Değerli Dostlarımız,
Kıbrıs Türk Basın Konseyinin KKTC Cumhurbaşkanı M. Akıncı’ya hitaben gönderildiği 8 sayfalık mektup ilişikte bilgi ve değerlendirmelerinize sunulmaktadır.
Saygılarımla,
Haluk DURAL
Milli Merkez Genel Sekreteri
Sayın Mustafa Akıncı
KKTC Cumhurbaşkanı,
Lefkoşa
Son günlerde Kıbrıs sorununun çözümüne çok yakın olduğumuz mesajlarını almaktayız. Ne var ki çözümün nasıl olacağı ile ilgili esrar perdesi devam etmektedir.
Açıkça ifade edelim ki bu gizliliği onaylamıyoruz. Doğru olan her aşamada önemli hususları halkın bilgisine getirmeniz ve ülkemiz aydınlarının tüm olasılıkları tartışmasına olanak sağlamanızdır.
Türk tarafında özenle sürdürülen gizliliğe karşı Rum kesiminde halkı bilgilendirme ve görüş alış verişinde bulunma çalışmaları devam etmektedir. Rum kesiminin bu yaklaşımını şeffaf yönetim ve demokrasi anlayışına daha uygun bulmaktayız. Maalesef bu nedenle en hayati konuları Rum kesiminden öğrenmek zorunda kalmış bulunuyoruz.
Gizlilik içinde yürütülen görüşmelerin Kıbrıs Türk Halkını aldatma operasyonuna dönüşme olasılığı vardır. Bu nedenle 1974’den beri devam eden barış ortamından uzaklaşacağımız ve bir iç savaşa doğru gideceğimiz kaygısı içine girmiş bulunuyoruz.
Elde ettiğimiz bilgilere göre dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş, sadece güçsüz toplumların ezilmesi sonucu doğuracak HİLKAT GARİBESİ bir federasyon kurulmak istenmektedir. Mülkiyet sorunu, toplu göç yaşanmış ülkelerin hiçbirinde uygulanmamış ve uygulanması düşünülemeyecek bir şekilde, bireysel yöntemle yani iki halkın bireylerini karşı karşıya getirip kavga ettirerek çözülmeye çalışılmaktadır. Böyle bir uygulamanın gerçekleşmesi halinde Kıbrıs’ın demokrasi, barış ve çözüm getirilecek diye iç savaşa sürüklenmiş diğer Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) ülkelerinden farkı olmayacaktır. Kıbrıs çözümsüz sorunlar ve çatışmalar içine girecek, Libya, Irak, Suriye’ye benzeyecektir.
Algı operasyonları ile Kıbrıs’ın Türk kesiminde 1974’den beri mevcut barışı, kabul edilemez bir durum, çatışma ortamı yaratılmasını ise barış olarak niteleyen bir kesim oluşmuştur. Sürekli olarak uluslararası çevrelere yağ çeken bu kesim onların çıkarları doğrultusunda mevcut barışı ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Kendilerine solcu, barışsever veya ilerici diyen fakat gerçekte Rum milli tezini desteklemekten başka bir şey yapmayan bu kesimi uyarma ve gerçekleri anlatma görevinin size düştüğüne inanıyoruz.
Rum milli çıkarları 1974’den beri Kıbrıs’ta mevcut barış ortamının kalıcı olmasını engellemeyi ve zamanla tüm Kıbrıs’a egemen olabilecekleri bir ara düzen oluşturmayı gerektirmektedir.
Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen uluslararası güçler de Kıbrıs’ta kontrol edilebilir bir kaos veya iç çatışma ortamı yaratmayı çıkarlarına daha uygun bulmaktadırlar. Bu tehlikeli gidişi durdurma görevi size düşmektedir. Bunu yapabilmeniz ve atılacak adımları gözden geçirmeniz için aşağıdaki hususları bilginize getirir sorduğumuz soruları yanıtlamanızı rica ederiz.
