Son yıllarda içine bolca hümanizm sosu eklenerek peri masalına çevrilip, yüceltilen bir kavram var: “Osmanlı’da Gayri Müslimlerle, Araplarla ya da başka etnik / dini kökenli halklarla kardeşçe birlikte yaşadık.”
Bu kavramı biraz sorgulamak gerek, cidden bu kadar çok etnik ve dini kökenden gelen grupla bizlere anlatıldığı gibi birlikte yaşadık mı?
Herşeyden önce şunu unutmamamız gerekir: Osmanlı feodal bir köylü toplumdu; üretimin kaynağı tarım ve hayvancılık idi. Tarım ve hayvancılığın merkezi köyler idi.
Cumhuriyet kurulduğunda ise mevcut halkın neredeyse %90’i köylerde yaşamaktaydı. O yüzden analizimizin merkezine köyleri alıp başlayacağız.
Köyler doğası gereği “Aile – Akraba – Aşiret” gibi birbiriyle homojen değerler taşıyan küçük gruplardan oluşmaktadır. Farklı din, farklı etnik köken ya da farklılık yaratacak herhangi bir grup / kültür bir köyde pek bulunmamaktadır. Köylerde yaşayanların nüfusu genelde rakam olarak yüzlerle ifade edilmektedir.
Anadolu’da bir köyde büyümüştüm. İlk gençlik yıllarına kadar köyde elektrik, yol, televizyon, gazete yoktu. Modern zamanlara ait bir eşya olarak sadece birkaç evde, birkaç radyo vardı; onların da çoğu zaman pili olmazdı. Hem üretim, hem yaşam, hem de doğal ortam olarak Osmanlı zamanlarındaki halinden çok farklı değildi. Köyde bakkal, manav gibi alışveriş yapacak hiçbir yer olmadığı için köylüler Pazartesi günleri hem bu ihtiyaçlarını gidermek, hem de devlet dairelerindeki bazı işlerini halletmek için her Pazartesi ilçe merkezine giderlerdi. Civar çevre köylerdeki köylüler de aynı sebeplerden dolayı o gün ilçe merkezine gelirler, öteki köylülerle sohbet ederlerdi.
Çocukken kendi kendime bir oyun oynardım: İlçeye indiğimiz vakit, diğer çevre köylerden gelen insanları daha önce tanımasam da, konuşmaya başladıkları anda şivelerinden hangi köyden olduklarını tahmin etmek. Sohbete başlayanların ilk cümleleri ağızlarından dökülür dökülmez, hangi köyden olduklarını hemen hemen doğru tahmin ederdim.
Daha sonra İstanbul’a taşındığımızda, çok farklı illerden gelenlerin de aksanlarının çok farklı olduğunu fark ettim. Neredeyse bütün aksanlar sadece illere göre değil, ilçelere, köylere kadar değişiyordu.
Anadolu’da köyler birbirine genelde 5 -10 – 15 kilometrelik mesafelerle konumlanmıştır. Bugünün koşullarında bu mesafe hiçbirşeydir.
Peki aynı dili kullanan bir toplulukta niçin bu kadar farklı aksan vardı?
(Kürtçe ve Lazca etkisini dahil etmek istemiyorum. Çünkü konu bu değil. Anadolu’da birbirine yakın yerlerde yaşayan, ana dili Türkçe olan Türk köylülerini kastederek soruyorum.)
Cevabı çok basit: İnsanlar sanıldığı gibi bir arada yaşamıyorlardı. Aralarında 5 – 10 kilometre olan köylerin arasında iletişim, etkileşim neredeyse yok denecek kadar azdı. Gündelik hayattaki beşeri ilişkiler de neredeyse pek yoktu. Aynı aksan kaynaşmayla; kaynaşmak da karşılıklı iletişimle, benzeşimle olmaktadır.
Osmanlı zamanı köylerdeki üretim sadece köylülerin temel ihtiyaçlarını giderecek kadardı. İhtiyaçlarını giderecek kadar tarım üretimini bir köyde yaşayan insanlar, aynı köyde yaşayan öteki köylüleriyle birlikte gerçekleştirebiliyordu. Onun için çevre köylerde yaşayanlara ihtiyacı yoktu.
