallaşma ve örgütlenme potansiyelini arttırma: Sosyal seferbercilikle İslamcı kodları bütünleştirmede,
Giderek Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla başsız ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini ümmetçi anlayışla güçlü kentler üzerinden devletler konfederasyonu oluşturma hedefinde hayli çok yol almıştı…
*
Bu güçle Erdoğan, “Biz öyle bir davanın mensuplarıyız ki, bu dava adeta iğne ile kuyu kazılarak bugünlere ulaşmıştır. Başımızı asla öne eğmeyecek, dava taşını gediğine koyana kadar mücadeleye devam edeceğiz “diyor,
Mütemadiyen İslam ülkelerini motive etmekten geri kalmıyordu.
Üstelik İslamcı ideolojinin lideri olarak “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesiyle İslamcıların BM Güvenlik Konseyi’nde tabii üye olmasını da talep ediyordu.
*
Bir taraftan da Batı’nın halâ desteğini aldığı zannıyla;
İŞİD, El Kaideci Nusra terör örgütü ile Özgür Suriye Ordusuna bağlı Feylek el Şam, Sultan Murat Tugayları, Ahrar Şam ve Şam Cephesi gibi güçleri derleyip toparlıyor,
Onları İslamcı ideoloji doğrultusunda Suriye Devlet Başkanı B.Esad’ın yenilgisini sağlamak ve bütün savaş suçlarını ona yüklemek üzere savaşa sürüklüyordu…
*
ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği operasyonunda İslamcı vekil güçlere bel bağladığı girişimi sürerken;
Ekim 2015’te ekonomisi ve geleceğini lider ve bütün Avrasya’nın çekim merkezi olma yeteneğine bağlayan Rusya, Suriye İç Savaşına askeri müdahalede bulundu.
Batı’nın bütün projeleri ya sarsıldı ya da Suriye ve Ortadoğu’da Rusya’sız netice çıkarmak imkansızlaştı.
*
Üstelik Rusya da İslamcı Cihad’ın insanlığın geleceğini tehdit ettiğinden yanadır.
Suriye’de yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesi faturasının yalnızca Esad rejimine kesilmesine muhalif,
İşlenen hukuk ihlallerinden rejim kadar muhalif tarafların, teröristlerin, bunları destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmesini sağlayacak bir mekanizma öngörüsündedir.
Elde edilecek sonuç, BM merkezinde uluslararası hukuka işlenmeli ve yeni bir küresel statü oluşturulmalıdır.
*
Erdoğan ise giderek ABD’nin Ortadoğu hegemonyasına Rusya ve İran ittifakının bir engel olarak ortaya çıkmasından kaygılanmaya başlamıştır.
ABD’nin Esad’a karşı İslamcı isyanı destekleme stratejisinin yenilgiye doğru gittiğini,
AB’nin ise Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerde mezhepçi bölünmelerle oluşturulacak eksende bir plana ortak olmaya çalıştığını,
Bunun Batılı müttefiklerin her birinin açık bir düşmanlıkla kendi stratejik çıkarları peşinde koşmak üzere aralarındaki rekabetin derinleştiği anlamına geldiğini anlamıştır.
*
Batı’nın 15 Temmuz başarısız FETÖ darbesindeki tutumu, – her ne kadar başarısız darbenin ardından Erdoğan’a işlediği bütün suçları bu çeteye yükleme fırsatı vermesine rağmen-
ABD’nin Suriye Kürtlerini Türkiye’nin endişelerine yeğ tutmasından duyduğu rahatsızlık,
Halep’teki savaşın gerek uluslararası güçlerin gerekse bölgesel güçlerin geleceğini belli edecek olması,
Ya da kazanan tarafın tüm başarıların sahibi olacağı bir konumun oluşacağı potansiyeli,
Erdoğan’a yeni bir fırsat daha oluşturmuş, Ağustos’ta Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile uzlaşmaya yönelmiştir.
*
IŞİD’e karşı ortak operasyonlar gerçekleştirmek: Suriye ve Irak’ın demokratik bir devlet olarak bağımsızlığı ve bölünmemesi: Halep’e karşılık El Bab: Suriye’nin geleceğini Suriyelilerin belirlemesi konularında uzlaştılar.
*
Bir süre sonra Doğu Halep, Rus Hava Kuvvetleri ve İran güdümlü Şii milislerin desteğiyle Suriye hükümet güçlerinin eline geçti.
Halep’in, Suriye hükümet güçlerinin eline geçmesi; Erdoğan’ın Rusya ile anlaşmasının gereği olarak Özgür Suriye Ordusuna (ÖSO) bağlı Feylek el Şam, Sultan Murat Tugayları, Ahrar Şam, Şam Cephesi ve Nusra örgütünün ÖSO güçlerine destek vermemesiyle sağlandı.
*
Ama Suriye’nin Doğu Halep’teki zaferi; ABD ve bölgesel müttefiklerinin organize ettiği beş yılı aşkın rejim değişikliği savaşında bir dönüm noktası oldu.
Suriye’yi yağmalamak için dünyanın her yerinden onbinlerce cihatçıyı ülkeye getiren, silahlandıran, finanse eden, türlü lojistik sağlayan;
Başta ABD ve Batılı müttefikleri ile Suudi Arabistan ve Sünni petrol monarşileri bozguna uğradı.
*
Hepsi birlikte Suriye ordusunun Halep’i teröristlerden temizleyerek şehirde emniyet ve istikrarı sağlamasına ciddi tepkiler gösterdiler.
Erdoğan bir barış havarisi gibiydi; kimsenin acı çeken çocukları görmeyi kabul edemeyeceğini biliyor o yüzden çocukları savaş propagandasının en uygun öznesi yapıyordu.
Batı Suriye’deki rejim değişikliği savaşının bir fiyaskoya dönüşmüş olmasından,
Rusya’nın; Türkiye ile NATO’yu ayrıştırma çabasından çok fazla rahatsızdı.
*
Bu sırada Erdoğan,hiçbir şey olmamış gibi Halep’te engellediği örgütleri yeniden organize olmaları, gelecek gelişmeler için hazırlanmaları ve Fırat Kalkanı güçleriyle birleşmelerini teminen İdlip’te, “Suriye İslami Heyet (el-Hey’etu-l İslamiyye es-Suriyye)” adı altında örgütlüyordu.
Bir taraftan’da Trabzon’da yaptığı konuşmada “Bu yolda hep beraber can vermeye hazırız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın “diyor,İslamcı ideolojiyi selamlıyordu ki;
*
Çok geçmedi, FETÖ sempatizanı olduğu için gri listede yer alan bir polis, Rusya Büyükelçisi A.Karlov’u öldürdü ve Özel Harekât tarafından ebediyen susturuldu…
*
Geride, Türkiye’nin Halep’teki silahlı gruplara sırt çevirmesinden sonraki yansımaların şiddetli iç ve dış çelişkileri ve çatışmalarının daha daha kendisini göstermesi,
Ve Rusya Başbakanı D.Medvedev’in, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi A.Karlov’un öldürülmesinin cezasız kalmayacağı ifadesi kaldı…
21.12.2016
Bir yanıt yazın