Süleyman Çelik [mailto:scelik44@gmail.com]
Paylaşılması gereken harika bir yazı; Yılmaz Özdil farkıyla❤️🌹🇹🇷
Bu müzeye gitmek yurttaşlık görevidir
1870’lerden kalma, görmüş geçirmiş, alabildiğine ihtişamlı ama, o denli mütevazı, buram buram tarih kokan, iki katlı konak… Sekizer basamaklı simetrik merdivenlerini tırmanıp, çift kanatlı ahşap kapısından giriyoruz.
*
Bizi en önce, girişte hemen sağ tarafta, çocuklarımız için tasarlanan oda karşılıyor. Öncelik çocukların… Dokunmatik ekranları var, kulaklıkları var. Milli mücadele ve Lozan antlaşması, çizgi film olarak anlatılıyor. Okumadıkları için 44 yaşındaki, 74 yaşındaki tipler Lozan’ı anlamıyor ama… Bu çizgi filmi seyreden minikler, gayet güzel anlıyor. Aynı ekranlarda oyunlar var, oyunla tarih içiçe, sıkılmadan saatlerce oturuyorlar. 23 Nisan, 29 Ekim, Atatürk içerikli kağıt boyama oyunları var, masalarda rengarenk boyama kalemleri var, istedikleri gibi boyayıp, duvardaki panoya asıyorlar, sergiliyorlar.
*
Üst kata, ahşap döner merdivenle çıkıyoruz. Daha ilk adımda tüylerimiz ürperiyor, gözlerimizden yaşlar süzülüyor… Çünkü, duvarlarda, milli mücadele sırasında şehit düşen kahramanlarımızın isimleri, doğum yerleri, doğum tarihleri yazıyor. 16 yaşında Mehmet, 15 yaşında Fevzi, henüz 14 yaşında Mustafa, 17 yaşında Ali… Basamak basamak tırmanırken, adeta “şehitlik”ten geçiyoruz. İsimlere dokunuyoruz, sanırsın saçlarını okşuyoruz. Öyle bir his, tarifsiz… Kafamızı en yukarı çeviriyoruz, şehitlerin künyeleri tavana monte edilmiş, şehit ağacının yaprakları gibi sessizce salınıyorlar.
*
İkinci kata çıkıyoruz, dört oda var. “Gazeteler odası”na giriyoruz. Milli mücadele sırasında, 1919-1923 arasında İstanbul’da ve Anadolu’da yayınlanan gazetelerden örnekler veriliyor. Orijinal sayfalar, yanında Türkçe sayfalar… Yüzlerce sayfa! Nasıl yani derseniz… Dokunmatik ekranlar var, akıllı telefonlar kadar basit kullanılıyor, tıklıyorsunuz, açılıyor, tıklıyorsunuz, öbür sayfaya geçiyorsunuz. İnanılmaz bir arşiv kaynağı… Aynı tarihli gazeteleri karşılaştırmalı olarak okuyabiliyorsunuz. Padişah yandaşı gazetelerin işgalcileri nasıl alkışladığını, Anadolu gazetelerinin kuvayi milliyenin yanında nasıl yeraldığını görüyorsunuz. Yandaş basın işgali bile sansürlerken, Anadolu basınının gerçekleri haykırdığını görüyorsunuz. Böylece… Haysiyetsiz yalaka basınla, namuslu basının, bugüne dair bir kavram olmadığını, taa o dönemlerde bile varolduğunu görüyorsunuz.
*
Oradan çıkıp, “karikatür odası”na giriyoruz. Eminim pekçoğunuz duyunca hayret edecektir, çünkü, kurtuluş savaşının bu çok çarpıcı boyutu hiçbir müzede, hiçbir belgeselde anlatılmaz. Burası bir ilk… Burada, 1919-1923 arasında yayınlanan Güleryüz, Akbaba, Nefir, Ayna, Cadı, Alay, Orta Oyunu, İleri, Deccal, Karagöz gibi dergilerden karikatürler sergileniyor. Kuvayi milliyenin mizah’ı nasıl kullandığını, espriyle, orantısız zeka’yla, karikatürle millete nasıl moral verdiğini görüyorsunuz. Affınıza sığınırım… Mizahçı kuvayi milliyecilerin, işgalcileri delirtircesine, emperyalist güçlerle nasıl taşak geçtiğini görüyorsunuz. Ateşten gömleği giymiş milletin, o en zor zamanlarda bile hayata nasıl gülümseyerek baktığını görüyorsunuz.