Rum Propaganda ordusu ile onlarla işbirliği yapan uluslararası güçler algı operasyonları ile Kıbrıs’ın ateşe atılmasına neden olacak yalanları Kıbrıs Türk Halkının bilincine işlemeye çalışmaktadırlar. Cumhurbaşkanı olarak gerçekleri söyleyerek halkımızı bu yalanlardan kurtarmanızı rica ederiz.
1) İki halkın siyasi eşitliği yalanı
Varılacak çözümde siyasi eşitliğin sağlanacağını söylüyorsunuz. 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde iki halkın siyasi eşitliğini sağlayan Cumhurbaşkanı Muavininin veto hakkı ve yasaların iki halkın milletvekilleri tarafından ayrı ayrı kabul edilmesi gereği idi. Kıbrıs Cumhuriyetinde Başkanlık sistemi uygulandığı için bu düzenleme iki halkın anlaşarak adayı yönetebileceği anlamına geliyordu. Aldığımız duyumlara göre siz Kıbrıs Türklerinin veto hakkından vazgeçmeyi düşünüyorsunuz. Buna karşılık önemsiz ve etkisiz bazı haklar, yani kağıt üstünde kalacak makyaj düzenlemeleri elde etmeyi yeterli bulmaktasınız. Bilginize getirmek isteriz ki eşitliği sağlayan kurallardan uzaklaşarak saf insanları aldatmak için tasarlanabilecek düzenlemelerle siyasi eşitlik sağlamak mümkün değildir.
Siyasi eşitlik büyük ve küçük bağımsız devletler arasında olur. 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde siyasi eşitlik veto hakkı ile gerçekleşmişti. Daha sonra fiilen iki devlet oluştuğu için eşitlik bulunmaktaydı. Buna karşılık bir federasyonda %80 ile %20’nin arasında eşitlik söz konusu olamaz. Özellikle veto hakkı yitirildikten sonra gösterişten başka işe yaramayan düzenlemelerle Kıbrıs’ta siyasi eşitlik olduğunu iddia etmek mümkün olmayacaktır. Tasarlanan koşullarda siyasi eşitlik olduğunu iddia etmek ciddi uluslararası ortamlarda ve uluslararası Mahkemelerde alay konusu olacaktır.
Bu nedenle veto hakkından vazgeçilip vazgeçilmediği konusuna açıklık getirmenizi rica ederiz. Saf insanları aldatmak için düşünülebilecek düzenlemelerle halkımızın haklarının yitirilmeyeceğini açıklamanızı rica ederiz.
2) Mülkiyet sorununun Almanya benzeri bir formülle çözülebileceği yalanı
Dünyada savaşlardan ve toplu göçlerden sonra mülkiyet sorununun nasıl çözüldüğünü öğrenmek zor değildir. Böyle bir durumda mülkiyet sorunu toplu olarak, yani devletler arasında tüm tazminat konularının dikkate alındığı bir anlaşma ile çözülür. En iyi formülü Atatürk, Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus ve taşınmaz mal mübadele anlaşması ile gerçekleştirmiştir. Atatürk formülü dünyada tüm savaşlardan ve toplu göçlerden sonra barışsever insanların izlediği veya izlemeye çalıştığı bir yöntem haline gelmiştir. Bu formülün barışı gerçekleştirmede başarısı nedeniyle Yunan Başbakanı Venizelos, Atatürk’ü 1934 yılında Nobel Barış ödülüne aday göstermiştir.
Bu gerçeğe rağmen Kıbrıs’ta hiçbir yerde olumlu sonuç vermemiş ve yeni iç savaşlara neden olmuş bireysel yöntemle mülkiyet sorununun çözülebileceği yalanı sürekli olarak söylenmektedir. Bu bağlamda Almanya’nın bu yöntemle mülkiyet sorununu çözdüğü ve bizim de aynı başarıyı gösterebileceğimiz öne sürülmektedir
Bilginize getirmek isteriz ki uluslararası alanda en büyük sahtekarlık benzemeyen olayları emsal göstermekle gerçekleşir. 2.ci Dünya Savaşında Polonya’dan ve Çekoslavakya’dan göç eden Almanların durumu, Kıbrıs’ta 1974’de göç edenlere benzemektedir. Buna rağmen Kıbrıs Türk halkını aldatmak isteyenler bu gerçeği göz ardı ederek hiç ilgisi olmayan bir durumu emsal göstermekte ve Kıbrıs’a hiç benzemeyen koşullarda iki Almanya’nın birleşmesinde yapılan anlaşma ve yasayı örnek almaya çalışmaktadırlar.
