Cumhurbaşkanı Erdoğan, Musul’u IŞİD’in elinden almak için düzenlenecek askeri harekata katılma konusunda kararlı olduklarını söyledi.
“Musul operasyonunda koalisyon güçleri içerisinde olmaya kararlıyız. Koalisyon güçleri Türkiye’yi istemiyorsa B planımız devreye girer. O da olmazsa C planı devreye girer” dedi.
*
Erdoğan’ın Suriye ve Irak topraklarında müdahaleci politikası uluslararası çevrelerde tepkilere yol açtı.
Suriye ve Irak’a karşı askeri hareketlilik ve yayılmacı planlar, bu ülkelerin sınırlarında güvenli bölge oluşturmak gibi kamuoyunu kandırmaya yönelik senaryolar tartışıldı.
Erdoğan’ın Irak’a yönelik maceracılığı ve müdahale hevesinin yaşadığı sorunlar ve krizlerle bağlantılı olduğunu ifade edildi…
*
Nitekim, Suriye İç Savaşına Siyasal Çözümün arandığı bu süreçte,
Erdoğan’ın Batı ve bazı Arap ülkeleriyle birlikte kirli planlar ve komplolar düzenleyerek,
Suriye’de “İnsanlık suçu: Savaş suçları: Dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak: İç savaşı ahlahsız bir ticarete çevirmek” iddiasıyla,
Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmaya doğru yürüdüğünden söz ediliyor.
*
Erdoğan; ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinin dört bileşeni “Güvenlik, Refah, Değerler ve Uluslararası Düzen” çerçevesinde Batı burjuvasının talebiyle;
15 Temmuz’da bir darbe ile Türkiye’deki İslam Burjuvası Demokrasisinin F.Gülenci dini kanadının tasfiyesini başarıyla yürütmüştür.
Ancak dini kanattaki tasfiyenin mutlaka İslamcı felsefeyi takip eden tüm siyasi kadrolarda ve İslam burjuvazisi kapsamında da sürdürülmesi şarttır.
Erdoğan bunu yapacak cesareti gösteremediği için CIA ve MOSSAD tarafından amansızca sıkıştırıldığı günlerden geçtiği söyleniyor.
*
Erdoğan; iktidarı boyunca yabancı sermaye yatırımı girişindeki büyük artışa rağmen bunun büyümeye pozitif katkı sağlamadığı gerçeği ile karşı karşıyadır.
2003’den itibaren gelen yabancı sermayenin önemli bölümü inşaat sektörüne yatırım için gelmiş ve bir defalık büyüme katkısı yapmış,
Yeni yatırımdan çok mevcut tesisleri ve şirketleri özelleştirmeler veya özel kesimin satışı nedeniyle satın almak için kullanılmıştır.
Şimdilerde gelen yabancı sermaye ise büyümeye katkı yapmıyor,sadece cari açığın finansmanına katkı sağlıyor.
Bundan böyle de cari açığa ek finansman sorunu yaratacaktır…
Böylece Erdoğan’ın izlediği kapitalist politikaların sonucu olarak kısa süre sonra insanlar işsiz kalacak ve yardıma muhtaç hale gelecektir, deniliyor…
*
Diğer taraftan Erdoğan, Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen yapay sınırların Suriye ve Irak’ta yeniden çizilmek istendiği,
Suriye ile Irak’ın yapısının değişmeye zorlandığı o sıralarda;
Irak’ı birlikte tutan unsurların dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlık, çevreye yayılabilir çatışma riski ve Kürtlerin konumuyla ilgilenmiş,
Olası bağımsız bir Kürt devletinin milliyetçi ve ayrılıkçı etkilerinin Türkiye Kürtlerine sirayet etmesiyle oluşacak asimetrik tehditi görmüş,
Irak toplumunda merkezi hükümetin Kürt bölgesinin tartışmalı bölgeleri, Petrol Yasası ve Musul- Kerkük gibi ağır sorunları çözeceğine, Irak’ın toprak bütünlüğüne ve geleceğine sahip olacağına dair inancın tükendiğini farketmiştir.
Nitekim Erdoğan politikasını; hem Kuzey Irak Kürt Yönetimi sahasında ekonomik ilişkilerden örgütlediği İslami sermaye ile Kürtlerin Türkiye ekonomik ve siyasi kontaklarına bağlılılığından hareketle bağımsız Kürt Devletini pasifize edebileceği düşüncesine,
Hem de İslam Birliği başlığında bir Sünni koridor üzerinde “bölgeyi kazanırsak petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanırız” oportunizmine kurmuştur.
