2008’den bu yana Batılı şirketler merkez bankalarının sağladığı aşırı ucuz parayı;
Şirket birleşmeleri, şirket satın alımları, hisse senedi geri alımları ve emlâk piyasası yatırımlarında kullanıyorlar.
Biriktirdikleri kârları ise yeniden yatırıma sokmak yerine malî piyasalarda spekülatif faaliyetlere yöneltiyorlar…
*
Kâr oranları, yalnızca şirketlere ve finans kurumlarına akan ulusal gelir kısmının arttırılmasıyla ayakta tutulabiliyor ya da yükseltiliyor.
Ama üretkenlik artışı ya da ulusal gelirler düşüyor…
Bu tür bir asalaklık firmaların kâr-zarar hanesini yukarıya çekiyor.
Ama bir bütün olarak reel ekonomide daha fazla durgunluğa yol açılıyor…
*
Bu sonuca giderek artan yoksullaşma dayatılarak ulaşılıyor.
Halbuki halkların sonu gelmeyen kemer sıkması doğal bir gelişme değildir.
Bu, kâr sisteminin tam da bir kutupta olağanüstü bir servet, diğer kutupta ise yoksulluk ve sefalet üreten işleyişinin acımasız mantığının sonucudur…
*
2003-2014’de Türkiye’de de yabancı sermaye yatırımı girişindeki büyük artış büyümeye pozitif katkı sağlamamıştır.
Çünkü yabancı sermayenin önemli bölümü inşaat sektörüne yatırım için gelmiş, büyümeye bir defalık katkı yapmış,
Ya da yeni yatırımdan çok özelleştirmelerden mevcut tesisleri ve şirketleri satın almak için kullanılmıştır…
*
Şimdilerde gelen yabancı sermaye ise kâr transferlerine hız vermiştir.
Yani büyümeye katkı yapmamakta sadece cari açığın finansmanına katkı sağlamaktadır.
Bundan böyle de cari açığa ek finansman sorunu yaratması kaçınılmazdır…
*
Batılı ekonomiler ve Türk ekonomisi böylesi bir kısır döngü yaşarken,
ABD’de seçilmiş başkan D.Trump’ın vergileri indirip büyük bir altyapı programı başlatacağını, devletin ekonomiye müdahalesini azaltacağını duyurması olumlu karşılanıyor.
*
Amerikan şirketlerinin borsa değeri artıyor.
Aslında vergilerin düşürülüp altyapıya milyarlar harcanacak olması devletin daha fazla borçlanmasıdır.
Borçla finanse edilen teşvikler, çoğunlukla sürdürülebilir olmadığı ve etkisi dışarıdan beslenemediği için etkili sayılmıyor ama yine de borsalarda “Önce Amerika” havasını estiriyor…
“Önce Amerika”; Trump’ın Amerikan ekonomisini kollamak için her türlü yola başvuracağı, başlıca prensibinin ise “serbest ticareti engellemek” olacağı anlamına geliyor…
*
Zaten ABD’nin üstünlüğü, jeostratejik zorunluluklar ve küresel egemenliğini koruyabilmesi için her ne pahasına olursa olsun Asya’dan çıkan rakip gücleri engellemesini gerektiriyor.
Bugün, Washington’un bu bölge üzerindeki denetiminin kalmamasının yanı sıra Çin ve Rusya birlikte bölgedeki tüm ülkeleri ilgilendiren büyük ekonomik ve malî bir şebekenin inşasına öncülük ediyor…
*
Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üye ülkelerin sınır güvenliğini sağlamak, bölgeye yönelik terör, ayrılıkçılık ve aşırılıklarla mücadele etmek, üyeler arasında ekonomik ve kültürel işbirliğini gerçekleştirmeyi amaçlıyor.
*
2007’de Rusya Devlet Başkanı V. Putin’in “tek kutuplu dünya kabul edilemez” açıklamasıyla
örgüt;
ABD önderliğinde oluşan batı blokuna karşı ayrı bir blok oluşturmaya doğru değişim geçiriyor.
NATO karşısında Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu Varşova Paktını andıran bir yapıya dönüşüyor.
*
Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ile Haziran 2017’de tam üye olacak
Hindistan ve Pakistan’ın işbirliğini kapsıyor.
Afganistan, Belarus, İran ve Moğolistan Gözlemci Ülke’lerdir,
Ermenistan, Azerbaycan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka ve Türkiye Diyalog Ortakları,
Türkmenistan da Konuk Katılımcı statüsünde toplantılara katılıyor.
BM, AB, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Bağımsız Ülkeler Topluluğu (CIS) ve İslami İşbirliği Örgütü ile ilişkiler kurulmuş bulunuyor…
*
2015’te örgütün toplam GSYH’sı 12 trilyon 826 milyar dolardır ki; bu toplam, ABD ve Euro bölgesinden sonra dünyanın üçüncü büyük GSYH’sını gösteriyor.
Çin’in bu toplamda yüzde 87’lik payı bulunuyor.
*
2015’te Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne toplam ihracaatı 143,8 ithalatı ise 207,2 milyar dolardır.