2004 yılında Çekoslavakya’dan göç eden Sudet Almanları bugün Kıbrıs’ta uygulanmak istenen yöntemle, yani bireysel olarak hak talep ederek topraklarına geri dönmek istemişlerdi. O tarihte Almanya Başbakanı olan Gerhard Schroeder bunun iki halkın çatışmasına neden olacağını, yeni bir savaş anlamına geldiğini, artık dünyada kimsenin savaş istemediğini, her devletin kendi ülkesinde yaşayanları tazmin etmesi gerektiğini söylemiştir.
Siz Schroeder gibi barıştan yana mısınız? Yoksa Kıbrıs Türk halkının aldatılarak ezileceği bir çatışma ortamına sürüklenmesini mi destekliyorsunuz?
3) KKTC’nin tanınmasının mümkün olmadığı yalanı
Kbrıs’ta 1974’den sonra fiilen iki ayrı devlet oluşmuştur. İki halkın anlaşarak kurdukları bir ortaklık devletinin yıkılmasından sonra bu devleti yıkan tarafın kurduğu devlet daha yasal olamaz. Ortaklık devletini yıkma girişimi Rum tarafından geldiği için hukuk ilkelerine göre KKTC Rum devletinden daha yasaldır. Bu ilke üzerinde durulacağına ve Akritas ve İfestos etnik temizlik planlarına dikkat çekileceğine, Rum Yönetiminin tanındığı için yasal olduğu varsayımı içinde müzakere yapılması hatalıdır.
Bülent Ecevit, Atatürk’ün izinde giderek askeri üstünlüğe rağmen Kıbrıs’ın 2/3’ünü Rum halkına bırakmış ve Rumların kendi devletlerinde özgür ve refah içinde yaşamalarına olanak sağlamıştır. Maalesef Rum faşizmi bu barış formülünü içine sindiremediği için Kıbrıs’ta sorun yaşamaya devam ediyoruz. Barış istediğinize göre iki devletin birbirini tanımasını ve iki halkın yan yana sonsuza dek barış ve huzur içinde yaşamasını önermeniz gerekmiyor mu? AB devletleri birbirlerini tanıyıp eşitlik ilkesini uygulayarak savaşları önleyebilmişlerdir. İki devletin iş insanları birbirini tanıyan devletlerin eşitlik ortamında sorunsuz iş yapabilmektedirler. Kıbrıs’a gelince tamamen ters bir yöntemle iki halkı birbirine karıştırıp kavga ettirerek çözüm aranması doğru mu?
KKTC’nin kurulduğu 1983 yılından sonra dünyada büyük değişiklikler olmuş ve birçok yeni devlet bağımsızlığına kavuşarak BM üyesi olmuştur. Bu devletlerin koşullarını KKTC ile kıyasladığımız zaman hiçbirinin KKTC’den daha haklı olmadığını görürüz. Buna rağmen KKTC halkına BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan KKTC’nin tanınamayacağı yalanı söylenmektedir. Gerçekte devletlerin bağımsızlığa kavuşması şu veya bunun kararı ile değil, kendi halklarının ısrarlı talepleri ile gerçekleşmektedir. Maalesef Kıbrıs Türk Halkı algı operasyonları ile aldatılarak tanınma istememeye alıştırılmıştır. Böylece bağımsız ve özgür devletinden vaz geçirilmeye ve azınlık haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Bir halk için en değerli şey olan bağımsızlık ve özgürlüğü korumaya mı, yoksa Rum milli emelleri ve uluslararası güçlerin çıkarları doğrultusunda tanınmanın erişilemeyecek bir hayal olduğunu söyleyerek barışı ortadan kaldırmaya mı çalışıyorsunuz.?
