Ekonomimiz krizde…
İnsanlarımız krizde…
Şehitlerimiz gelmeye devam ediyor…
Otobüslerde, parklarda Talabani kılıklı insanlar, kadınlarımıza, kızlarımıza tekmelerle saldırıyor…
Satırlı, palalı insanlar giyimini, kuşamını, kıyafetini, saç biçimini beğenmedikleri insanlara sille, tokat giriyor.
Morgların önü ana baba günü… Kimisi kardeşini arıyor, kimisi eşini, kimisi sevdiğini, kimisi yavrusunu…
Sokaklarımızın adları birer birer değişmeye başladı… Şehitler Caddesi, Şehitler Parkı, Şehitler Köprüsü, Şehit Yüzbaşı Sokağı, Şehit Üsteğmen Caddesi…
Kimse de çıkıp soramıyor: “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, neden babam, ağabeyim ölüyor?”
Korkuyor…
Çünkü Ak troller babası şehit olmuş bir çocuğun bakışlarından bile gıcık kapıyorlar…
Sizin anlayacağınız, özetin özeti, korku imparatorluğu büyümeye devam ediyor…
Sınırlarını genişletiyor… Güçleniyor…
2004’lerden, 2007’lerden sonra, Ergenekon Davası ile imparatorluğun temelleri atılmaya başlandı… Ordunun kolu kanadı kırıldı…
Bu konuda onlarca yazı kaleme aldık. Tehlikeye dikkat çektik…
“TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ” dedik.
Ergenekon Davasının bir tertip, kumpas olduğunu daha tutuklamaların, duruşmaların ilk yılında yazdık…
“Orduya, aydınlara yapılan bu saldırıların arkasında da ABD var” dedik…
Sesimizi duyan olmadı…
Muhalefet ise bizim bu makalelerimiz karşısında, haksız tutuklamalara tepki vereceği yerde, “Adalet gereğini yapar, adalet yerini bulur, telaşa gerek yok…” diye yanıt verdi.
Yine aynı yıllarda “Laiklik ilkesinin çiğnendiğini, Fethullah gülen örgütünün devlet kurumlarını hızla teslim aldığını, tehlikenin hızla yayıldığını” yazılarımızla gözler önüne serdik…
O zamanlar aydınların, yerli ve yabancı basının da Türkiye için duyduğu bu kaygılar karşısında şu yanıtlar verilmişti:
“Bugün için Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz.”
“Ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler.”
Biz de o zaman,24.09.2010 tarihinde şu yanıtı vermiştik:
“Hangi taşı kaldırsanız altından cemaat çıkıyor… ‘Aziz vatanın kaleleri birer birer zapt edilirken’ siz nasıl “Ben cemaatlere saygılıyım” diyebiliyorsunuz?
Bir yerde Nurculuk, Süleymancılık, Fethullahçılık olur da siyasallaşma, siyasal İslam olmaz mı? Bir yerde tarikatlar, cemaatler olur da orada demokrasinin D’sinden söz edilebilir mi? Cumhuriyetin ilanından bu yana Türkiye ne çektiyse bu akımlardan çekmedi mi, hâlâ da çekmiyor mu?”
Biz söyledik, biz dinledik…
Şimdi yine uyarıyoruz ve diyoruz ki, “Korku imparatorluğu kuruldu, artık sınırları genişletme savaşları başladı…”
Hedef korku ve baskı düzeninin yerleştirip, “Tek adam diktatörlüğü”ne gitmek, muhalif sesleri susturmak…”
Bu alanda hayli yol alındığını da söyleyebiliriz…
Artık insanlarımız, “Evde evlad ü ıyal (çoluk çocuk, eş) var. Bana ne haksızlıklardan, hukuksuzluklardan, ben mi kaldım dünyayı düzeltecek, herkesin başına gelenleri görüyoruz, ya tutuklanırsam, ya hapse atılırsam, ya hapislerde çürürsem… Kim bakacak aileme? Azıcık aşım, ağrısız başım, bana dokunmayan yılan bin yaşasın…” demeye başladı…
Oysa onlar bu yolun çıkmaz bir yol olduğunun, bu yolla insanların teslim alınıp sömürüldüğünün, limon gibi sıkıldığının, yılanın zamanla ejderhaya dönüşeceğinin farkında bile değiller…
Medyamız da aynen insanlarımız gibi hareket ediyor…
“Bana ne gerçeklerden, baskıdan, zulümden… Ben dümenime, çıkarıma bakarım… Ben kesemi doldurmaya bakarım…” diyor.
Dün el bebek, gül bebek olanların, birden, “Tu kakaya dönüşüp” içeriye atılması gibi, zamanla kendilerinin de ufak bir yanlış yapması halinde cezalandırılacağını düşünmüyorlar…
Düşünemiyorlar…
Bu ortamda ve sevgili vatanımızın bu kötü gidişatı karşısında, sadece kendi çıkarını düşünen, uyumayı, sessizliği, tepkisizliği tercih edenlere karşı bize de ninni söylemek düşüyor:
“Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana…
“Eeee, eee, eee…”
Uyusun da büyüsün ninni…
Bir yanıt yazın