‘Lise Terk’ten Beyaz Saray’a: Trump’ı Anlamak
ABD başkanlık seçimleri birçok ilkleri beraberinde getirdi. Araştırma kuruluşlarının niçin bu oranda yanıldıkları, Trump’ı başarıya götüren hikayenin köşetaşları ve bundan sonra neler olabileceği herkesin merak ettiği konular. Seçim sonrasında “Trump’a Hayır” gösterileri ülkeyi sarmış, mal kaybı yanında can kaybı da olmuştur. Washinton Post’ta A.Sabl “İsterseniz Trump’tan nefret edebilirsiniz. Fakat demokrasi, kazananın meşruiyetine saygı göstermeyi gerektirir” der. Fakat batlılılar protesto hakkının kutsallığını öğretmişti, hatta can ve mal kaybı olabilirdi. Daha Trump saraya yerleşmeden bunlar tartışılınca bir de vaatlere başlanırsa neler olur diye endişe edilmekte. Amerikan halkı, çoğu seçimlerde kıl payı oy farkıyla birini başkan seçer. Ancak bu derece taşkınlık ve protesto gösterileri daha önce pek yaşanmadı.
Trump, Almanya’dan göçmen bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. 2005’te evlendiği üçüncü eşi Slovenya doğumlu bir göçmen. Trump’ın göçmen karşıtlığı üzerine kurduğu seçim propagandasına karşın Hillary, Hispaniklere (Meksikalılar ve diğerleri) dört elle sarıldı. Gerçekten de Hispaniklerin seçimlerde ağırlığı önemlidir, ancak ABD’deki Meksikalıların dahi yeni Meksikalı istemedikleri de bir gerçek. Tıpkı 1960larda Almanya’ya giden Türklerin sonra gelenleri gayr-i medeni görmeleri gibi.
Varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu halde Trump liseyi bitirememiştir. Daha sonra askeri okulda okumuş, bir üniversitenin ekonomi bölümünden mezun olmuştur. Dünyanın en zenginleri arasına girmesi kendi gayretinin sonucudur. 2005’te 59 yaşında iken kendisinden 24 yaş küçük üçüncü eşiyle evlenmiştir. ABD’de başkan adaylarının aile ilişkileri son derece önemlidir. Trump bu yönüyle de ezberleri bozmuştur.
Bu ülkede bir başkan iki dönem Beyaz Saray’da oturabilir, daha sonra genellikle diğer partinin adayı Beyaz Saray’ın sahibi olur. Aynı partiden üç dönem üst üste başkanlık istisnadır. Trump gibi bir aday karşısında yeniden bir istisna yaşanacağı beklenmekteydi. Sadece araştırma kuruluşları değil ülkenin çoğu sanatçıları, aydınları, hatta Trump’ın kendi partisinin duayenleri dahi âdetâ rezil oldular. Hillary’nin kazanacağı kesinmiş gibi sunularak sandığa gidince ona oy verecekler “nasıl olsa bizim aday kazanıyor” diye rehavete kapılması mı sağlandı komplosu akla geliyor. Hilary’nin resminin yer aldığı “Madam President” (Bayan Başkan) kapaklı Newsweek sayısının 120.000 nüshasının bayilere gönderildiğini unutmayalım. Seçim gecesi gönderilenler, sabahleyin eyaletlerden toplandı ve “President Trump” başlıklı nüsha basıldı.
Hillary, Trump’tan yaklaşık 200.000 oy fazla almasına rağmen delege sayısının yetersiz olması örneğine daha önce de zaman zaman rastlanmıştı. “Salıncak eyaletler” aslında iki dönemden fazla aynı partiliyi Beyaz Saray’da görmek istemeyenlerin çoğunlukta olduğu yerlerdir. Trump’ın farklı çıkışı bu eyaletlerden güçlü yankı bulmuştur. Eğer Demokrat Parti, Sanders’i aday gösterseydi, Beyaz Saray’da DP adayının üçüncü dönem kalma şansı daha fazla olurdu.
Belirtmek gerekirki pop kültürünün yaygınlaştığı dijital çağda toplumlar kısa sürede her bilgiye ulaşabilmekte, bunun derinlemesine anlamına kafa yorma zahmetine katlanmadan hızlı karar vermektedir. Komşumuz Yunanistan’da da Çipras’ın kazanması böylesi bir sürecin ürünüdür. Esasen Trump’ın 18 yıl önce Cumhuriyetçi parti seçmenini bir anlamda beyinsiz (zavallı, aptal) olarak nitelemesi bu gerçeğe dayanıyor. Günümüzde hızla kitleler beyinlerini medyatik cihazlara kaptırırken bunun farkında olan, bu süreci yönetebilen siyasiler sonucu alıyorlur.
İki ay sonra Beyaz Saray’a yerleşecek olan Trump’ın Obama ile görüşmesinde kararsız hatta endişeli duruşu, gerçek kariyerinin yansımasıdır. Çünkü daha önce siyasi bir tecrübesi olmadığı gibi dış politika ile de ilgisi sınırlıdır. Halbuki ABD’de başkanın en önemli sorumluluğu dış politikadadır. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere ekonomik ve sosyal konular, eyalet hükümetlerinin yetkisindedir. Trump’ın Putin hayranlığı ise hiçbir temeli olmayan, bir anlamda kahvehane muhabbeti zaviyesindedir. Seçmene farklı bir ses, yeni bir nefesten öteye bir anlamı yoktur.
Bu şartlar altında dış politikaya öncelikle ABD’nin bu alandaki kurumları Dışişleri Bakanlığı uzmanlık birimleri, Pentagon, CIA gibi kuruluşlar, Neocon bakışıyla damgasını vuracaktır. Yeni bir Bush dönemi, yaşanan Bush dönemleri tecrübelerinden ders alınarak uygulamaya konacaktır. Özellikle Ortadoğu konusunda İsrail lobisinin de güçlü olduğu kongre kararları son sözü söyleyecektir. Esasen Obama dönemi, Cumhuriyetçilerin Kongre’de çoğunlukta olduğu yıllar olarak geçmiştir. Trump’ın bu konuda sorunu yoktur. Ancak Kongre’nin deneyimli kadroları kendi partisinden diye Trump’ın arzusu yönünde oy kullanacak değil. Bir süre sonra Trump, Neocon ideolojisi doğrultusunda politika yapmayı öğrenmek zorunda kalacaktır.
ABD’nin NAFTA’dan veya NATO’dan çıkarılması konusu da Trump’ın tek başına vereceği kararla olacak bir şey değil. Nice dünya politikasına hakim, güçlü başkanlar dahi kongre karşısında istediklerini yapamamışlardır. Milletler Cemiyeti’nin vaftiz babası Wilson kendi ülkesini bu örgüte üye yapamamıştır. Bu durum İran ile ilişkilerde de sözkonusu olacaktır. FETÖ örgütünün başının iadesi, Suriye’de yaşanan sorunlar ve diğer dış politik konularda son söz kurumların belirlediği istikamette belirlenecektir. Buna karşın başkanın her aşamada icraî yetkilerini hesaba katmak gerek. Bu noktada tecrübesiz ve bilgisiz yeni başkanın ne yapacağı tam bir muammadır.
Öte yandan Trump’ın göreve başlamasından sonra bir kıvılcım ile harekete geçebilecek siyahlar, hispanikler, feministler veya muhalif eyaletler ABD’yi parçalanmaya götürür mü sorusunu kimse yabana atmamalı. Gorbaçov’a kadar Sovyetler Birliği’nin dağılmasını kimse beklemiyordu.
Önce Vatan, 14.11.2017