From: Huseyin GOKCE [mailto:huseyingokce@64k.net]
Sent: Thursday, December 15, 2016 2:00 PM
Bana da arkadaşın arkadaşından geldi……….
Bir arkadaştan geldi , paylaşmak istedim…
Durun gitmeyin…
İyisi mi gel otur oturduğun yerde ama bunlarla yılmadan mücadele et………….
Bu kadar mi guzel anlatilir icine bulundugumuz durum..
Yıllarını yurt dışında geçiren bir arkadaşımdan
gelen mesajı noktasına virgülüne dokunmadan paylaşıyorum.
İZMİR SAİNT JOSEPH ten BİR MUSEVİ ARKADAŞIMDAN GELEN MESAJ
…
Durun gitmeyin! Siz kardeşsiniz!
Herkeste bir gitme arzusu. Dolar uçuşa geçmiş,
başkanlık tartışmaları canını
sıkıyor, sınırımızda savaş, içeride terör belası,
biliyorum…
Ama, nereye gideceksin ki
zaten?
Memleketin içinde debeleneceksen, git. Şehirden
sıkıldıysan, trafikteki
kornalar ruhunda çalıyorsa, asansördeki selamsız adam
yüzüne bön bön bakıyorsa,
damızlık bir tip omuz atıp geçiyorsa sokakta, masandaki
dosyalar çalıştığın
plazanın maketi gibi yükseliyorsa önünde, yürüyen
bantta gibi hissediyorsan
hayatta kendini; git.
Küçük bir kasabaya git, yerleş. Küçül, kalabalıktan
uzaklaş, ruhunu temizle.
Ama sıkılırsan, gel.
Artık Amerika’yı falan unut bir kere. Bu seçimden sonra
oraya gidip anca beyaz
Amerikalıların çimlerini biçersin. Amerikalılar
Kanada’ya kapağı atmak için
başvuru sitelerini çökertiyorlar yoğunluktan, senin
orada ne işin var?
Meksikalılar, Kübalılar, El Salvadorlular, Porto
Rikolular işgal etmiş zaten
memleketi. İngilizcen yetmez, İspanyolcayı ana dil yapman
lazım. Hintliler,
Çinliler neredeyse bir Avrupa ülkesi kadar kalabalıklar.
Sen işini gücünü
bırakacaksın da, Amerika’ya yerleşeceksin cıbıl
cıbıl. Kendine Türk arkadaş
arayacaksın. Sonra sorgulayacaksın kendini, bu
arkadaşımla Türkiye’de olsak
arkadaşlık eder miyim?
Almanya’ya da gitme mesela. Büyük şişersin. Saat dokuz
dedin mi sokakta adam
bulamazsın. Oranın düzeni bizim insanı ruh hastası
yapar. Karınca gibi planlı,
düzenli, analitik olamazsın sen. İllaki kaytarmak
isteyeceksin, bir kısa yol
bulmaya çalışacaksın hayatta. Almanya’da yemez bunlar.
Burada Almancı,
Almanya’da yabancı olacaksın. Kapını bir kez
çalmayacak hiç bir Alman komşun.
Anca fazlaca gürültü yaparsan ‘Polizei’ gelecek
kapına, ona dert anlatacaksın.
Uzak yerlere gitme. Avusturalya misal. Ya da dünyanın en
yaşanılası yeri falan
diye Yeni Zelanda’yı hedefleme. Arkanda kimse
bırakmadın mı? Birine bir şey
olsa, dönüp gelemezsin. Dünyanın bir ucu dedikleri yer
oralar işte. Çok
medeniymiş, çok mutluymuş insanlar. Evet öyle. Ama sen
onlardan değilsin ki?
Yanında kafanı da alıp götürdüğün için, Sydney’de
bir kafede mutlu mutlu oturup
ilkokul arkadaşın Samet’in Facebook sayfasına
bakacaksın.
Çok soğuk yerlere de gitme. Herkesin medeniyet rüyası
Kanada’ya sakın gitme
mesela. Tam on bir yıl orada kalıp dönen arkadaşıma
‘neden döndün oğlum, manyak
mısın?’ deyince, on bir yılını şöyle özetlediydi:
‘çok soğuk oğlum!’
Soğuk yere alışamazsın sen. Bizim bünyeler güneş
ister. Bazen günün ortasında
felekten bir saat çalıp, güneşin alnında malak gibi
duralamak ister bizim
bedenler. Bir de çay oldu mu yanında. Hele bir de senin
gibi işsiz güçsüz bir
dost, ömre bedel…
Kapının önündeki 3 ton karı küremezsin sen
Kanada’da. Ellerin plaza eli,
bedenin Akdeniz bedeni. Birine yaptırayım desen,
Türkiye’deki Genel Müdür maaşını
isterler. Sinirlenip kürek takımı alırsın, iki kürer,
sonra bakakalırsın.
Çok medeni, mekanik Avrupa’da bir yer seçme Almanya
dışında da. Irkçılık almış
başını gidiyor. Birinci sınıf vatandaş olamayacağın
bir memlekette nasıl huzur
bulacaksın? Kara kafalar diyorlar bizim gibilere
İskandinav dostlar, bilir
misin?
– Ben çipil sarışınım arkadaş, kendimi aryan ırk
arasına yediririm,
– Gider orada bir Türk mahallesine yerleşirim,
Brüksel’de Burdurlular
Kahvehanesinde takılırım,
– Biz zaten İtalyan’a
benziyoruz
milletçe, aralarına karıştım mı kimse anlamaz,
gibilerinden bir diyeceğin varsa
sen bilirsin.
Ama gittiğin yerde hep yabancı kalacaksın, unutma. Türk
kahvesinde bir Euro’ya
içtiğin ince belli çay bile hasret kokacak.
İngiltere’yi hiç düşünme. Çünkü İngiltere deyince
Londra’yı düşlüyorsun
biliyorum. Gofret kolisinden hallice bir apartman dairesine,
Türkiye’deki
yıllık maaşının yarısını vereceksin bir ayda. O da
Londra’nın merkezinde falan
değil ha, trene binip şehre gideceğin mesafede.
Hesabını baştan yap. Londra’nın
merkezinde oturman için ya bir prensle evleneceksin, ya da
Chelsea’de top
oynayacaksın. İkisi için de geç değil dersen, bilemem.
Bence para
biriktireceğine antrenmanlara başla, daha büyük bir
olasılık var.
Sürekli yağan yağmurunu, hep kapalı havasını
saymıyorum. Bizi bozar. Sütlü
çayını içer, içinden bir Ege türküsü söylersin.
Londra dışını hiç düşünme sakın. Adanın diğer
bölgelerinde misal bir pub’a
girsen gece yanlışlıkla, kırmızı burunlu holigan
abilerin bakışlarından öyle
tırsarsın ki, bırak İngiltere’de kalmayı, Çorum
Sungurlu’daki halanın evine
yerleşmeyi tercih edersin.
*
Sayacak yer de çok, her birine takacağım kulp da.
Aslında demek istediğim şu:
Gitmeyin güzel insanlar, biz kardeşiz. Gittiniz mi
birbirimizi özleriz. Yılda
bir gelinen tatille falan da geçmez hasretimiz.
Bir yanıt yazın