İsviçre’de Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis’in katılımıyla yapılan ikinci tur görüşmeler, sözcü Barış Burcu’nun deyimiyle, “Kıbrıs Rum tarafının maksimalist tavrından vazgeçip, makul çizgiye yanaşmaması” nedeniyle ileriye götürülemedi ve şimdilik kış uykusuna yatırıldı.
Umarım siyasi platformda bir kazık yememişizdir ve BM müktesebatı içine de aleyhimize kalıcı bir madde daha girmemiştir. Kıbrıs Türk tarafında kalacak toprak oranı konusunda Akıncı ve ekibinin yaptığı teklif, Türklere kalacak olan toprak miktarının yüzde 29.2 olması şeklindeydi ve bu teklif de, herhangi bir mutabakat olmamasına rağmen kayıtlara geçti.
Artık Rumlar ve BM her toprak konusu açıldığında yüzde 29.2 oranını cepte kabul edip bu oranı daha da aşağıya çekmek sevdasına kapılacaklar ve daha fazla ne kadar toprağı Türklerden alırız girişimlerini başlatacaklar.
Kıbrıs adasının yüzölçümü 9,251 kilometredir. Bunun yaklaşık 3,242 kilometrelik alanını KKTC toprakları, 256 kilometrelik alanını İngiltere hâkimiyetindeki Dikelya ve Ağrotur üs bölgeleri, 244 kilometrelik alanını sınır hattındaki kullanılmayan “Ara Bölge” ve yaklaşık 5,509 kilometrelik alanını da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi toprakları oluşturmaktadır.
An itibarı ile KKTC hudutları içindeki topraklar, adanın tüm yüzeyinin yüzde 35.045’ini oluşturmaktadır. Adanın toplam alanından İngiliz Egemen Üs bölgelerinin kapladığı 256 kilometrelik alan çıkarıldığı vakit, kalan toplam alan 8,995 kilometre olmakta ve KKTC topraklarının yüzdeliği bu alana göre hesaplandığında da yüzde 36.04’e tekabül etmektedir.
Eğer KKTC’nin toprak yüzdeliği açıklandığı gibi yüzde 29.2’ye düşecek şekilde iade teklifi yapıldıysa, iade edilecek toprağın yüzdelik oranı 6.84, alan olarak da 615.26 kilometredir. Toplamı 3,242 km2 olan topraklarımızdan 615.26 km2’ni vermek demek, yüzde 18.97 oranında yani neredeyse topraklarımızın beşte birinin verilmesi demektir ki bu çok büyük bir miktardır, KKTC’nin kapladığı alan göz önüne alındığı vakit. On binlerce insanımızın tekrardan göç etmesi ve ekilebilir alanların kaybedilmesi demektir. Aslında toprak iadesi 1977 yılının Şubat ayında dönemin Rum lideri Başpiskopos Makarios ve KTFD Başkanı Rauf R. Denktaş arasında yapılan I. Doruk anlaşmasının 2. Maddesine de aykırıdır. 2. Madde “Her toplumun yönetiminde bulunacak toprak, ekonomik bakımdan üzerinde yaşanabilirliği, verimliliği ve toprak mülkiyeti ışığında ele alınacaktır” demektedir.
Mont Pelerin müzakereleri, Rumların Kıbrıslı Türklerle “Ortak bir devlet kurmak” niyetlerinin olmadığını ve uzun vadede adanın tümünü ele geçirecek bir strateji ile masaya oturduklarını göstermektedir.
Allah’tan arkamızda Türkiye gibi bir dev bulunuyor. Türkiye olmasaydı şimdiye dek Kıbrıs adası daha 1970 yılların başında mutlak Rum idaresi altına girmiş, adadaki Kıbrıslı Türkler de aynen Rum tarafında yaşayan Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi sadece vatandaşlık haklarından faydalanabilen, yönetimde hiçbir hakları olmayan, sadece el emeğine dayalı basit işleri yapan bir topluma indirgenmiş olacaktı. Nüfusumuz ise, gençlerin ve yetişkinlerin iş bulamaması nedeni ile göç etmiş olmalarından dolayı ancak 20 bin civarında kalmıştı mübalağasız.
Mont Pelerin müzakereleri, 4. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve ekibi için pahası biçilmez bir deneyim olmuştur. Rumlarla güle oynaya ve çok kısa bir zaman dilimi içinde anlaşabileceğini sana bu ekibinin, Rumların gerçek yüzünü görmeleri geleceğimiz açısından çok olumlu sayılabilir. Bundan böyle, Rumlarla ortak bir devlet kurmak yerine, anavatan Türkiye ile el ele nasıl bağımsız, özgür, başımız dik ve ekonomik olarak refah düzeyinde yaşarız onun hesabını ve planını yapmaları çok daha iyi olacaktır…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
Facebook: AtaAtun1
25 Kasım 2016
Yazıları posta kutunda oku