Bu Türkiye’nin toplam ihracaatının yüzde 7,3’ünü, toplam ithalatının yüzde 25,8’ini oluşturuyor
2015’te örgüt üyesi ülkelere karşı 43 milyar dolar dış ticaret açığı verilmiştir, bu açık ise toplam dış ticaret açığının yüzde 67,8’ine denk geliyor…
*
Ve ABD; daha D.Trump’ın “Önce Amerika”sı işlemeye başlamadan önce sessizce ve aniden;
28 Ekim’de BM Güvenlik Konseyi toplantısında Birleşmiş Milletlerin Rusya ve Çin’in fiili olarak içinde yer aldığı bölgesel örgüt Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile çalışmasını reddediyor.
*
Karar ABD’nin dünyayı iki farklı alana bölmesi anlamındadır.
Bu tek bir dünyanın ama iki ayrı yönetimin olduğu Soğuk Savaşa geri dönüş değil yeni bir yapılanma halidir.
Bir tarafta ABD’nin yönettiği tek kutuplu bir dünya,
Diğer tarafta baş eğmeyen Rusya ile Çin’in çevrelerinde ve kendi aralarında işbirliği yapan devletlerin dünyası…
*
İki farklı dünya arasında çok az geçiş düşünülüyor; böylece zorunlu olarak “küresel serbest ticarete” ya da ekonomik küreselleşmeye ara veriliyor…
ABD yeni bir yapılanmanın çabasına girmiştir…
*
Ama ekonomik küreselleşmeye “ara” verilmesi ekonomik ve siyasi kurallara uymayı gerektiriyor.
O yüzden yeniden yapılanmanın siyasi çehresini de, Irak ve Suriye savaşlarının uluslararası hukuk kurallarına aykırı olan devletlerarası silahlı bir çatışma, bir çekişme olduğunun belgelenmesiyle başlatılacak yeni bir dönem oluşturacaktır.
*
Ancak bu suretle Suriye ve Irak’ta sivil katliamlara neden olan savaşa adanmış medya kanallarıyla yapılan savaş propagandalarının: Militan kaynaklarının: Çeşitli merkezlerde islamcı ayaklanmaların: Hula katliamının: Kimyasal silahların: Varil bombalarının: IŞİD ve diğer özel orduların: Teröristlerden işadamlarına Suriye ve Irak’tan çalınıp başka ülkelere yapılan silah, petrol, antika eşya, uyuşturucu satışlarının, ırza geçmek, kafa koparmak, yürek yemek ya da tarihi eserleri yok etmek gibi suç mekanizmalarının uluslararası hukuk kantarında tartılması mümkün olabilecektir.
Ancak bu suretle, savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif taraflar, teröristler ve destekleyen ülkeler paylarını üstlenebilecektir…
*
Bu noktada son zamanda Türkiye’deki gariplikler dikkat çekiyor.
Kimi çevreler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, dünyanın radikal terör örgütlerinin siyasi ideolojileriyle mücadelesinde siyasi lider olarak addediyor.
Erdoğan, Türkiye’deki basın özgürlüğünün olmadığını söyleyen ABD ve AB’ye karşı sonu gelmez tehditlerde bulunuyor.
Yabancı finans kuruluşlarından ardı ardına gelen ekonomik raporları ise hep Türkiye’nin aleyhinedir.
Türkiye’nin de ekonomik küreselleşmeye verilen “ara”da ABD ve Batılı ekonomilerden soyutlanmakta olduğu anlaşılıyor…
*
Batı’yla bir gerginlik yaşadığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şanghay’ı gündeme getiriyor. Erdoğan’ın Batı ile bozulan ilişkilerine karşı başta Rusya, Çin olmak üzere Orta Asya ülkelerini bir denge unsuru olarak kullanmaya çalışıyor.
Türkiye Batı’dan soyutlanırken, Çin’in endüstriyel kapasitesine, Çin’den gelecek yatırım ve teknolojiye, İpek Yolu stratejilerinde kaynaşmaya ihtiyaç duyuyor.
*
Avrupa Birliği’nin yükünü taşıyan ve 1 Aralık’ta G20 dönem başkanlığını devralacak Almanya’da, Başbakan A. Merkel “küresel serbest ticaretin engellenmesine” itiraz ediyor.
Bu halin Almanya’ya yüksek maliyetler çıkaracağından bahisle,
Dünyanın en gelişmiş ekonomilerine sahip G20 ülkelerinin küresel hasılanın yüzde 85’ini ve dünya nüfusunun üçte ikisini temsil ettiğine dikkat çekiyor.
Küreselleşmeye daha insani bir şekil vermek ve ülkeler arasındaki sorunları görüşmek için şans verilmesini istiyor.
*
Merkel “Eğer herkes kendi başına çalışırsa, dünyadaki sorunları çözemeyiz.
Bir ülkenin diğerlerine daha fazla zarar vermemesi için sorunların çözülmesi gerekiyor.
Tarihin kabuğuna çekilmek daha büyük zararlar verecektir” diyor…
29.11.2016
Bir yanıt yazın