GÜL’ÜN AYAKKABISI, ELİZABETH’İN ŞAPKASI
Hüseyin MÜMTAZ
İki gündür saçma bir bilgi kirliliği içinde boğuluyoruz.
Dünyada yavaş yavaş tükenmeye yüz tutan “İmparatorluk üslûbu/geleneği” taşımasıyla öğündüğümüz ender örneklerden olan diplomasimiz de artık magazin köşelerinde dillere düşer hâle ge(tiri)ldiyse vay halimize…
Bir süredir zaten en ciddi konularımız bile “magazin formatına” dönüştürülmedi mi?
Nasıl başlayacağıma, meseleyi hangi ucundan tutacağıma bir türlü karar veremiyorum.
Vahap Munyar, geçen gün Hürriyet’te aynen şöyle yazdı;
“Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AB ülkelerinin Türkiye’ye karşı olumsuz tutumlarını anlatırken bir örnek verdi:
İngiltere’de 11’nci Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ü havalimanında uçağa binerken aradılar. Ayakkabısını çıkarttırdılar. Sen Cumhurbaşkanımın ayakkabısını nasıl çıkarttırırsın?
Bu olaydan sonra İngiltere Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye geldiğini belirtti:
Diyaloğumuz gayet iyi. Çok güzel bir görüşme yaptık. Dönüşünde talimat verdik, havalimanında ayakkabısı çıkartıldı, çoraplarına kadar arandı. Sen benim Cumhurbaşkanıma yaparsan, ben de sana yaparım.”
İki gün sonra ise sanal âleme Abdullah Gül’ün Özel Kalem Müdürü Onur Şaylan’ın cevabî/karşı açıklaması düştü;
“11. Cumhurbaşkanımız Sayın Gül ve heyeti, Heathrow Havalimanı’nda Türkiyeİngiltere arasındaki ilişkilerin seviyesine uygun olmayacak şekilde xray cihazından geçmek durumunda bırakıldı. Ancak, ayakkabı çıkarılması söz konusu olmadı…
Sayın Çavuşoğlu’nun talimatı doğrultusunda İngiltere makamlarına şikâyette bulunuldu. Ayrıca, bu olaydan kısa süre sonra ülkemizi ziyaret eden ilk İngiliz yetkili olan York Dükü Prens Andrew’a mütekabiliyet esasları çerçevesinde havalimanı giriş çıkışında güvenlik kuralları en katı şekliyle uygulandı…”
Açıklamada ayrıca İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’nin Gül’ü ziyaret ettiği de vurgulanarak “Sayın Büyükelçi, özürlerini arz edip, böyle bir olayın tekrarlanmayacağını dile getirdi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, hem Dışişleri Bakanlığı, hem Başbakanlık, hem de Cumhurbaşkanlığı yapmış yabancı devlet adamlarının ülkeye giriş çıkışlarında her türlü aramadan muaf tutulması kararı aldı. Sayın Gül’ün İngiltere’ye daha sonraki ziyaretlerinde bir sorun yaşanmadı” denildi.
Sorular çoktur…
1.Gül görevdeyken mi bu terbiyesizlik gerçekleşmiştir, açık değildir.
2.Ayakkabı çıkartmak ile x-ray cihazdan geçirilmek farklı şeylerdir. Arada bu kadar mı iletişim bozukluğu vardır?
3.”Mukabele-i bilmisil”in İngiltere Dışişleri Bakanına mı, York Düküne mi yapıldığı da açık değildir.
- “Bundan böyle muaf tutulacaklar” sınıflandırması da tartışma götürür. Örneğin Savunma Bakanı yahut Genel Kurmay Başkanımız İngiltere’ye gittiğinde ayakkabıları çıkarttırılacak mıdır?
X-ray cihazını sormuyorum, Anıtkabir uygulamalarından sonra İngilizlere de olağan gelecektir.
5.Sayın Gül madem “çok rahatsız” oldu, neden o an geldiği kapıdan geri dönüp çıkma inisiyatifini göstermedi?
Sorular çoktur ama iki makam arasında koordinasyonun bir türlü sağlanamayıp kamuoyunun aydınlatılabilmesi için iki gün neden beklenildiği de apayrı bir konudur.