4) Demopoulos davasının mülkiyet sorununun çözümünde yol gösterici olduğu yalanı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) KKTC tapularının geçersiz olduğu yönünde bir kararı yoktur. Böyle bir kararı verebilmek için tapuları veren makamın, yani KKTC’nin Mahkeme önündeki davaya katılması, tapu verme gerekçelerinin açıklanması ve Mahkemenin daha sonra bu gerekçeleri ret etmesi gerekiyordu. Bu yapılmamıştır. Buna rağmen yalanlarla Kıbrıs Türk Halkı aldatılarak KKTC tapularından kendi isteği ile vazgeçirilmeye çalışılmaktadır.
Demopoulos kararı Türkiye’nin Barış Harekatını yapmakla haksız fiilde bulunduğu varsayımına dayanan kararlar serisinin bir devamıdır. Bu davaları savunan Türkiye hukukçularının yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü ilk dava olan Loizidu davasında Mahkeme önce Rumların haksız talebini ret etmişti. Daha sonra Türkiye’nin pasif tutumu nedeniyle Rumlar kaybettikleri davayı tekrar açmayı başardılar ve Barış Harekatının haksız bir eylem olduğu ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta meydana gelen olaylardan sorumlu olduğu kararını aldırabildiler. Hukuk ilkelerine tamamen aykırı olarak alınan bu karar nedeniyle Kuzeyde kalan mallarına gelemeyen Rumlara Türkiye’nin tazminat ödemesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu kurulmuştur.
Demopoulos davasında Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu faaliyetlerinin yeterli olup olmadığı tartışılmıştır. Yeterli değilse davacıların doğrudan AİHM’e başvurma hakları olacaktı. Davacılar eski Rum tapularının geçerli olduğu görüşünden hareket ederek her olayda iade kararı vermemekle Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonunun hatalı hareket ettiğini iddia ettiler. AİHM, bu görüşün doğru olmadığına, tüm malların iade edilmesini gerektirecek bir prensip kararı olmadığına ve Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu kararlarının tatmin edici olduğuna karar vermiştir.
Demopoulos kararının bir yerinde Davacıların iddialarının ne kadar tutarsız olduğunu anlatmak için “Bir taşınmaz malda sadece mal sahibinin değil, kullanıcıların da insan hakları vardır” demiştir. Rum görüşlerini destekleyenler bu cümleyi cımbızla çekerek ve çarpıtarak “AİHM, KKTC tapularının geçerli olmadığına, KKTC tapu sahiplerinin sadece kullanıcı hakkı olduğuna karar verdi” demeye başlamışlardır. Bu görüş, faşist Rum propaganda birimleri ve Kıbrıs’ı kaosa sürüklemek isteyen uluslararası çevreler tarafından yoğun bir şekilde desteklenmiştir.
AİHM’in kendi kararı olan ilk Loizidu Kararı ile çelişerek ve Rum propagandası etkisinde kalarak verdiği haksız ikinci Loizidu Kararını ve onu izleyen kararları düzeltmesini sağlamak Türkiye’nin hukukçularına düşen bir görevdir. Ancak hiç değilse AİHM kararlarının doğru yorumlanması gerekir. AİHM kararlarının çarpıtılmasını ve KKTC halkının haklarını ortadan kaldıracak yorumlar yapılmasını önlemek de size düşen bir görevdir.
Demopoulos davasından çarpık bir anlam çıkarılması Kıbrıs Türk halkının Mahkeme kararlarını anlamayacak kadar saf olduğu ve aldatılabileceği varsayımına dayanmaktadır. AİHM kararlarına mevcut olmayan bir anlam vererek, KKTC vatandaşlarının mülkiyet hakkı olmadığı, sadece kullanıcı hakkı olduğu görüşünden hareket ederek müzakere yapmak doğru olamaz.
Demopoulos kararının saptırılmasına karşı çıkmanız, KKTC tapularının geçerli olduğunu ve kimsenin bu tapuları tartışmaya hakkı olmadığını, KKTC tapu sahiplerinin kullanıcı hakkı değil, mülkiyet hakkı sahibi olduğunu açıklamanız gerekmiyor mu?
