“KULUNUZDAN GAYRISI İTTİHATÇIDIR”
Hüseyin MÜMTAZ
“Şemsi Paşa’nın öldürülmesi Abdülhamit üzerinde büyük bir tesir uyandırıyor ve Selânik ve civarının ordu müfettişi olan Hüseyin Hilmi Paşa’ya soruyor; ‘Kimdir bu İttihatçılar?’
Hüseyin Hilmi Paşa’nın cevabı çok ilginç: ‘Kulunuzdan gayrısı İttihatçıdır’.
Bunun üzerine Abdülhamit, ‘Artık milletimin olgunluk seviyesine geldiğini anladım ve yeniden yürürlüğe koyuyorum’ diyerek Kanûn-ı Esâsî’yi yürürlüğe koyuyor”.[1]
Kanûn-ı Esâsî, Osmanlı’nın ilk ve son anayasasıdır. 31 Ağustos 1876’da padişah olan II’inci Abdülhamit tarafından 4 ay sonra, 23 Aralık 1876’da ilân edilmiş, iki yıl sonra 1878’de ise “görülen lüzum” üzerine askıya alınmıştır.
Abdülhamit, tahta geçer ve Kanûn-ı Esasî’yi ilân eder etmez, 113’üncü maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak, daha meclis bile toplanmadan; yerine tahta geçirildiği ağabeyinin ve kendisinin saltanat değişiminin mimarı olarak sadrazam yaptığı Mithat Paşa’yı sürgüne yollamıştır.
Burada, İttihat Terakkî’yi ve zamanını daha iyi anlamamıza yardımcı olacağı düşüncesiyle “ilk anayasamız” olan Kanûn-ı Esâsî’nin meşhur 113’üncü maddesi ile bazı maddelerine göz atmakta fayda görüyoruz…
“119 maddeden oluşan anayasanın ilk beş maddesi, padişahın haklarını sayan ve tanımlayan maddelerdi. Osmanlı hükümdarlığı, halifeliği de koruyarak Osmanlı hanedanının en yaşlı üyesine ait olacaktı. (2., 3. ve 4. maddeler). Padişahın kişiliği dokunulmazdı ve yaptıklarından kimseye karşı sorumlu değildi (5. madde). Vükelanın (bakanların) atanması ve azledilmesi, para bastırılması, hutbelerde adının söylenilmesi, yabancı devletlerle antlaşma imzalanması, savaş ve barış ilanı, şeriat hükümlerinin uygulanmasının gözetilmesi, yasalar gereğince verilmiş cezaların hafifletilmesi ya da affedilmesi, parlamentoyu toplamak ya da dağıtmak ve temsilci seçimi için gerekli hazırlıkları yapmak padişahın kutsal haklarındandı (7. madde).
İkinci bölüm, Osmanlı vatandaşlarının kamusal haklarını içeriyordu. 8. madde Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunan kişilerin tümüne din ve mezhep ayrımı olmaksızın “Osmanlı” denileceğini, 9. madde Osmanlılar’ın tümünün, başkalarının özgürlüklerine müdahale etmemek koşuluyla, kişisel özgürlüğe sahip olduklarını belirtiyordu. 11. maddeye göre, devletin resmi dini İslam’dı. Ancak kamu düzenine ya da genel ahlaka aykırı olmadığı sürece, Osmanlı ülkesinde maruf olan diğer dinlerin icrası serbestti.
Yasa önünde tüm Osmanlıların eşit olduğu, kişilerin, din hakkında ön yargıya sahip olunmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri bulunduğu 17. maddede, devlet görevlilerinin devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmek zorunluluğu 18. maddede yer alıyordu.
Vergiler mükellefin gücüyle oranlı olarak alınacak (20. madde), özel mülkiyete kamu araçları dışında ve yeterli bir tazminat ödenmeden el konulamayacaktır.(21 madde). Yasaların kararlaştırdığı durumlar dışında, yetkililer meskene zorla giremeyeceklerdi (22. madde).
- maddeye göre de, yasa gereği olmaksızın kimseden vergi, resim ya da başka bir ad altında para alınmayacağı karara bağlanıyordu. 26. madde ise işkence ve eziyetin kesin olarak yasaklandığını belirtiyordu.
Hâkimler azlolunamayacak, mahkemelerde yargılama aleni olacaktı. Herkes, mahkeme huzurunda hakkını savunmak için gerekli gördüğü yasal araçları kullanabilecekti. Mahkemelere müdahalede bulunulamayacaktı.
Vekiller ile temyiz reisi ve üyelerini, padişah aleyhinde harekete ve devleti tehlikeye düşürecek girişimlere kalkışanları yargılamakla görevli, 30 üyeden oluşan Divanı Ali (Yüce Divan) kuruldu.
Sadrazam, şeyhülislam ve öteki vekiller padişah tarafından atanacaktı.
Memurlar kanuna aykırı hareket etmedikçe ve devletçe zorunlu bir neden görülmedikçe azlolunamayacak, değiştirilemeyeceklerdi. Her memur görevinden sorumluydu. Kanuna aykırı emirler verilmesi durumunda memur amire itaat ederse sorumluluktan kurtulamayacaktı.
Ülkenin bir tarafında isyan çıkacağını gösteren kanıtlar görülürse, hükümet, o yerde geçici olarak sıkıyönetim ilan etme hakkına sahipti. (113. Madde)”[2].
Meşhur 113’ncü maddeyi orijinalinden okumaya ne dersiniz?
“MADDE 113.- Mülkün bir cihetinde ihtilâl zuhur edeceğini müeyyid asar ve emarat görüldüğü halde Hükûmeti seniyenin o mahalle mahsus olmak üzere muvakkaten (idarei örfiye) ilânına hakkı vardır. (İdarei örfiye) kavanin ve nizamatı mülkiyenin muvakkaten tatilinden ibaret olup (idarei örfiye) tahtında bulunan mahallin sureti idaresi nizamı mahsus ile tâyin olunacaktır. Hükûmetin emniyetini ihlâl ettikleri idarei zabıtanın tahkikatı mevsukası üzerine sabit olanların memâliki mahrusai şaheneden ihraç ve teb’id etmek münhasıran Zatı Hazireti Padişahinin yedi iktidarındadır”.[3]
Şimdi yazının başındaki alıntıya dönebiliriz:
Hüseyin Hilmi Paşa’dan “Kulunuzdan gayrısı İttihatçıdır” cevabını alan Abdülhamit sizce “Artık milletinin olgunluk seviyesine geldiğini anladığı” için mi Kanûn-ı Esâsî’yi yürürlüğe koymuştur yoksa zoru görünce mi?
****
Yazıya başlamadan bir gün önce “yaşam koçu”ma “Yarın İttihat Terakki’yi yazacağım” deyince “Taş Devri’ne döneydin bari” cevabını vermişti…
O kadar mı eskiydi İttihat ve Terakki? 16 Aralık 2016
[1] “İTTİHAT VE TERAKKİ”- İlber Ortaylı-Şadi Erdinç. İnkilâp Yay. İstanbul 2016.
[2]
[3]
Bir yanıt yazın