24 Kasım’da AB Parlamentosu Türkiye’nin birliğe katılımı üzerine görüşmeleri dondurma kararı aldı.
Ardından AB ile Türkiye arasındaki gerilimler görülmemiş boyutlara tırmandı.
13 Aralık’ta AB Bakanlar Konseyi, Türkiye ile görüşme müzakerelerinde yeni fasılların açılmasından geçici olarak feragat edileceğini duyurdu.
*
Bu çatışma; Türkiye ile AB/NATO müttefikleri arasındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı büyük güçlerin 15 Temmuz darbesini örtülü olarak desteklemeye götüren gerilimlerin bir devamıdır.
*
AB Parlamentosu,Erdoğan’ın darbenin ardından uygulamaya koyduğu olağanüstü hali eleştiriyor.
Erdoğan ise “Belki bir üç ay daha, belki bir üç ay daha uzatılacak. Size ne ya? Bu ülkeyi Avrupa Parlamentosu mu yönetiyor, yoksa bu ülkenin hükümeti mi yönetiyor? Size ne? Haddinizi bilin haddinizi, geçti o. Onlar mazide kaldı” gibi ifadelerle sert tepki veriyor.
*
Peki ama bunca gerginlik durmaksızın neden yükseliyor?
*
Bir zamanın can ortakları, İslamcılığın siyasi lideri Erdoğan ve dini lideri F.Gülen, Yüce İslam dinini dünyevileştirme görevindeydiler.
İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin yalnızca Türkiye’de değil,
İslam ülkelerinde de toplumsal istikrarı sağlamadığı, ülke dinamiklerini tükettiği ve Batı’ya dayanılmak zorunda kalındığı siyasetini temel aldılar…
*
Bu kâfir ve niteliksiz siyaset dinamiğinin bir ucunda CIA ve MOSSAD’dan satın alınan destek,
Diğer ucunda CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar vardı…
*
Nitekim Batı, Arap dünyasında egemenlik kurmak için Araplık ve İslam uyumluluğundan oluşan bir ideoloji üzerine oturan ülkelerin ideolojilerini değiştirmek için açtığı lağvetmek savaşında vekil güçlerini kullanmaya başladı.
*
Ancak Eylül 2012’de, İslamcıların Libya Bingazi’de ABD Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıyla,
Batı’nın küresel enformasyonel emperyalizmi;
İslamcılığın demokrasi ile bir ilgisinin olmadığını, İslamcılığın ülke ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmasının olanaksızlığını, İslamcılığın tüm Ortadoğu ülkelerine Arap Baharı olarak yansıyan devrimi çaldığını anladı…
*
İslamcı ideolojinin kaçınılmaz cihadçı yüzüyle karşılaştılar.
Bu Batılı toplumlarda büyük bir korkunun eşiğini oluşturdu.
*
1- İslamcının siyaset yapmaması ve İslami bir gündem ile devlet idaresi arasına engel konulması öngörüldü.
Tıpkı Ağustos 2013’te Mısır’da M.Mursi’nin darbe ile tasfiye edildiği üzere Türkiye’deki İslamcılığın dini ve siyasi lider kadroları da tasfiye edilmeliydi…
*
Bugün Türkiye’de bir dönüm noktası niteliği taşıyan 15 Temmuz’un dış bağlantıları deşifre olmuştur.
İncirlik’teki merkezde Afganistan’da konuşlu Uluslararası Destek Gücü’nün ( ISAF) Komutanı General John F. Campbell’ın, başarısız olması planlanmış kanlı isyanın organizatörü olduğu biliniyor.
*
Bu organizasyonla, Türkiye’nin yapısında bir çınar ağacının topraktaki köklerinin yayılımını andırırcasına örgütlenen dini lider Fethullah Gülen ve türevleri tasfiye edilmiştir.
Gülen ABD’de rehindir ve nihayette yargılanmayı bekliyor…
İslamcı ideolojinin tasfiye edilmesinde sıra İslamcı lider kadrolardadır.
*
2- Eylül 2013’te ABD Kongresi’nde Suriye ile ilgili bir sunumda, Savunma Bakanı C.Hagel ve Genelkurmay Başkanı M.Dempsey, bölgenin “Kürdistan”a bırakıldığını açıklamıştır.
