bu gidişim, siktir olup gitme değil kesinlikle. siktir olup gitme kısmı, kesin tarihi bilemesem de, yaklaşık 3-4 yıl önce oldu sanırım. o tarihten bu yana vücudum ülkede olsa da kafa olarak türkiye’de değildim. son 3-4 yılım, kendime yarattığım bir fanusun içinde, adeta istanbul’da uzun süreli bir turistik ziyaretteymişçesine geçti. gitmeyi bir kere kafaya koyduğun anda, gidiyorsun. öyle olunca da, herkesle vedalaşıp, valizleri toplayıp uçağa binme kısmı formaliteye dönüşüyor.
kim olduğum anlaşılmasın diye çok detay veremeyeceğim, ancak istanbul’da neleri bırakıp geldiğimizi anlatmak istiyorum. maksadım hava atmak değil, belki birkaç kişiyi daha cesaretlendirmek. eşimle birlikte aylık gelirimiz yaklaşık 12 bin tl idi, ofise yürüyerek gidip geliyordum, iş garantim vardı. istanbul’un en güzel semtlerinden birinde, çok uygun kira ile oturuyorduk. buraya gelmeseydim, türkiye’de sektörümde yönetici pozisyonuna yükselip aylık 15 bin maaşı görmem an meselesiydi.
3 yıl önce ayrılmayı kafaya koyduktan sonra, türkiye’de hiçbir yatırım yapmadım. aylık harcamalarımızı olabildiğince kıstık. kıyafet, eşya, dışarıda yeme içme için daha az harcanabilseydi, yapardık. paramızı yurtdışında işimize yarabilecek sertifikalar ve eğitim için harcadık.
peki neden? türkiye artık benim ve benim gibilerinin değil. zorlamanın, takıntı yapmanın alemi yok. dönüşüm gerçekleşti. bundan sonra daha iyiye gitmeyecek. kimse kusura bakmasın. türkiye’de cumhuriyet değerleri ve yaşam tarzı gittikçe daralan gettolara sıkıştı. her geçen gün, çember daha da daralacak. bunu fark edenler, sessiz sedasız gitme hazırlığındalar, veya gittiler. kendileri gidemeyenler, çocuklarını gönderdi. ama korkarım ki zaman azalıyor.
alternatif ne peki? kalıp mücadele edilmeli cephesi var, ki bunun polemiğine gitmek istemiyorum. bence kaybedilecek savaşa girmek aptallıktır. veya kalıp dar gettolarda yaşamaya devam etmek. güvenlikli site, özel okul, rakılı facebook fotoğrafları, haftasonu polonezköyde brunch, yapabilenler bayram tatillerinde yurtdışı, arnavutköyde balıkçıda yıldönümü kutlaması.. arada tiyatro, konser..
maddi durumu olan orta-üst sınıf bu hayatı bir süre daha sürdürecek. ama dediğim gibi, gelecek yok. böyle mutlu olabilmek için sürekli inkar içinde olmalı insan. ben ailemle kahvemi veya biramı içerken boğazın öte yanında benden 4 kat daha kalabalık olan güruhun benden ve benim temsil ettiğim her şeyden ölesiye nefret ettiğini, fırsatını bulduğunda beni yok edeceğini bilmek o kahveyi boğazıma tıkıyor. biraz farkındalığı olan, türkiye’de geceleri rahat uyuyamaz. bunlar daha önce yaşandı, tekrar yaşanmaması için bir sebep yok. fırsatını bulduğunda ermeni, rum, yahudi komşularının boğazını kesen, mallarına çökenler uzaydan gelmedi. torunları da aramızda. herkes böyle demiyorum, belki bunlar azınlıktalar. ama o an geldiğinde, milletin sessiz çoğunluğu haksızlığa karşı dikilecek mi, yoksa kendi işine gücüne mi bakacak?
belki de abartıyorum, bu en kötü senaryo. belki sokaklarda saçlarımızdan sürüklenmeyeceğiz.
belki yalnızca bana kalsa, rahatımı ve rutinimi yine bırakmazdım. neticede bu toprakların mahsulüyüm, yolumu bir şekilde bulurum. ama bu ortamda çocuk yapma sorumluluğunu alamadık.
—————
dün akşam üstü bunu yazıp kenarda dursun diye bıraktım. beşiktaş’ın maçı vardı.. maçı izledim, beşiktaş her kazandığında yaptığım gibi antu forum’a girdim, kafa buluyorum. sonra ekşi’ye baktım tekrar, istanbul’da patlama sesleri.. sonrası malum. avucumun içi gibi bildiğim yerler. yüzlerce kez eve giderken geçtiğim, tepedeki tabureli çay bahçesinde çay içtiğim maçka parkı. defalarca maç izlediğim vodafone arena. her öğlen dolmabahçeye inerken geçtiğim beleştepe. kaç kere çevik kuvvet otobüslerini süzer plazanın, beleştepenin orada gördüğümde aklıma bu ihtimal gelmişti. bu sefer gerçek olmuş. ben yoktum. bok gibi hissediyorum.
yitirilen onca canın yanında lafı olmaz tabi, benim ne hissettiğimin. bu ülke hakkında ne tahminde bulunduysam, ne yazık ki haklı çıktım. kalıp mücadele etmek elbette ki onurlu. ancak kiminle ve ne ile mücadele edilecek. düşman topla tüfeğiyle gelmiyor. ananla, babanla, çocukluk arkadaşlarınla, akrabalarınla mı mücadele edeceksin.. bu ülkedeki cehalet o kadar baskın ve yoğun ki, akıl ve mantığın bir köşede tutunmasına, kök salmasına bile müsaade etmiyor. atatürk zamanında bir güç vakumu buldu ve silah zoruyla bazı şeyleri dikte ettirdi, toplumun bir kısmını dönüştürmeyi başardı. kalanlar, kalan sessiz çoğunluk, içten benimsemedi asla. biz buyduk. 1930’larda da, 40’larda da buyduk. iki ayrı toplum. türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle bu dönüşümün yavaşlatılması, geriye çevrilmesi mümkün değil. tayyip gidip başkası gelse ne değişecek. olayları kendi seyrine bırakıp uzaktan izlemek en iyisi.
dediğim gibi, umarım yanılırım. ama gördüğüm kadarıyla türkiye’de nefes alma alanı giderek daralıyor. istenilse de yurtdışına taşınmanın mümkün olmadığı günler çok uzak olmayan bir gelecekte yaşanabilir. gerek türkiye’den çıkamama, gerekse de diğer ülkelere girememe anlamında. belki ben paranoyaklaştım, ama krizler yavaş yavaş gelmez, bir anda gelir. o anda herkes kapıkule’ye, atatürk havalimanı’na hücum ederse yaşanacakları tahayyül edemiyorum.
türkiye’de kalmaya niyetli olmayanlar bence şimdiden hazırlıklarını yapıp en kısa sürede kapağı atmaya baksın. üçe beşe bakmadan malı mülkü satıp uzamak en iyisi. böyle bir imkanı veya niyeti olmayanlara ise tavsiyem evlerde daima bir miktar gıda stoğu ve altın/döviz cinsi varlık bulundurmaları, gereksiz harcamalardan kaçınmaları.