(Sevgili dostlarım, bu yazı ile mücadele konusunda yeni bir tartışma başlatmak amacındayım. Lütfen makaleyi sonuna dek okuyup, sonra da görüşlerimizi belirtelim. Saygılarımla…)
Yıllardan bu yana “Grupçuluk”, “Particilik” anlayışını bir türlü bırakamadık. Futbol takımı tutar gibi parti tuttuk.
Üç – dört kişi bir araya geldi bir parti kurdu… Grup kurdu…
Yurtseverler, bölündükçe bölündü. Parçalandıkça parçalandı. Çoğaldıkça çoğaldı… Emperyalizmin “BÖL –YÖNET” kuralını eksiksiz, dört dörtlük uyguladılar…
ZAMAN GELDİ “ARMUTUN SAPI, ÜZÜMÜN ÇÖPÜ” DERKEN, PARTİ VE GRUP KAVRAMINI VATAN KAVRAMININ ÜSTÜNDE TUTTULAR. KENDİLERİNDEN OLMAYAN TÜM PARTİLERİ, TÜM PARTİ BAŞKANLARINI VE ÜYELERİNİ HAİNLİKLE, İHANETLE SUÇLADILAR…
Parti üyeleri, parti başkanlarını bir seçti, pîr seçti… Ömür boyu onları “dokunulmazlık” zırhına sardı… Parti başkanlığına seçilen kişi, koltuğa oturduktan sonra kutsallık kazandı, ilahi bir kişiliğe büründü. Büründürüldü. Hata da yapsa, zalimlerle işbirliği de yapsa, ona tek eleştiri yaptırmadılar, tek söz söyletmediler…
Hani derler ya “Şeyh uçmaz, mürit uçurur…” Bilim, akıl, uygarlık düşmanı gericiler, nasıl şeyhlerini uçurdularsa, sol tutucular da liderlerini uçurdular… Eleştiri yapanlar hainlikle, işbirlikçilikle, ajanlıkla suçlandı… Eleştiri – özeleştiri kavramı örgütlere sokulmadı…
“Benim başkanım en iyisini bilir, benim başkanım en iyisini yapar… Benim partim en iyi partidir, benim partim en doğru yolda gidenidir…” denildi.
Emperyalizmle işbirliği yaptılar. Bölücülerle işbirliği yaptılar. Tarikatçılarla işbirliği yaptılar… Sonra da “Particilikte olur böyle şeyler…” dediler… “Yeter ki sen kötüleyerek, karşı çıkarak, eleştirerek partimizi zayıflatma, iktidarın ekmeğine yağ sürme…” Ama geriye dönüp baktıklarında bir arpa boyu yol alamadıklarını göremediler…
Ne var ki AKP,14 yıllık iktidarı döneminde yurtseverlerin bu zaafından da yararlanarak çok yol aldı. Tüm kurumları kendi adamları ile doldurdu. Kadrolaştı.
Yurtseverler, antiemperyalist, antifaşist, “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” cephesinde yerlerini alacaklarına birbirlerine düştüler. Herkesi, her şeyi eleştirdiler… Kendilerinden başka herkesi “hain” ilan ettiler…
Bu parçalanma ve çekişme çoğu yurtseverde karamsarlık yarattı… Bu konuda günde onlarca ileti alıyorum… Tümü de sol partilere güvenmediklerini, “Onların gereksiz yere birbirlerine düştüklerini, yeteri kadar mücadele vermediklerini ve bu durum karşısında kendilerinin de umutsuzluğa kapıldıklarını…” söylüyorlar…
Oysa şimdi bölünme, parçalanma zamanı değildir; bütünleşme zamanıdır. Birleşme zamanıdır… Emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı güç birliği zamanıdır…
İŞGAL ALTINDAYIZ. YOBAZLAR TARAFINDAN KUŞATILDIK, SARILDIK.
Şeriatçılar, bölücüler, sömürgeciler, çembere aldılar bizi… Ateş çemberi bu… Yarı bağımlıydık, tam bağımlı olduk… İmamlar tarafından yönetiliyoruz…
200 yıldan beri sürüp gelen ulusal birliğimizi parçalama çabaları ABD, AKP, PKK ve KOLTUK DEĞNEĞİ MUHALEFETİ bütünleşmesi ve dayanışması ile günümüzde doruğa ulaştı. Mezhep, din, etnik köken çatışmaları körüklenmekte, bu unsurlar, ülkenin parçalanması yolunda bir silah gibi kullanılmaktadır.
Sevr’i hayata geçirmeye çalışıyorlar.
AKP’nin de PKK’nın da akıl hocaları, yöneticileri Amerika’dır. Teröristler, Kandil dağındaki ABD’li dostlarının yönlendirmesi ve taktikleri ile hareket etmektedirler.
BU KEZ TEHLİKE BÜYÜKTÜR.
Tehlike büyüktür büyük olmasına da günümüzün mütareke basını ve iktidarı bu tehlikeyi gizlemek, halkın gözünden kaçırmak için elinden gelen çabayı göstermektedir. Televizyonlar 24 saat, izdivaç, eğlence programları, dizilerle, bilmem nelerle halkın beynini uyuşturmakta, narkoz görevi yapmaktadırlar.
Kitle Allah ve sadaka ile aldatılmaktadır. Din sömürüsü, başını alıp gitmiştir. Hedefte cumhuriyet ve Atatürk vardır. Ama bu konuda muhalefetten hiçbir tepki gelmemektedir.
TBMM’nin bir adı kalmıştır.
BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE O ADI DA ŞİMDİ ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞIYORLAR…
Bugünkü tehlikeli ortamdan kurtulabilmek için tüm ulusu seferber etmek ve mücadeleye kazanmak gerekir. Bir zamanlar halkın Atatürk’e inanıp, canını malını ortaya koyması gibi, öncülere inanıp, mücadeleye atılması gerekir.
Tarık Zafer Tunaya’nın deyişi ile günümüzde de “Toplumu ve kendisini eyleme geçiren koşulları ustalıkla hesaplayan, toplumun dinamiklerini başarı ile yönetebilen” Atatürk politikalarına ihtiyaç vardır.
Bugün de yine “Vatanın bütünlüğü tehlikededir. Ancak bu tehlikeden milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Bunun için de her türlü tesir (etki) ve murakabeden (denetleme) azade, bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir. (gereklidir)…” (Mustafa Kemal Atatürk)
Cumhuriyetin, vatan bütünlüğünün, REJİMİN tehlikeye girdiği bugünkü yangın ortamından kurtulabilmemiz için her şeyden önce, tüm halk kesimlerinin katıldığı ulusal bir şahlanışa ihtiyaç vardır. Bunun için de Atatürk’ün “Müdafaa-i Hukuk”, “Kuvayi Milliye” koşulları ve ortamı yeniden yaratılmalıdır.
Ulu Önder’in yiğitliği, cesareti ön plana çıkarılmalı, tıpkı onun yaptığı gibi tüm ulusalcılar “makam ve rütbeleri”nden arınmalıdırlar. Yani daha açık bir anlatımla, İkinci Kurtuluş Savaşımıza başlarken, yazar yazarlığını, öğretmen öğretmenliğini, doktor doktorluğunu ikinci plana atıp, sıradan bir “Kuvayi Milliye Neferi” olmalıdır. Olabilmelidir…
Bugünkü ortamdan, bugünkü tehlikeli gidişten kurtulabilmek için, tüm halkı eyleme geçiren Atatürk tarzı bir örgütlenmenin gerçekleştirilmesi artık kaçınılmaz olmuştur…