O saatte Fransa ve Birleşik Krallığın aklında da Türkiye’de değil ama Suriye ve Irak’ta kendilerini cömertçe karşılayacak Kürtleri sömürgeleştirerek onlara bir devlet kurmak vardır…
*
B.Krallık ve Fransa Ortadoğu’da yeni dengelerin oluşturulması sürecine bu projeyle katıldılar.
31 Ekim 2014’te Fransa’da Cumhurbaşkanları Hollande ve Erdoğan, PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm ile toplandı.
Sonra Dışişleri Bakanları A.Juppe ve A.Davutoğlu bir mutabakat imzaladılar.
*
Mutabakata göre; Türkiye’deki PKK’lı Kürtler Suriye’ye sürülecek,
Suriye’de Fransa’nın, Irak’ta Birleşik krallığın gelecekteki çıkarlarını da sağlayacak yeni bir devlet kurulacaktı…
*
Türkiye’de “Barış ve Kardeşlik Projesi”ne son verildi.
Terörle mücadele adına milyonlarca Kürt vatandaş yaşadıkları köyler, beldeler ya da kentler başlarına yıkılarak ıslah edilmeye başlandı…
*
Proje; Fransız-İngiliz ortak hava saldırılarına, Türk Ordusunun desteklediği Özgür Suriye Ordusu, Sünni Arap Güçleri yani Türkmen milisler ve hem Suriyeli YPG, hem de Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin peşmergelerinin destek vermesi üzerine inşa edilmişti.
Rakka ele geçirildiğinde Irak Bölgesel Kürt Hükümetine teslim edilecekti.
Irak’tan Suriye’ye uzanan bir Kürdistan ilan edilecek,buradaki Suriyelilerin yerine 10 milyon Türkiyeli Kürt nakledilecekti…
*
Erdoğan o gün başbakandı; “Kürdistan’ın” gündeme gelmesini Türkiye’de Kürt sorununun içinin boşaltılmasına fırsat yaratacağı düşüncesiyle karşıladı.
Üstelik,Kürdistan’ı savunacağı için hem dış dünya nezdinde, hem de Kürtlerin;
Türkiye ve İsrail’in bölgedeki politikaları gereğince kendilerine vaad edilen İran sınırından Doğu Akdeniz’e uzanan özgür “Kürdistan” toprakları üzerinde Kürtleri, Arap ve Ermenilerden ayıracağını ve Kürt birliktelikleğini sağlayacağını;
Türkiye Kürtlerinin de desteğini alarak ‘Muhteşem Sultan’ olarak anılmayı öngördü.
*
Ancak Ekim 2015’te Rusya’nın Suriye İç Savaşına askeri müdahalesiyle Juppe projesi sarsıldı.
Erdoğan, Juppe projesinin ve Türkiye’nin Kürtlerden arındırılması düşünün gerçekleştirilmesi olasılığının kalmadığını anladı…
*
Üstelik ABD, Ortadoğu üzerindeki hegemonyasına potansiyel bir engel olarak Rusya ve İran ittifakının ortaya çıkmasından kaygılıydı.
Halep’te yaşanan savaşın sonunda gerek uluslararası güçlerin gerek bölge güçlerinin geleceğinin belli olacağı ya da kazanan tarafın tüm başarıların da sahibi olacağı bir konum oluşmuştu.
*
ABD’nin Esad’a karşı İslamcı isyanı destekleme stratejisi yenilgiye uğramış,
AB ise Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerde mezhepçi bölünmelerle oluşturulacak eksende bir plana ortak olmaya çalışmaya yazıyordu.
Bu Batılı müttefiklerin her birinin açık bir düşmanlıkla kendi stratejik çıkarları peşinde koşmak üzere aralarındaki rekabetin derinleştiğini gösteriyordu…
*
15 Temmuz’daki darbe girişimi ardından Erdoğan, ABD’nin Suriye ve Irak’taki yükümlülüklerinden kurtulmak için işlediği suçların sorumluluklarını yükleyebileceği bir günah keçisi aradığını farketti.
Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile uzlaşmaya yöneldi.
IŞİD’e karşı ortak operasyonlar gerçekleştirmeyi: Suriye ve Irak’ın demokratik bir devlet olarak bağımsızlığını ve bölünmemesini: Suriye’nin geleceğini Suriyelilerin belirlemesini teklif etti.