Bütün bunlara karşılık Elizabeth’in 2008’de, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı zamanındaki Türkiye ziyaretini, karşılanış ve ağırlanışını hatırlıyor musunuz?
“Türkiye´ye kiralık uçakla gelip, kiralık uçakla ayrılan Kraliçe, Cumhurbaşkanı Gül onuruna cevabî resepsiyonunu İstanbul Boğazı, Karaköy Salıpazarı Rıhtımına demirli ‘HMS Illustrious’ Uçak Gemisi´nde verdi..
Bildiğimiz kadarıyla ‘savaş gemileri’ kendi üsleri hariç baştan-kıçtan veya yandan rıhtıma bağlanmaz.. Açıkta demirler. Bu geleneği Haşmetmeap´ın İngiliz Donanmasının bilmemesi mümkün mü?
Ama öyle veya böyle Kraliçe Boğaz´da ‘sancak gösterdi’.
Kraliçe, 1915´de ‘zorla’ giremediği ve Seyit Onbaşı´nın batırdığı ‘Queen Elizabeth HMS Illustrious’ ile aynı adı taşıyan uçak gemisi ile İstanbul Boğazı´nda; ‘Meclis-i Mebusan’ın 100 metre önünde sancak gösterdi.
Ortaçağ´dan kalmış bir fuzulî ritüeller toplamı olan İngiliz Kraliyet protokolünün bu inceliği düşünmemiş olması mümkün değildir.
Kemal Çapraz www.internethaber.com´daki konu ile ilgili yazısına ‘Çanakkale´nin İntikamı mı?’ başlığını atmış.
İyi etmiş.
Majestelerinin İstanbul´a getireceği başka gemi mi yoktu?
Kocca İstanbul´da Majestelerinin resepsiyon vereceği mekân mı yoktu?
İstese, bırakın Dolmabahçe´yi, Topkapı Sarayı´nı bile tahsis ederdik kendilerine..
www.denizhaber.com adlı siteye yorum yazan Alpay Aras başka bir konuya dikkat çekiyor; ‘Bütün gemiler gittikleri yabancı ülkelerde o ülkelerin bayrağını gemilerinin en üst yerinde gözükecek şekilde bir direğe toka ederler ama ne yazık ki akşam haberlerde bile konu oldu, bayrağımız gemiye çekilmemişti. Bu geminin majestelerinin forsunu taşıması da buna engel değildir. Bence tek kelimeyle terbiyesizliktir. İngilizlere ait majestelerinin benim ülkem ile hiç bir bağı yoktur yani bizim majestelerimiz değildir, bayrak çekmemek gibi bir ayrıcalığı olamaz’ diyor”.
(MAJESTE ŞAPKA-Hüseyin MÜMTAZ. 16 Mayıs 2008)
Elizabeth’i böyle karşılayan Gül’e yapılanlar elbette üzüntü vericidir.
“Geleneksel” Türk dış politikasında “Malezya-Exeter” üslûbunun bizzat kendi Dışişleri Bakanlığı zamanında yükselen değer haline getirildiği Gül’e yapılanlardan hayli rahatsız olduğumu itiraf etmeliyim.
Lâfı hiç fazla uzatmaya lüzum yok… Bir sade İngiliz vatandaşı Türkiye’ye turist olarak gelirken İngiltere’deki konsolosluklarımızdan bir ay önceden randevu aldıktan sonra oturduğu uzak şehirden ulaşıp, maaş-tapu-sair gelir belgeleri ve doldurduğu 180 soruluk form ile mülâkata giriyor mu? Mülâkatı yapanın ahret sorularına cevap verip, ancak onu ikna edebilirse “vize” alabiliyor mu?
Duyduğuma göre Türkiye’de, Türkiye’deki İngiliz temsilciliklerinin tuttuğu paralı şirketlerde “yeşil pasaport sahibi” Türk vatandaşlarına bile vize vermek için “hiçbir Avrupa ülkesinde” olmadığı şekilde böyle yapılıyor “muş”.
“Mütekabiliyet” dediğiniz böyle olur efendiler… 25 Kasım 2016
Yazıları posta kutunda oku