D.Trump’la birlikte ABD’nin dış politikasında küresel egemen güç olarak varlığını sürdürme temel stratejik hedefi değişmeyecektir.
Ancak ABD, ekonomik ve siyasi alanda Çin, Rusya ve diğer gelişen ekonomiler karşısında mevzî kaybediyor ve konumu gün geçtikçe daha da sarsılıyor…
*
Seçilmiş başkan D.Trump’a miras olarak H.Clinton’un başrolünü oynadığı savaşlar dizisi kalmıştır.
Şimdi D.Trump’ın, Asya-Pasifik bölgesinde H.Clinton’ın kurguladığı “Pivot to Asia” politikası doğrultusunda,
ABD’nin askeri varlığını daha da arttırmasıyla birlikte ekonomik yaptırımlar uygulayacağını duyurduğu Çin ile yollarını ayırması,
Rusya ile bir mutabakat arayışı içerisine girmesi bekleniyor…
*
Rusya’nın doğalgaz konusundaki liderliğini sürdürmesinin yolu Doğu Akdeniz enerji denklemindeki yerini sağlamlaştırmaktan geçiyor.
Nitekim Rusya bu amaçla da “Suriye İç Savaşına Siyasal Çözüm” üzerinden Suriye’de bulunuyor…
Doğrusu ABD ile bir mutabakat işine geliyor…
İsrail’in de bölgede Rusya gibi güçlü bir muhafıza ihtiyacı vardır.
*
Bu noktada Filistin ve çevredeki barışa odaklı İsrail’in güvenliği ve istikrarının ötesinde siyonist itikadın deviniminin nasıl sürdürüleceği önem kazanıyor…
Elbette ABD ve Rusya politikalarının Ortadoğu’da birlikte hareket etmesi,
İki tarafın Ortadoğu Dörtlüsü içerisinde, BM aracılığıyla ve iki tarafın İsrail ile ikili ilişkilerinde İsrail’e baskı kurabileceğini de gösteriyor…
*
Ancak Rusya’nın, İran ile bölgede ortak hareket ediyor olması, bu ikilinin birçok konuda, mesela; NATO’nun doğuya doğru genişlemesi,
ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya üs kurma isteğini tehdit olarak görmeleri,
Hazar enerji kaynakları için bölgede bulunan üçüncü ülkeleri istemeyişleri,
İran’ın, Rusya’nın üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci üye olması,
Hürmüz Körfezinde Batılı ülke gemilerinin bulunmasından rahatsız olmaları,
Hidrokarbon rezervlerini dış politika aracı olarak kullanmayı istemeleri,
İkili ilişkilerin daha çok askeri ve nükleer enerji konularında yoğunlaşması,
Filistin sorununa bakışlarının birbirleriyle örtüşmesi,
Suriye ve Irak krizleri vasıtasıyla İran’ın İsrail’in yanıbaşına gelmiş olması;
ABD için ciddi sıkıntılar oluşturuyor.
*
İsrail’in çok saygın kabul ettiği ABD eski Dışişleri Bakanı H.Kissinger’ın; bir yanda İslami uyanış, öte yanda Arap Baharı süreciyle radikalizmin yükselişi karşısında İsrail’in geleceği ile ilgili,
“Eğer trilyonlarca ilâve dolar verir ve ordumuzla düşmanlarına yeteri kadar vurursak İsrail kurtulabilir, 2022 yılında İsrail olmayacak” ifadesi,
Ya da ABD İstihbarat Topluluğu’nun, “İsrail Sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” raporunda Çin’in, İslami uyanış, radikalizm ve Filistin yanlısı kuvvetin yükselişi sonunda İsrail’in ayakta kalamayacağı,
ABD’nin giderek İsrail’i desteklemeyi sürdürecek askeri ve ekonomik kaynaklarının olamayacağı,
Üstelik İsrail’e verilen destekte ABD halkında güçlü muhalefet oluştuğuna işaret edişi de,
İsrail için ciddi sıkıntılar oluşturuyor.