Hem tarımın sadece geçinebilecek kadar yapılması, tarım ürünlerini satacak pazarların, ulaşım ve yol imkanlarının olmaması köyleri yalıtılmış coğrafyalar olarak birbirinden ayırıyordu.
Yani, birbirine 5-10 kilometre uzaklıkta olan iki köy, o dönemler birbirine komşu olan ve aralarında ciddi etkileşimi, iletişimi olmayan iki ülke gibiydi.
Bu nedenle Osmanlı zamanı sanıldığı gibi iç içe, birlikte değil, herkes birbirinden kopuk olarak kendi dünyasında yaşıyordu.
Şehirleşmeyle, ticaretin ve ulaşımın artmasıyla, eğitimle, kitle iletişim araçlarıyla “birlikte yaşama” tecrübesi sanıldığının aksine Cumhuriyet dönemi tecrübesidir.
İstanbul’da doğup büyüyen şu anki gençliğe bakın. Çoğu hemen hemen aynı aksanı (İstanbul aksanını) konuşurken, İstanbul’a göçen aileleri hala yerel aksanlarıyla konuşmaktadır.
Ailelerin yerel aksanla konuşurken, çocuklarının İstanbul aksanı kullanması içine doğup büyüdükleri kent kültürünün karşılıklı iletişime ve etkileşime dayalı olmasındandır.
Sanıldığı gibi “Osmanlı’da 72 milletle, çok farklı dinlerle, çok farklı gruplarla, bir arada, iç içe” yaşamadık. Az önce anlatığım örneklere itafen, birbirimizle de bir arada yaşamadığımız ortaya çıkmaktadır.
Kaldı ki, Osmanlı’da uzun zamanlar, Türkler’in büyük çoğunluğu göçebeydi. Yaklaşık 200 kusur yıllık bir yerleşiklik tarihimiz bulunmaktadır. Göçebe toplumun yerlisik, sabit bir yeri bulunmamaktayken nasıl bir arada ve iç içe yaşadık diyebiliriz?
Birlikte yaşama kültürü, iddiaların aksine Cumhuriyet dönemi şehirleşmeyle başlamıştır.
Ciddi şehirleşme tecrübemizin de 30-40 yıllık bir geçmişi vardır.
Nüfusun büyük çoğunluğunun bulunduğu İstanbul’a, Ankara’ya ve öteki büyük şehirlere bakın yanı başınızdaki komşularınız, okul- iş arkadaşlarınız hep başka şehirlerdendir.
Köylerde üretim tarımdı dedik. Tarlalarda çalışırken birlikte çalıştığınız insanlara bakın çoğu aynı köyden akrabalarımız değil miydi?
Çok yakın zamanda köylerde yaşıyordu çoğumuz. Büyük kentlerde doğan 1. kuşak ya da en fazla 2. kuşağız. Yani 100 yıldır büyük kentte yaşayanımız yok denecek kadar az.
“Osmanlı’da hep birlikte, kardeşçe yaşıyorduk,” diyenlere tek bir soru soruyorum:
Köyünüzde kaç Arap, Ermeni, Rum, Yahudi ya da başka bir etnik / dini kökenden birisi vardı?
Kaçıyla cidden birlikte yaşadınız ve karşılıklı etkileşiminiz, iletişiminiz, üretiminiz ve paylaşımınız oldu?
Çok yakınınızdaki bir köyde eskiden bir Gayri Müslim koyu olması hiçbirşeyi değiştirmez. O dönemler o mesafeler birbirine komşu iki köy değil, birbirine komşu iki ülke kadar uzaktı? Bunun da nedeni coğrafi koşullardan öte yukarıda tanımladığımız sosyo – iktisadi koşullardı.
Sonuç olarak gündelik hayatta karşılıklı beşeri ilişkiler son derece zayıftı.