*
Ve, padişah yandaşı basının bu karikatürlere karşılık veremediğini… Tıpkı bugün olduğu gibi, yalakalardan mizahçı çıkmadığını, çıkamadığını görüyorsunuz. Bu odada da dokunmatik ekranlar var, sayfa sayfa çevirip, kahkaha üstüne kahkaha atıyorsunuz.
*
E moralimiz yerine geldi, kapışmaya hazırız. “Strateji odası”na geçiyoruz.
*
Açık söylüyorum, hayatımda böyle bir deneyim yaşamadım. Kapıdan giriyoruz, perdeler kapalı, loş bir ortam, odanın tam ortasında, dev ekrandan oluşan bir masa var, loş ortamı bu ekrandan yayılan görüntülerin ışığı aydınlatıyor, masanın başında İsmet İnönü oturuyor, yanında Fahrettin Altay ayakta duruyor, hemen arkalarında bir Mehmetçik… Profesör Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmış, robotik balmumu heykeller… Siz, masanın öbür tarafına, İsmet İnönü’nün karşısına oturuyorsunuz, İsmet İnönü size anlatmaya başlıyor… Dedim ya, hayatımda böyle bir deneyim yaşamadım. İsmet İnönü, İnönü savaşını anlatıyor, bu anlattıkları animasyon şeklinde, siyah beyaz görüntüler eşliğinde masaya yansıyor. Hangi tabur hangi tepeyi tuttu, nerede vuruşma oldu, Yunan birlikleri nereye yöneldi, nerelerde geri çekildik, nerelerde yüklendik, top sesleri, mitralyöz sesleri, süvariler… Kendinizi kaptırıyorsunuz, o ana gidiyorsunuz, oraya, cepheye girmiş gibi hissediyorsunuz, birkaç dakika sonra, İsmet paşayla omuz omuza, siz de savaşıyorsunuz artık… Böylesine bir gerçekliği ne duydum, ne gördüm bugüne kadar.
*
Bu duygularla strateji odasından çıkıp, “gösterim odası”na giriyoruz.
*
Odada banklar var, oturuyoruz. Etrafımız kum torbalarıyla çevrili, siperdeyiz. Özel bir yansıtma tekniği kullanılmış, sağımızdaki solumuzdaki ve karşımızdaki üç duvarda süvariler koşuyor. Ve, gösterim başlıyor. Kurtuluş savaşını kronolojik olarak anlatan, 17 dakikalık bir film… Başlıyor bitiyor, sadece 17 dakika.
*
İddia ediyorum… Kurtuluş Savaşı’nı bu kadar güçlü, bu kadar duygulu, bu kadar yalın, bu kadar anlaşılır, bu kadar öğretici, bu kadar akılda kalıcı şekilde özetleyen bir başka belgesel seyretmedim.
*
Üst katın sofasında, tarihi dokuya hiç sırıtmadan yerleştirilmiş bilgi ekranları var, Halide Edip’in Kara Fatma’nın yanısıra, isimsiz kadın kahramanlarımızla tanışıyoruz, Mustafa Kemal’in telgrafla gönderdiği talimatları okuyoruz, Sakarya Zaferi’nden Büyük Taarruz’a, 19 Mayıs’tan 9 Eylül’e seyahat ediyoruz. Somut belgelerle, milli mücadelenin hangi ekonomik ve sosyal şartlarda geçtiğini öğreniyoruz.
*
Çıktığımız merdivenin simetrisinden, tekrar alt kata iniyoruz, iki oda bizi bekliyor, keşfetmeye devam ediyoruz, “fotoğraf odası”na giriyoruz. Duvarlarda, 1870’lere ait orijinal renkli freskler var, deniz ve kadın tasvir edilmiş, bir duvarda mesela, kız kulesi var, pencerelerde orijinaline sadık kalınarak yapılmış kırmızı kadife perdeler, bastığımız yer, konağın tümünde olduğu gibi parke… Odanın ortasında dev ekrandan oluşan bir masa var. Dijital fotoğraf havuzu… Binlerce siyah beyaz fotoğraftan oluşan, dijital bir albüm… Herhangi birinin üstüne dokunuyorsunuz, büyüyor, öbürüne dokunuyorsunuz, o büyüyor diğeri küçülüyor, iskambil destesi karıştırır gibi fotoğrafları karıştırıyorsunuz, yepyeni fotoğraflar üste çıkıyor, onlara dokunuyorsunuz… Kurtuluş savaşına dair, Yunan işgaline dair, bugüne kadar hiç görmediğimiz fotoğraflar var.