5) Kurulacak Mülkiyet Komisyonunun belirlenen kriterler ışığında mülkiyet sorununu çözeceği yalanı
Aldığımız duyumlara göre yapılmak istenen anlaşmada eski Rum tapuları geçerliliğini koruyacak ve KKTC tapu sahibi ile eski Rum tapu sahibi arasındaki anlaşmazlığı kurulacak yeni Mülkiyet Komisyonu çözecektir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir toplu göçte mülkiyet sorunu böyle çözülmüş değildir. Bu yöntem iki halka ait bireylerin binlerce davada karşı karşıya gelmesi ve deyim yerinde ise iki halkın birbirinin boğazına sarılması demektir. Bu yöntem Kıbrıs’ta iç savaş çıkarma girişiminden başka bir şey değildir.
Mülkiyet sorununu çözmek için 23 kriter belirlendiği ve Mülkiyet Komisyonunun süratle sorunları çözeceği söylenmektedir. Halbuki gerçekte kriterler ne kadar fazla olursa olsun Komisyon hiçbir davada süratli karar veremeyecektir. Mallarını yitirmek istemeyen iki hak sahibi sonuna kadar mücadeleye devam edecektir. Bu nedenle Kuzeydeki malların %80’den fazlasının uzun süre belirsizlik içine girmesi kaçınılmazdır. Böyle bir anlaşma gerçekleşirse KKTC tapusu mal sahiplerinin mallarına uzun süre çivi bile çakmaları mümkün olmayacaktır.
Öyle anlaşılıyor ki uluslararası menfaat grupları Kıbrıs’ta devam eden barıştan çok rahatsızdırlar ve kontrol edilebilir bir kaos yaratmayı tercih etmektedirler. Saf Kıbrıs Türklerini yalanlarla aldatmaya ve kendi kuyularını kazacak duruma düşürmeye çalışmaktadırlar.
Cumhurbaşkanı olarak bu belirsizliğe son vermeniz ve uluslararası hukuk ilkelerine göre Rum Yönetiminden daha yasal olan KKTC’nin başta Rum Yönetimi olmak üzere tüm dünya devletleri tarafından tanınması gerektiğini açıklamanız gerekmiyor mu? Mülkiyet sorununu, diğer tüm benzer durumlarda olduğu gibi global bir şekilde çözmeye odaklanmanız gerekmez mi? Böylece Kıbrıs’ta 1974’den beri mevcut barışı kalıcı hale getirmek göreviniz değil mi?
6) Mülkiyet konusunda tazminatın uluslararası kuruluşlar tarafından ödeneceği yalanı.
Aldığımız duyumlara göre bazı hallerde mal Ruma iade edilecek bazı hallerde ise tazminatı ödeme koşuluyla Türk’te kalacaktır. Malı alacak Türk, parayı nasıl bulup ödeyecektir? Eğer uluslararası bir kuruluş kredi sağlayacaksa daha sonra bu krediyi Türkün ödemesi gerekmeyecek mi? Yardımcı olacak kredi kuruluşu hangisidir? Bir kişinin satın aldığı veya inşa ettiği evin arazisi için tekrar bedel ödemesi dünyanın neresinde görülmüştür? Hangi İnsan Hakları Mahkemesi böyle bir uygulamayı insan haklarına uygun kabul etmiştir. Yoksa Kıbrıs Türk Halkı eşit ve uygar bir halk olarak kabul edilmiyor mu?
Bir anlaşmadan önce tazminat ödenmesine yardımcı olacak kredi kuruluşlarının ismini açıklamanız ve kesin bir taahhüt almanız gerekmiyor mu? Ödenecek parayı kendi malını tekrar alacak Türkün değil başka bir kaynağın ödemesi gerekmiyor mu?