Çocukken dedemin babası hayattaydı. Osmanlı’nın son dönemlerini iyi kötü bilirdi. Anadolu’nun ortasındaki köyümüzden 3 ay yürüyerek İstanbul’a gittiğini anlatırdı. Anadolu’nun birçok yerinden İstanbul’a 3- 4 ay yürüyerek gidenlerin hikayelerini başka insanlardan da duymuştum.
Padişahlar ellerindeki tüm imkanlara rağmen Osmanlı zamanı yolculuğu 2 yıl sürdüğü için Hacca gidemiyorlardı diye bilmiyor muyuz?
Ulaşımın, iletişimin olmadığı, coğrafi uzaklıkların çok büyük olduğu Osmanlı zamanlarında, biz ne zaman Araplar’la birlikte yaşadık?
İkinci bir mitte “Gayri Müslimler’le hoşgörü içerisinde bir arada” yaşadığımız.
Gayri Müslimler’le de sanıldığı gibi bir arada yaşamadık. Gayri Müslimler’in mahalleleri, evleri, kıyafetleri tamamen bizden ayrıydı. Öyle ki, hamamda kullanacakları havlulardan, berberde kullanacakları makasa kadar ayrı tutulmuştu.
Onların da hayatları büyük bir yalıtılmışlık içindeydi. Bu konuyu fazla uzatmadan okuduğum bazı kitaplardaki sayfaları paylaşacağım.
Okuduğunuz tablodan Gayri Müslimler’in nasıl bir hoşgörü! İçinde yaşadıkları ortada değil mi?
Bu tip örnekleri arttırabiliriz. Ancak önemli olan bu değildir.
“Birlikte yaşamak, Hoşgörü” gibi kavramları bugünün değerler ve anlayışlar penceresinden bakarak Hümanizm eksenli görmek ilüzyondur.
İster Gayri Müslimler olsun, ister öteki etnik ve coğrafyalardan gelen Müslümanlar olsun, hatta Türkler’in kendisi olsun sandığımız gibi “birlikte, huşu ile, şefkatle, sevgiyle” bir arada yaşamadık. Bir tren gibi düşünün, aynı vagonda yan yana oturan yolcular değil, farklı vagonlarda farklı kompartımanlara bölünmüş yolcular gibi.
Osmanlı zamanlarından bugüne “hoşgörü, birlikte yaşam, paylaşım” devşirmeye çalışmanın temeli yoktur.
Osmanlı feodal bir tarım toplumuydu, hakikatleri bu yüzyılın hakikatlerinden tamamen farklıdır. Osmanlı’da farklı kimliklerle birlikte yaşamak kavramıbBuğüne kadar üzerinde pek detaylı düşünülmemiş ve ezber söylemlerin tekrar edilmesiyle kalt değer haline gelmiştir.
Benim tezim şudur: İstisnayı örnekler olsa da, Osmanlı döneminde sanıldığı gibi birlikte, iç içe bir yaşam yoktu. Hayatın merkezi köyler olduğu için, her köy büyük bir coğrafi yalıtılmışlık içinde, sanki başka bir ülke gibiydi. Birlikte yaşamayı sanıldığı gibi Osmanlı zamanında değil, Cumhuriyet zamanında öğrenmeye başladık.
Bunun en açık kanıtı büyük kentlerde yaşadığımız yerlerdeki komşularımızın, arkadaşlarımızın köylerdeki gibi akrabalar veya yakın çevrelerden değil, Türkiye’nin hemen her yerinden olmasıdır.
Osmanlı zamanı övgüyle, biraz da idealize edilerek anlatılan “Birlikte yaşamın” bugün için hiçbir rasyonel temeli yoktur.
Söylediklerimi irdelemek isteyenler lütfen kendi hayatlarınızdan başlayın.
Kaç kuşaktır aileniz büyük kentlerde?
Kaç yıldır farklı şehirlerden, yörelerden ve yerlerden insanlarla yaşamaya başladınız?
Köylerinizde önceleri ne kadar Gayri Müslim yaşadı?
(TAVSIYE: OSMANLI’DA HOŞGÖRÜ, KUYRUKLU YALAN! Videosu Gayri Müslimler’in yaşadıkları dışlanmışlığı, izolasyonu ve aşağılanmayı anlatmaktadır. )