Deniz YILDIRIM
25 Ekim 2016 Salı 12:45
Tekrara gerek yok; fiilen değiştirdikleri rejimi kalıcılaştırmaya, anayasal olarak güvence altına almaya çalışıyorlar. Karşımızda ise sadece AKP iktidarı, AKP rejimi yok. Fiilen yeni rejim Saray Rejimi ve cumhuriyet devriminin kazanımlarının tamamen tasfiye edilmesi, devletin tüm siyasal aygıtlarının Saray etrafında; laiklik karşıtı tüm sosyallik biçimlerinin Saray üst-modeli çevresinde otoriter şekilde yapılandırılması süreci tamamlanmak üzere. Bu işin bir yanı.
Literatürde oligarşik karakter kazanan bir Cumhuriyeti yıkıp yerine bir imparatorluk rejimi kurulmasıyla ilgili bir kavram var: Augustus eşiği. Rejim dönüşümünü kurumsallaştırmak adına başkanlık dayatması ve buna dayalı referandum Saray Rejimi’nin Augustus eşiği. Israr bundan; eşik orası.
Ve Adı Saray Rejimi; zira devlet aygıtları artık Saray etrafında hiyerarşik bir dizilişe bağımlı. Yargı yılı Saray’da açılıyor; üniversitelerin açılışı Saray’da; Bakanlar Kurulu en kritik toplantılarını Saray’da yapıyor; güvenlik toplantıları Saray’da. Saray tüm devlet aygıtlarını kendi hiyerarşik zeminine çekiyor; fiilen parlamentonun pas geçildiği, etkisizleştirildiği bir rejimi kurumsallaştırıyor, kendisini merkezileştiriyor ve tekleştiriyor.
Adı Saray Rejimi; zira bu rejim sadece AKP’den ya da onun desteğinden güç almıyor. AKP’yi de aşıyor; örneğin oluşturduğu yeni Milliyetçi Cephe (MC) hattı sayesinde en kritik zamanlarda rejim dönüşümü hamlesini tamamlayabilmek için MHP’nin desteğini alıyor. Bu açıdan Saray Rejimi, AKP’nin de ötesinde, Türkiye sağının yönetme krizlerine girdiği dönemlerde yöneldiği MC stratejisinin istisna olmaktan kurala, olağanüstü olmaktan olağana çekilmesi anlamına geliyor.
Adı Saray Rejimi; çünkü Cumhuriyet’te Saray merkezi değil. Saray varsa Cumhuriyet yok.Öyleyse başkanlık, parlamenter sistemin ve Türkiye’nin eksik gedik demokratik geleneğinin tasfiyesine dayalı bir ittifak. Hatırlayalım: Osmanlı’nın son döneminden başlayarak, padişahın sınırsız otoritesini bir Meclis ve anayasa eliyle sınırlandırma arayışı parlamenter sistemi tercih etmemizin ana nedeni. 150 yıllık demokratik dönüşüm çizgimizde parlamento ve parlamenter sistem tercihi, aşırı güçlü, keyfi ve sınırsız bir yürütmeyi dizginlemek amacından bağımsız değil.
Kurtuluş Savaşı’nı yerel kongreler toplayarak, Ankara’da Meclis Hükümeti yaratarak vermiş bir geleneğin karşısında şimdi yeniden parlamentonun fiilen feshine dayalı bir rejim dayatması var. Bu açıdan başkanlık adı altında anayasal hale getirilmek istenen Saray Rejimi; 150 yıllık Türkiye demokratik atılımlarının toptan tersine çevrilmesini de hedefleyen geri bir karakterde.
“Muhalefet”in Tutumu
Muhalefetin hali ise ortada. Böyle bir ortamda muhalefet güçlerinin verili halleriyle bu referandumdan ve salvodan başarıyla çıkma şansları yok. Bu hem iktidarın sahip olduğu imkanlar hem de muhalefetin içinde bulunduğu “politikleşmiş yenilgi”yle ilgili. Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Meclis’teki oylamada başkanlık değişikliğine evet oyu verdiğini düşünsenize. Dayanak noktaları her hamlede çökmüş siyaset biçimlerinin, liderliklerin bu tabloyu tersine çevirme şansı bulunmuyor. Taklitler hep asıllarını yaşatıyor.
Kaldı ki MHP lideri Bahçeli’nin başkanlık konusunun referanduma taşınması için Meclis’te evet oyu vereceklerini açıklaması da bu tabloyu tamamlıyor. Ve MHP’nin bu tutumunu sadece Bahçeli’nin parti içi konumunu garanti altına almaya dayalı bir alışveriş sonucu gibi görmek tarihsel olarak MHP’yi anlamamaya dayanıyor. Refleksleri bakımından MHP bugün bir “yönetememe krizi”nin varlığını saptıyor, bunun bir “devlet krizi”ne doğru ilerlediğini öngörüyor ve fakat buna karşı Saray’ın çözümünde birleşiyor. Devlet içi koalisyonda kadrolarının ve söylemlerinin yeniden öne çıkması bunu bütünlüyor. Bu açıdan başkanlık adı altında gerçekleştirilecek anayasa değişikliği/rejim değişikliği, AKP’yi de aşan bir devlet içi, özellikle de devletin zor aygıtları içi bir mutabakata dayanıyor. Baykal’ın utangaç şekilde yalanlamaya çalıştığı Avni Özgürel söyleşisini de buraya ekleyebiliriz. Ağar’ı ve temsil ettiklerini de.
