Rusya, Suriye’deki çatışmayı ancak Suriyelilerin çözebileceğini esas alıyor.
Batılı ve bölgesel ortaklarına jeopolitik mühendislik yapmaya son vermeleri,Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ile toprak bütünlüğüne saygı duymaları yönünde çağrılar yapıyor.
Yeni seçilen ABD Başkanı D.Trump ve dış politika ekibinden uygulanabilir adımlar atmasını ve işbirliğinin yapıcı olmasını istiyor…
*
Bu sırada Suriye birlikleri Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah güçleriyle birlikte doğu Halep’te, ABD destekli isyancıları bozguna uğratmaya devam ediyor.
Devlet Başkanı B. Esad, muhalifi İslamcı güçlerin elinde olan bölgenin üçte ikisinin kontrol altına alındığını açıklıyor.
*
ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği operasyonunda İslamcı vekil güçlere bel bağlama girişimi darmadağın olmuştur.
Washington, Esad ve Rusya’nın ılımlı muhaliflerin kalmasına izin vermesine karşılık El Nusra Cephesi savaşçılarını kentten çıkartmayı amaçlayan bir anlaşma için bastırıyor.
Moskova ise tüm isyancı grupların kentten ayrılmasını talep ediyor.
*
Bu noktada Rusya ve Çin; Suriye Ordusu saldırılarından ağır hasar alan El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin yönetimindeki ılımlı muhaliflerin;
Yeniden toparlanması için Washington’un talebi doğrultusunda İspanya, Mısır ve Yeni Zelanda’nın BM Güvenlik Konseyine önerdiği “derhal yedi günlük ateşkes” uygulanması kararını veto etmiştir.
*
ABD ve müttefikleri ise vetoya karşılık olarak Rusya’yı ve Suriye’yi insan haklarına aykırı davranmakla suçluyor.
Beyaz Saray sözcüsü J. Earnest, Suriye’nin ve Rusya’nın saldırılarının utanç verici olduğunu açıklıyor.
*
Halbuki Washington, yalnızca Suriye’de rejim değişikliği gerçekleştirmek amacıyla iç savaşı kışkırtmamıştır.
Enerji zengini bölgede egemenliğini sağlamlaştırmak amacıyla 20 yıldır kesintisiz savaş sürdürüyor.
Irak’ta, Suriye, Afganistan, Yemen, Libya, Mısır’da ve daha bir çok ülkede milyonlarca yaşama mal olan şiddetin başlıca sorumlusudur.
Ama gösterdiği bu ikiyüzlülük nefesleri kesiyor…
*
Bu sırada D.Trump, henüz Suriye stratejisini açıklamamıştır.
Yinede Başkan Obama’nın vekil ve ılımlı muhalif güçlere güvenmesini eleştiren,Kongre’de IŞİD’e karşı kara birlikleri gönderilmesi yetkisi veren bir kararı talep eden;
M.Flynn’i ulusal güvenlik danışmanlığına, General J.Mattis’i savunma bakanlığına ataması siyasi bir değişiklik olarak algılanıyor.
ABD’de militarizmin destekleyicilerinin oluşturduğu bir bakanlar kurulu;gelecek yönetimde militarist politikanın yoğunlaşacağı yönündeki beklentileri yükseltiyor.
*
Çünkü, ABD politikasının Suriye’deki bozgunu, AB’nin bölgedeki çıkarlarında zarara uğraması anlamına geliyor ve kendi inisiyatifini önermesine yol açıyor.
Nitekim, AB Dış Politika Şefi F.Mogherini, Brüksel’in;Suriye rejiminin ülkenin kimi bölgelerin kontrolünü muhaliflere vermesi durumunda Esad’ın iktidarda kalmasını kabul edebileceğini,
Bu anlaşmayı kolaylaştırmak için mali yardımda bulunulacağını öneriyor.
*
Bu öneri AB’nin Suriye’deki çıkarlarını güvence altına almaya yönelik bir hamledir.
Ama Batılı müttefiklerin her birinin açık bir düşmanlıkla kendi stratejik çıkarları peşinde koşmak üzere aralarındaki rekabetin derinleştiğini de gösteriyor.
Şimdi ABD’nin Esad’a karşı İslamcı isyanı destekleme stratejisi görünüşte yenilgiye doğru giderken,
AB; Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerde mezhepçi bölünmelerle oluşturulacak eksende bir plana ortak olmaya çalışıyor.
*
ABD, Asya-Pasifik bölgesinde “Pivot to Asia” politikası doğrultusunda, askeri varlığını daha da arttırmak ve ekonomik yaptırımlar uygulayarak Çin ile yollarını ayırmaya yönelmiştir.