7) 50.000–100.000 arası Rumun KKTC topraklarına geri geleceği söylenmektedir. Onların geleceği yerlerden çıkacak Türklerin yerleşebileceği başka yerler bulunabileceği yalanı
Rumların geri döneceği yerlerden göç etmek zorunda kalacak Türklerin mağdur olmayacaklarını, onlara yeni evler yapılacağını söylüyorsunuz. Ancak göç edecek Türklerin nereye yerleşeceklerini söylemiyorsunuz. Bir anlaşmadan önce bu yerleri belirlemeniz gerekmiyor mu? Gerçekte göç edecek Türklerin yerleşebileceği ve Rumların hak talep etmediği hiçbir yer yoktur. Rumların hak talep ettiği yerleri ise kurulacak Mülkiyet Komisyonu karar verene kadar yani yıllarca kimse kullanamayacaktır.
Kesinleşmesi gereken en hayati konularda sessiz kalmanız Kıbrıs Türklerini aldatma operasyonuna katıldığınızı göstermiyor mu?
8) Anlaşmadan sonra Kıbrıs Türklerinin refah düzeyinin artacağı yalanı
Kıbrıs Türklerinin ekonomisi başlıca üç temele dayanır.
a) Toprak: Kıbrıs Türklerinin elinde bulunan toprağın %80’den fazlasının tartışmalı hale geleceğini gördük. Hangi kriterler belirlenirse belirlensin bu tartışma yıllarca muhtemelen 20, 30 sene devam edecektir.
b) Devletten maaş çekenler: Halen KKTC Maliyesi ayda 70.000 çek çıkararak kamu görevlilerine, emeklilere ve yardıma muhtaç kişilere dağıtmaktadır. Tasarlanan anlaşmadan sonra federal devletin bu ödemeleri yapacağı hususunda herhangi bir garanti alındı mı? Alınmamışsa tüm geçimini devletten aldığı maaşa bağlamış insanlarımızın bir felaketle karşılaşacakları açık değil mi? Anlaşmadan sonra KKTC devam edecekmiş ve maaşlarını ödemekle yükümlü bir makam kalacakmış gibi tanıtım yapılması Kıbrıs Türklerini aldatma operasyonunun bir parçası değil mi?
c) Üniversiteler: Üniversitelerin devam etmesi Kıbrıs Türk halkı için hayati önemi haizdir. Bu durumda üniversitelerimizin verdiği diplomaların tanınması ve öğrencilere vize verme yetkisinin Kıbrıs Türk makamlarında olması gerekmiyor mu?
Halkımızın ekonomik yaşamını ilgilendiren en önemli konularda sessiz kalmanız doğru mu?
9) Müzakereler sonunda varılacak anlaşmanın kalıcı olacağı yalanı
Kıbrıslı Türkler arasında iki tarafın karşılıklı taviz vermesi ve anlaşması ile çözüm ve barış olacağına inanan büyük bir kesim oluşmuştur. Buna karşılık Rum tarafında böyle düşünen yoktur. Rum devlet başkanı ve diğer siyasilerin söylemleri biraz dikkatle incelendiği zaman Rum milli ideallerinin değişmediği, tüm Kıbrıs’ın onlara ait bir ada olduğunu düşündükleri ve soğuk savaşla Kıbrıs Türklerini aldatarak, Türkiye’ye ise uluslararası baskı yapılmasını sağlayarak bu ideale ulaşmaya çalıştıkları kolayca anlaşılır.
Rum yöneticiler bu ideale ulaşmanın kolay olmadığı bilinci içindedirler. Bu nedenle mevcut iki fiili devlet statüsünü yıkacak ve onlara tüm adaya egemen olma yolunu açacak bir ara düzen oluşturmaya razıdırlar. Bu düzenin kontrollü bir kaos veya kontrollü bir iç savaş olmasını istemektedirler. Uluslararası çevrelerin de böyle bir kavga ortamını çıkarlarına daha uygun gördükleri anlaşılmaktadır.
Türk müzakere heyeti sanki Rumlar da kalıcı bir anlaşma yapmak için müzakere yapıyormuş varsayımı içindedir. Müzakerelerde iki tarafın çoğu kez birbirini anlamaması ve sağır dilsiz konumunda görüşme yapılmasının nedeni budur.