*
ABD’nin yeni başkanı D.Trump, başkanlık koltuğuna oturduğunda İsrail’in, Batı Yaka ve Gazze Şeridi’ni işgal etmesinin üzerinden yarım asır geçmiş olacaktır.
Şimdi Cumhuriyetçi Trump’ın döneminde, yarım asırlık Amerikan politikasının taktiksel ve stratejik olarak nasıl gelişeceği merak ediliyor…
*
D.Trump, Aralık 2015’te Associated Press Ajansına verdiği röportajda Filistin ve İsrail konusunda tarafsız olacağını, bölgede barışın sağlanması için İsrail’in ödün vermesi,
Mart 2016’da ise yerleşim birimleri konusunda, bunun İsrail ile ihtilaf konusu olduğunu, İsrail’in Batı Yaka’da yerleşim birimlerini inşa etmeye devam etmesi gerektiğini söyledi.
D.Trump’ın bu söylemleri ve 2013’te İsrail’de yapılan seçimlerde Netanyahu’yu desteklemiş olması ve bu tutumunu sürdürmesi halinde;
Döneminde, yarım asırlık Amerikan politikasının taktiksel ve stratejik olarak nasıl gelişeceği öngörülebiliyor…
*
Başbakan B.Netanyahu, Filistin sorununun çözümünde; “Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir.
Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.
Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz.
Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.
Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz ” düşüncesi yönünde ilerliyor…
*
Nitekim B.Netenyahu’nun Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı bu strateji çerçevesinde;
1- Öncelikle İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığını dikkate alınıyor.
Nitekim 16 Kasım’da ABD Temsilciler Meclisi, İran’a yönelik düşmanlığını, İran aleyhindeki yaptırımları 10 yıl uzatarak yeniden göstermiştir.
2- Ardından İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesini amaçlıyor.
*
Bu amaçla, İsrail ve Suudi Arabistan önderliğinde Arap Barış Girişimi doğrultusunda,
1-İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi,
2-BM Güvenlik Konseyi’ne 194 sayılı karar çerçevesinde Filistinli mülteciler sorununa adil bir çözüm için çağrıda bulunulması,
3-1967 sınırlarında kurulacak ve başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devletinin kurulması öngörülüyor.
*
Buna göre, Filistin tarafı Yahudi bölgesinin ve Batı Duvarı’nın Ağlama Duvarı kısmının hâkimiyetini İsrail’e devredecek, eski şehrin kalan kısmındaki hâkimiyetini koruyacaktır.
Kurulacak Filistin devleti savunma amaçlı olarak silahlanabilecek, kendi hava sahası ve karasuları olacaktır.
Karşılığında, Arap ülkeleri Arap-İsrail çatışmasını bitmiş kabul edecek ve İsrail ile kapsayıcı bir barış sürecine girilirken İsrail ile normal ilişkiler kuracaklardır.
*
Yeni strateji geliştirilmeye başlanmış ve Arap Barış Girişimi doğrultusunda;
İsrail’in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
Ardından terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon oluşturulmuştur.
*
Bu suretle;
1- İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlanacaktır.
2- Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılacaktır.
3-Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalacaktır.
*
Ancak ne yapılırsa yapılsın, İsrail-Filistin sorununun barışcıl bir şekilde çözümlenmesinin yolu;
1- Uluslararası Hukuk’un koruyucusu ve kollayıcısı BM’de düğümleniyor.
Halbuki BM Güvenlik Konseyi, barındırdığı farklı görüşler yüzünden türlü çatışmalara siyasi çözüm bulamıyor.
Öyle ki, BM’ye yeni bir statünün oluşturulması en büyük küresel siyasi çözümsüzlüğü oluşturuyor…
Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesini şart olduğunu iddia ediliyor…
Başta Rusya olmak üzere kimi ülke, ABD’nin kendi lehine gelişen düzenin korunmasındaki gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
*
Sonuçta D.Trump döneminde;
1- İsrail’in çevresinde güvenli bir bölgenin oluşturulmasına çalışılacak,
2- İsrail’e en uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına dayanan Askeri Doktrini’ne işlerlik kazandırılacaktır.
Bu mesafede Türkiye bulunuyor…
19.11.2016