*
Erdoğan, bu strateji doğrultusunda, Irak’ta Şii yerleşim bölgelerine bombalı terör saldırıları planlamakla suçlanan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin örgütselliğinden yararlanmıştır.
Çünkü Osmanlı’dan beri ülkeyi yöneten Sünni azınlık işgal öncesi kazanımların peşindeydi,
Nitekim Tarık El Haşimi’ye bağlı Saddam’ın BAAS ordusundan bakiye Irak Sünnilerinin oluşturduğu Haşd el Vatani güçleri, İŞİD terör örgütünün komutasında Irak’ı fiilen parçalayan saldırılarıyla Musul’u ilhak etmiş,
Erdoğan oportunizmi için fırsatların pekiştiği,… zannedilmiştir…
*
Ama işte, şimdi IŞİD’le mücadele koalisyonu Musul’u geri almayı istiyor.
Ancak Musul için koalisyon içinde yer alan ülkelerin ve grupların çıkarları birbiri ile çatışıyor.
IŞİD’in elinde tutsak olan kentte mahsur kalan sivillerin sayısı bir milyonu buluyor.
Siviller, Şiilerin halk seferberlik birlikleri tarafından kışkırtılarak, birbirlerine karşı gerilmiş Sünniler ile Hristiyanlardan oluşuyor.
İŞİD’in bu sivilleri canlı kalkan olarak kullanma olasılığı da ayrı bir sorun olarak görülüyor…
*
Musul’a yönelik olası bir operasyona çok sayıda ülke katılacak olsa da öncelikleri arasında büyük farklılıklar olan ABD, İran ve Türkiye ön plana çıkıyor.
Türkiye yukarıdaki oportunizmiyledir.
ABD, kendisine yakın Sünni Arapları yeniden denge unsuru yapmayı öngörüyor, bunu İran’ın Irak’taki etkisini dengelemenin temel yolu olarak,
İran ise Musul’un kontrolünü sadece Bağdat’ı güvence altına almak için değil aynı zamanda dolaylı yoldan bölgede etkin olmanın fırsatı olarak görüyor…
Elbette Rusya, Almanya, İngiltere gibi ülkeleri de unutmadan bu üç devletin her biri ikili ilişkiler yoluyla sahada sınırlı bir işbirliği ve koordinasyon yapıyor.
Ama rekabet ve mücadele işbirliğinden çok daha güçlü gelişiyor…
*
Irak ise farklı halk gruplarının rekabet halinde olduğu, ordu ve polisin ise figüran duruma düştüğü bir milis devleti görünümündedir.
Nitekim Musul’u kurtarma operasyonuna Irak’tan;
Şiilerin dini lideri Ayetullah Ali Sistani’nin seferberlik birlikleri,
Şii lider Mukteda El Sadr’ın oluşturduğu milliyetçi kanat,
Eski Irak Savunma Bakanı Hadi El Amiri’nin liderliğinde İran’ın yönettiği Bedir hareketi kendi adlarına katılacaktır.
Telafer’den çıkarılan Şii Türkmenlerinin de birlikleri bulunuyor.
Ne ki, Musul’un geri alınmasında kimin nasıl ve nerede mücadele edeceği konusunda hiçbir anlaşma sağlanamıyor…
*
IŞİD ile mücadele koalisyonuna Kürtler de katılıyor, zaten ABD peşmergeler ile YPG’yi etkin bir biçimde kullanıyor.
Peşmerge, Kürt özerk bölgesinin istikrarını arttırıp yaşadıkları toprakları Irak devletinden bağımsız kılmayı amaçlıyor.
Ama Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) peşmergeleri ile YPG arasında açık bir çıkar çatışması bulunuyor.
Üstelik KDP peşmergesinin Musul’da güçlü Kürt aşiretleri ile tarihsel sorunları sürüyor.
Irak merkezi hükümeti Musul operasyonu ittifakına PKK’yı da dahil etmek istiyor…
*
Sonuçta, Musul IŞİD’den bu çok zor koşullar altında alındıktan sonra koalisyona katılanlar arasındaki anlaşmazlıklar su yüzüne çıkacağı için Irak’ı çok zor günler bekliyor…
*
Halbuki İsrail, Başbakan B.Netenyahu’nun Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı bir stratejide emin adımlarla ilerliyor.
Buna göre İsrail, yakın gelecekte HAMAS, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığı ihmal etmeksizin,
Suudi Arabistan ile işbirliğinin ürünü olarak, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmeyi amaçlıyor.