Şimdi TSK; Suriye Kürt güçlerinin koridor oluşturmasını engellemek üzere Cerablus ve El Bab bölgesinde güvenlikli bölge inşa ediyor.
Rakka’nın PYD’li Kürtlerin eline geçmemesi için teyakkuzda bulunuyor.
*
Ancak Erdoğan 15 Temmuz’da bizzat dini lider F.Gülen’in tasfiyesinde rol almasına rağmen
“AB;Türkiye ile mi, yoksa Avrupa’da kol gezen terör örgütleri ile mi işbirliği içinde olacaktır, bunun kararını vermelidir” söylemiyle, İslamcılık ideolojisinin siyasi lideri olduğunu kamufle ediyor.
AB’nin darbeyi desteklemesi ve bilhassa sürüklemesinden ve Türkiye’nin Terörle Mücadelesini eleştirmesinden rahatsızlığını gösteriyor.
*
AB Parlamentosu oylamasının öncesinde AB’nin baskısına batı sınırlarını açarak ve Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya toplu halde gitmelerine izin vererek karşılık vermiştir.
“Bana bak eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır bunu da bilesiniz” derken,
Çin’in önderliğinde güvenlik ittifakı Şanghay İşbirliği Örgütü ile ittifak kurabileceği, AB ve NATO ile köprüleri atabileceğinin tehdidini savuruyor.
*
Tırmanan anlaşmazlık, Türkiye’nin AB üyeliği ya da Suriye savaşındaki şu ya da bu taktiksel değerlendirmeyle sınırlı değildir.
AB’nin Erdoğan yönetiminin politikalarına yönelik eleştirilerinin demokratik ya da insani endişelerle değil, ama Avrupalı büyük emperyalist güçlerin jeopolitik çıkarlarıyla harekete geçirildiğini görmek gerekiyor.
*
Bu durum, Batı kapitalizminin kendi nesnel ekonomik ve toplumsal krizinde ve zayıflamasında;
Türkiye’den İslam ülkelerine İslamcı siyaset ideolojisinin siyasi kadrolarının etkisizleştirilmesine AB’yi görevlendirmiş olmasından kaynaklanıyor.
Erdoğan siyasi kaldıraç olarak Suriyeli sığınmacıları kullanarak kendi yayılmacı gündemini izlerken,
AB ise Suriye savaşının ana yükünü Türkiye’ye yüklemeye çalışıyor.
*
Bu, BM Genel Sekreterliği görevine başlayan A.Guterres’in “BM’in eksikliklerini fark edip onları giderecek reformlar yapmalı” mesajını da tamlıyor.
Erdoğan AB’nin ekonomik ve siyasi üstünlüğünden hareketle;
Suriye ve Irak’ta radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmek ve savaşa salmak: Diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek: Başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak ve benzeri fiiller ile Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle de BM’in yeni reformlarına savaş hukuku içtihadları oluşturmaya emsal olmaya sürükleniyor.
*
Üstelik Erdoğan’ın; Suriye’deki savaşa katılımı artan işsizlik, yükselen fiyatlar, büyüyen borçluluk ve yoksulluk nedeniyle içeride karşı karşıya olduğu güçlükleri çözmemiş, aksine derinleştirmiştir.
Dahası, ABD’nin, Suriyeli Kürt milislerle kurduğu ittifak Kürdistan sorununu öne plana çıkarmıştır.
*
Başta ABD ve Almanya olmak üzere büyük emperyalist güçler tarafından desteklenen ya da en azından ses çıkarılmayan 15 Temmuz darbe girişimi;
Türkiye-Batı ilişkilerine yönelik büyük bir darbeydi…
Bu Ortadoğu’nun, Irak’ta ve Suriye’de sürmekte olan savaşlar yoluyla yeniden paylaşımına ilişkin emperyalist yönelime paralel olarak Ankara’nın Doğu’da yeni ortaklar arayışına girme yönündeki girişimlerine neden olabilecek ama Türkiye’nin AB’ye üyelik girişimlerinin çökmesinde de büyük bir rol oynayacaktır.
Önüne geçilemezse…
15.12.2016
Bir yanıt yazın