Hukukta normlar hiyerarşisi vardır. En üstte anayasa, daha altta yasalar ve daha altta tüzükler bulunur. Tüzükler yasaya, yasalar ise anayasaya uygun olmak zorundadır. Bir normun üstteki norma uymaması halinde alttaki norm geçersiz olur ve iptal edilir. Tıpkı bunun gibi Avrupa Birliğinde de normlar arasında hiyerarşi vardır. En üstteki norm AB ye katılım anlaşmasıdır. Bu AB’nin birincil hukukudur. Yerel anlaşmaların bu anlaşmaya uygun olma zorunluluğu vardır.
Lüksemburg’ta oturum yapan Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) AB hukukunu yorumlamaya yetkili en üst yargı organıdır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin katılım anlaşması Orams davasında yorumlandığı için yerel bir anlaşmanın 2004 Rum Cumhuriyetinin katılım anlaşmasına aykırı olması söz konusu olamaz. Şu halde Kıbrıs’ta yapılan anlaşmanın bir anlam ifade edebilmesi ve kalıcı olması için yeni bir katılım anlaşması yapılması veya başka bir yöntemle AB’nin birincil hukuku haline getirilmesi gerekir. Yapılacak anlaşmanın AB’nin birincil hukuku haline getirilmesi konusunda bir anlaşma yoksa iki toplum arasında yapılan anlaşma geçici olacaktır. Bu anlaşmanın ABAD tarafında iptal edilmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla sadece kısa bir süre uygulanması söz konusu olabilir.
Rum siyasiler yapılacak anlaşmanın AB’nin birincil hukuku olmasını kabul etmediklerini açıkça söylemektedirler. Bu durumda yapmaya çalıştığınız anlaşma Kıbrıs Türkleri haklarını yitirinceye kadar yürürlükte kalacak geçici bir anlaşma olabilir.
Kıbrıs Türklerinin mallarını mülklerini ve her şeylerini yitirecekleri bir anlaşmayı hem de geçici olarak yapmanız ve bu gerçeği halktan gizlemeniz doğru olabilir mi?
10) Türkiye’nin garantisinin ve Türk askerinin Rumların güvenliğini tehdit ettiği yalanı
Rum Yöneticiler Türkiye’nin garantisinden ve Türk askerinden rahatsızlık duyduklarını söylemektedirler. Halbuki Türkiye’nin Rum yönetimine karşı bir tehdit amacı olsa 1974 de tüm adayı alırdı. Anlamıyor musunuz ki Rumların Türkiye’nin garantisi ve Türk askerinin mevcudiyeti üzerinde durmaları, tasarlanan yeni anlaşmanın bir iç savaşa neden olacağını bilmelerindendir.
Rum Yönetimi geçmiş saldırıların tekrarlanacağını bildiği için katliamlar başladığında Türkiye’nin müdahale olanağının ortadan kalkmasını istemektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı, bu gerçekler ışığında eğer bir barışsever iseniz ve Nobel barış ödülüne layık bir Cumhurbaşkanı iseniz Rum yöneticilere, Sn. Bülent Ecevit’e Kıbrıs’ın 2/3’sini onlara bıraktığı için teşekkür borçlu olduklarını, kendi bölgelerinde bağımsız ve özgür bir halk olarak yaşamaları ve KKTC’yi tanımaları gerektiğini, iki devletin yan yana sonsuza dek barış içinde yaşayabileceğini söylemelisiniz. Bunu yapmayıp Kuzey Kıbrıs’ı işgal etme ve iki halkı karışık yaşatma emellerinden vaz geçmedikleri süre onların da tehlike içinde olacaklarını anlatmalısınız. Bu gerçekleri söylemeyip yalanlarla Kıbrıs Türk Halkının aldatılmasına yardımcı olduğunuz ve Kıbrıs Türk Halkını kendi özgür devletinden vazgeçerek iç savaşa neden olacak koşulları kabul etmeye zorladığınız takdirde tarihin karanlığında yerinizi alacağınızı bilmelisiniz.
O zaman kendinize nasıl bir sıfatın uygun olacağına kendiniz karar verin.
Kıbrıs Türk Basın Konseyi