Suudi Arabistan ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir “Arap Savunma Ordusu”,
Terörle mücadeleye yönelik yine Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında “Savunma Paktı” benzeri bir koalisyon kurulmuştur.
*
Bu süretle, İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlanmış,
Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılmış,
Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülmüştür…
İsrail, Rusya ile yeni bir stratejik ittifakı da dizayn etmiştir…
*
Böylece İsrail;
Çevresinde güvenli bölge oluşturulması,
En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına dayanan Askeri Doktrini’ne işlerlik kazandırmanın çabasını güvenle sürdürüyor.
*
Ortadoğu’da işler bu düzeyde ilerlerken, 9 Eylül’de de Rusya-ABD Ateşkes Mutabakatı yapılmıştır.
Washington’ın Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) savaşçılarıyla El Kaideci aşırıcı El Nusra Cephesi savaşçılarını birbirinden ayırması,
Aşırıcıların etkisiz hale getirilmesinin ardından ÖSO temsilcilerinin de katılımıyla Beşar Esat’ın başkanlığında Şam’da ulusal birlik hükümeti kurulmasını öngörülmüştür.
*
Ancak bu sırada, ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi Cumhuriyetçi liderleri, başkanlık seçimleri arifesinde Başkan Obama’nın vetosunu geçersiz kılmış,
11 Eylül saldırılarıyla ilgili “Terörün Destekçilerine Karşı Adalet ” yasasını çıkarmıştır.
Yasanın gerekçesi; Suudi Arabistan’ın ajanlar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ABD’de faaliyet gösteren bir terörist hücreyi desteklemesi; bu örgütün de 11 Eylül saldırılarını planlaması ve gerçekleştirmesidir.
Yasa, hayatını kaybedenlerin ailelerinin saldırılarda rolü olan Suudi yöneticilere karşı ABD mahkemelerinde dava açmak imkânı tanıyor…
Böylece Suudi Arabistan, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailesine, manevi ve psikolojik zarar gören New York’lulara karşılanamayacak çok yüksek tazminatlar ödemekle karşı karşıyadır.
Yasanın hayata geçirilmesi halinde Washington’ı, ABD’de bulunan 750 Milyar Dolar değerindeki FED tahvilleri ve bonolarını satmak, dünyadaki dolar fiyatlarını düşürmekle tehdit ediyor…
*
Esasen Cumhuriyetçiler başkanlık seçimleri öncesinde ABD derin devletini ve Yahudi lobilerini etkilemeyi amaçlamıştır.
“Başkan Cumhuriyetçi olsun, çoğunlukta olduğumuz Temsilciler Meclisi ve Senato’da bu yasayı kolayca değiştiririz “demek istenmiştir.
*
Ama ABD’de Cumhuriyetçi- Demokrat çekişmesiyle, CIA ve Pentagon’da ateşkese yönelik eleştiriler tırmanmış,
Ateşkes mutabakatının aslında Rusya’nın kendisine Kafkasya’da saldırmak için hazırlık yapan cihatçıları ortadan kaldırmaya neden olacağı,
Bu yüzden mutabık kalınan çözümün Moskova için ideal olduğu: Esad rejiminin önünü açacağı: Rusya’nın Çin’e bir iletişim yolu açacağı anlamına geldiği savunulunca;
Ateşkes Mutabakatı Deyrezzor’da Suriye askerlerinin vurulmasıyla sonlanmıştır.
*
Şimdi Washington, Riyad, Tel Aviv arasında müthiş bir gerilim başlamıştır.
İsrail’in, kaos yaşayan Ortadoğu’da güvenliğini sağlamak için oluşturduğu Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri arasında siyasi ve askeri pakt benzeri oluşum tehdit altındadır.
Suriye ve Irak’ta süren savaş daha da alevlenecektir.
İsrail-Filistin barış anlaşması bir kez daha beklemeye kalmakla karşı karşıyadır ve İsrail güvenliğinden son derecede endişelidir….
*
O yüzden ABD Başkanı B. Obama, Dışişleri Bakanlığını Suriye’deki krize siyasi çözüm bulma yönünde çok taraflı görüşmeleri sürdürmeye çağırmıştır.
Ve bu yazının yazıldığı şu dakikalarda ABD, Rusya, İran,Suudi Arabistan ve Türkiye Dışişleri Bakanları Suriye’yi görüşmek üzere Lozan’da bir aradadır.
*
Bu şartlarda Irak’ta Musul operasyonunun nasıl yapılacağı bilinmiyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın B ve C planları merak ediliyor…
16.10.2016