*
Nasıl oluyor da bugüne kadar hiç görmediğimiz fotoğraflar olabiliyor derseniz… Şöyle olabiliyor… Bugüne kadar hiç kimse zahmet edip, Yunanistan’a başvurmamış maalesef! Bu müzeyi hazırlayanlar ise, Yunanistan’a resmen başvurup, Yunan devlet arşivinden, işgale dair fotoğrafları istemiş, tek tek parasını ödeyip, satın almış. Böylece… Yunanistan’ın Anadolu’yu işgali sırasında çektirdiği profesyonel fotoğraflar, fotoğraf odasındaki dijital ekranda yerini almış.
*
Buradan çıkıp “özçekim odası”na giriyoruz. Tarihte bir ilk daha… Duvarda ekran var, ekrandan tıklayarak, Atatürk dahil, kurtuluş savaşının herhangi bir anına ait fotoğraf seçiyorsunuz, karşısına geçip, tıklıyorsunuz, greenbox yöntemiyle, o karenin içine giriyorsunuz. O tarihi fotoğrafın içinde selfie yapıyorsunuz yani… Tekrar ekranı tıklıyorsunuz, mail adresinizi yazıyorsunuz, fotoğraf o saniyede mail adresinize geliyor. Atatürk’le fotoğrafınız oluyor!
*
Burası…
Eskişehir Kurtuluş Müzesi.
*
Profesör Yılmaz Büyükerşen’in vizyonuyla, tarihi bilgi-belge, çağdaş teknolojiyle harmanlandı, Canan Demir’in koordinasyonuyla, Oğuzhan Özen’in proje yürütücülüğünde, Doçent Şaduman Halıcı’nın tarih danışmanlığında, Cemalettin Nuri Taşçı’nın editörlüğünde, kent müzeleri müdürü Mine Ahıskalıoğlu ve mimar Göksel Erol’un çabalarıyla, gece gündüz demeden, gönüllü mesaiyle hayata geçirildi.
*
İnönü savaşları sırasında batı cephesi komutanı İsmet İnönü’nün kaldığı Mestanoğlu Halil Konağı, yanmıştı, harabe halindeydi, satın alındı, aslına uygun şekilde restore edildi. Grafik tasarımından teknoloji yazılımına, kostümlerinden dekoruna… a’dan z’ye Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesinde yaratıldı.
*
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Başkanlığı, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Milli Kütüphane, TBMM Kütüphanesi, İnönü Vakfı, Kültür Bakanlığı ve Yunanistan Devlet Arşivi’nden faydalanıldı.
*
Engelli yurttaşlarımız elbette unutulmadı. Tarihi bina aslına uygun restore edildi, girişi merdivenliydi, engelliler için rampa koymak kanunen mümkün değildi. Peki ne yapıldı? Hemen bitişiğindeki tek katlı bina satın alındı, girişi düzayak, tekerlekli sandalyeler hiç zorlanmadan girebiliyor. İçerde dev ekran var, akıllı telefon kullanır gibi, tıklayarak istediğiniz odadan istediğiniz odaya gidebiliyorsunuz, her odadaki her belgeye ulaşabiliyorsunuz. Görme engelli yurttaşlar ise, kulaklıklar sayesinde, aynı turu dinleyerek yapabiliyor.
*
Gezmesi bir saat sürüyor. Ancak… Belgeleri dikkatli şekilde inceleyeyim derseniz, en az bir hafta müzede kalmanız lazım!
*
Dijital teknoloji sayesinde, her kapıda yepyeni boyuta geçiliyor. Böylesine genişleyen, böylesine derinliğe sahip bir başka müze yok.
*
29 Ekim’de açıldı.
*
(abdullah gül müzesinin açılışını bangır bangır manşet yapan yalaka basınımız, Eskişehir Kurtuluş Müzesi’nden tek satır bahsetmedi. abdullah gül müzesini şimdilik sadece asrın liderimizle binali bey gezdi ama, haysiyetsiz basınımızın duyurmadığı Eskişehir Kurtuluş Müzesi’nin koridorlarındaki kalabalıktan adeta trafik tıkanıyor.)
*
Haftasonu planlarımızı organize edip, Eskişehir’e gitmemiz için bir vesile daha… Emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum.
*
Ve, hani bazen soruyorsunuz ya…
Ne yapmalıyız filan diye?
*
Bütün samimiyetimle söylüyorum.
Bu müzeye gitmek, yurttaşlık görevidir.
Yazıları posta kutunda oku