28 Ekim’de BM Güvenlik Konseyi’nde, Birleşmiş Milletlerin Rusya ve Çin’in fiili olarak içinde yer aldığı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile çalışmasını reddetmiş,
16 Kasım’da ABD Temsilciler Meclisi’nde “İran Yaptırımlar Yasası”nın 10 yıl daha uzatılmasının kararını almıştır.
15 Kasım’da Temsilciler Meclisi’nde kabul ettiği, cihatçıların elindeki yerleri koruyacak şekilde Suriye topraklarında uçuşa yasak bölge oluşturulmasını öngören “Suriyeli Sivilleri Koruma Yasası”nı da Senato’ya göndermiştir…
*
Bütün bunlar ABD’nin, dünyayı iki farklı alana bölmesi, böylece küresel serbest ticarete, ekonomik küreselleşmeye “bir ara” verdiği anlamına geliyor.
Bir tarafta ABD’nin yönettiği tek kutuplu bir dünya, diğer tarafta Rusya ile Çin’in çevreleriyle kendi aralarında işbirliği yapan devletlerin dünyası oluşuyor.
Ve Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerde mezhepçi bölünmeler esaslı bir planın yürütüldüğü anlaşılıyor…
İki vizyon ön plandadır.
*
Birincisi; İslam dünyasının dini yönetimi için İran ile Suudi Arabistan arasında yaşanan rekabetin ötesinde Türkiye’nin de ön planda olduğu durumdur:
57 ülkeli İslam İşbirliği Teşkilatında temsil edilen ve dünya nüfusunun yüzde 22’sine karşılık gelen yüzde 80’i birçok tarikatta Sünniler ve karşısında yüzde 20’si Şii varlığıyla bölünmüş 1.6 milyarlık nufus.
Rusya’nın yüzde 20’si Sünni Tatardır, Hindistan’ın yüzde 20’si Müslüman.
Çin’de Uygur ve Moğollar ile Sincan özerk eyaletindeki Türk halkının bir bölümü de olmak üzere toplam 10 milyon Sünni yaşıyor…
*
Bu bölgede Basra Körfezinin altı petrol monarşisi ortak tek para birimini oluşturmayı hedefliyor.
Suudi Arabistan para biriminde dolara karşı sabit döviz kuru uyguluyor.
Ve bugün oluşan konjonktürde Türkiye’de hükümet, dolarizasyonun önüne geçmek bahanesiyle vatandaşlardan yastık altı dövizlerini bozmalarını istiyor.
Aslında el konulan FETÖ sermayesine ait şirketlerin ve özerk kuruluşların dolar varlıkları Türk Lirasına çevriliyor.
AB ya da Türkiye, biri ötekini dışlamaya hazırlanırken; ardından İstanbul Borsasının çöküşüyle birlikte TÜSİAD sermayesinin elden çıkarılışı senaryolaştırılıyor.
Bu sırada Türkiye’nin MÜSİAD sermayesi ile birlikte işbu Sünni İslam-Türk dünyasına dönmesi öngörülüyor.
Bu öngörüyü AKP hükümetinin olmazsa TSK’nın yerine getirmesi bekleniyor…
*
İkincisi; Katif, Suudi Arabistan’ın Doğu Bölgesi’nde, Basra Körfezi kıyısında bulunan bir şehridir.
Suudi petrol endüstrisinin merkezidir, 12 petrol boru hattıyla Tanura ve Daran kentlerindeki devasa petrol rafinerilerini besliyor.
Suudilerin Katif petrol sahasında ürettiği, 30 bin muhafız tarafından korunan günlük 10,3 milyon varilin büyük bölümü, Şiiliğin tam da kaynamakta olan kalbinden geçiyor.
Birkaç günlük bir kesinti, petrolün varil fiyatının 200 dolar üzerine çıkmasına ve küresel bir ekonomik krize neden olabilecektir.
Katif sahası hem ABD/AB ile Rusya ve Çin arasındaki jeostratejik kırılmanın temellerinden birini oluşturuyor.
Hem de Suudi Arabistan ve İran’ın aralarındaki gerginliğe feda edilmemesi gerekiyor.
Nitekim bu yüzden de Ortadoğu Sünni ve Şii eksende bölünüyor.
*
Böylece AB; Avrupa sermayesi tarafından desteklenen bölgelerin mezhepçi eksende bölünmesiyle yeni plana ortak olarak çıkarlarını sağlayabilecektir.
Güya…
9.12.2016