Ve iktisadi dinamikler… Sıcak paranın kaçma eğilimine girdiği, inşaat balonunun şişirilmesi dışında ekonomik çıkış stratejisinin bulunmadığı bir ortamda Suud’a bağlılık/bağımlılık artıyor. İşsizlik artıyor, ultra yoksulluk artıyor; zenginlerin toplam pastadan aldığı pay da. Bunun yönetilmesi adına Türkiye egemen sınıflarının 50 yıldır izledikleri strateji ise hiç değişmiyor. Siyasette otoriter tekleşme, zora/sopaya dayalı yönetim; ideolojide İslamcılaştırma; yoksulluğu iknaya dayalı yönetim. Bugün TÜSİAD çevrelerinin “başkanlık” sessizliği ve Atlantik ötesinde gerçekleştirdikleri “İslamofobi” panelleri resmi tamamlıyor.
Tablo bu; fakat Saray Rejimi içte ve dışta kırılgan; en büyük dayanak noktalarından birisi ise bu çöküş tablosundan ülkeyi çıkaracak başka bir demokratik kurucu iradenin, alternatifin görünür olmaması. Öznel koşullar böyle olsa da, objektif şartlar çok da olumlu değil. Başta da belirttik; Saray Rejimi’ni başkanlık etrafında kurumsallaştırma/tekleştirme arayışı; bir büyük zaferin tescili arayışı değil sadece; derinleşen iç-dış yönetme krizleri karşısında elde kalan, zora dayalı tek çare.
“Tek Çare Başkanlık”ın Anlamı
Başbakan’ın Afyon’da “başkanlık devletin beka sorunu” demesinden de bunu anlayabiliriz. Ülke uçuruma sürüklenirken Türkiye radikal sağ ittifakının, MC iktidarının ülkeyi buradan çıkarmak için elinde hiçbir gerçekçi, rasyonel reçete yok. Elde kalan tek ilaç, krizleri daha da derinleştirecek bir otoriter başkanlık.
Hatırlayın; 7 Haziran’dan sonra iktidarı bırakmamak ve ülkeyi yeniden seçime götürmek için kullanılan propaganda nasıldı? Tek parti iktidarı gitti, ekonomi bozuldu, dolar yükseldi, terör arttı. Verin yeniden tek parti iktidarını, bir daha şehit cenazesi gelmesin, terör bitsin, ekonomi düzelsin, istikrar gelsin!
Sonuç ortada. 1 Kasım 2015’ten bu yana ne terör bitti, ne ekonomik baş aşağı gidiş. İktidarın çare diye sunduğu hiçbir reçete durumu iyiye götürmedi; aksine daha da kötüleştirdi.
Şimdi aynı durum, “çoklu yönetme krizleri” dediğim olgu karşısında da geçerli. Tek parti iktidarı da yetmedi; o zaman çare başkanlık. Kabul edelim; iktidar ve çevresi/ittifakları rasyonellikle ve gerçeklikle bağını yitireli çok oldu. Yönetemiyorlar; krizleri çözmek yerine derinleştiriyorlar.
Facebook’ta çok dolaşıyor; özellikle emekli vatandaşlarımızın paylaşımlarında daha sık görüyorum. Doğaldır; yaş alıyorlar; sağlık sorunları artıyor. Ülke olarak da hareket ve sağlıklı beslenme sorunlarımız var. Bu nedenle kalp-damar rahatsızlıklarına dayalı ölümler artıyor. Bundan kaynaklı olsa gerek; sürekli “büyük kurtarıcı”, “mucizevi şifacı” haberler paylaşılıyor: “Günde bir bardak iç, ne tansiyon kalıyor ne şeker” ya da “günde bir avuç ye, kalp sorunun bitsin” gibi. Benzerlerini reklam almakta zorlanan kanallarda yayınlanan “tanıtım filmleri”nde de görüyoruz.
Başkanlık sistemi çözümü dışında bir çaresi kalmamış iktidar ve ittifaklarının hali biraz da bunu andırıyor. İşsizlik, ekonomik eşitsizlik artıyor; çevremiz yangın yeri, terör ve şiddet vakaları ortada; 15 Temmuz’da parlamentoyu bombalayan bir darbe girişimi daha yeni yaşanmış, “devlet beka sorunu yaşıyor”. Tüm bu ortamda sorunları çözmek için tek çare olarak sunulan başkanlık bu reklamları ve bunların gerçekliğini andırıyor.
Bir bardak içince tansiyon ve şeker sorununu ortadan kaldıran bir mucizenin varlığına elbette inanmak isteyebilirsiniz. Ama inanmak istemeniz gerçekliği değiştirmiyor. Türkiye’nin derinleşen krizleri karşısında başkanlık, bir kriz çözümü değil; olsa olsa krizi derinleştirme stratejisi.
m.abcgazetesi.com
Yazıları posta kutunda oku