Küresel – Bölgesel ve İç Kaynaklı Terör Algısı
Türkiye onlarca yıldır, düşük yoğunluklu çatışma temeline dayanan ve projesinin dışarıdan yapıldığı tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açık olan, zamana yayılmış bir terörle mücadele süreci yaşamaktadır.
Kökü dışarıda olan bölücü terör örgütünün amacını kendi ağızlarından ifade edecek olursak…
Türk topraklarının bir bölümünü, Ulus Devlet egemenliğinden ayırmak ve topraklarımızın bir bölümünde ayrı bir devlet, ayrı bir yönetim organı, ayrı bir silahlı güç unsuru yaratmaktır. Yani bölücü terör örgütü ( BTÖ ) Türk devlet yapısını ortadan kaldırmak suretiyle, Türk ulusunun milli varlığına son vermek amacını güdüyor.
Ancak BTÖ’nün ağababaları olan Batılı devletlerin planı bu kadarla sınırlı değil. Türk topraklarının bölünme planı üzerinden bir iç savaş ortamı yaratmak ve koşullarını kendilerinin yarattığı iç savaşı gerekçe göstererek Türk topraklarının işgali hedeflenmektedir küresel güçler tarafından. 100 yıl önce bu projenin adı Sevr’di. Şimdi ise BOP, “Arap Baharı”, “Çözüm Süreci”, “Oslo Müzakereleri” gibi adlarla karşımıza çıkmaktadır Sevr.
Türkiye’de 1984’ten sonra hızını artıran terör örgütünün saldırıları da, 1993’ten sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik ABD/NATO merkezli operasyonların da, etnik – mezhepsel çatışma yaratma amacı, 2003’ten sonra Irak’ın işgal ile başlayan süreçte BTÖ ile yürütülen müzakere – açılım çalışmaları, 15 Temmuz 2016 darbe görünümlü işgal ve iç savaş provası da yukarıda bahsettiğimiz SEVR’i hayata geçirmek için planlanan operasyonlardır.
Yukarıda bir kısmını saydığımız plan ve operasyonlar, birbirinden bağımsız olarak değil, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı, iç içe geçmiş tek bir süreçten oluşmaktadır.
Terörün Üç Halkası
Türkiye gibi Asya’nın kilidi konumunda olan bir ülke için terör, yalnızca iç dinamiklere bağlanarak açıklanamaz.
Asya’nın tamamına egemen olmak isteyen Atlantik merkezli Batı dünyası, öncelikle Asya’ya uzanan kritik bölgelere hakim olmak zorunda. BOP, bu kritik alanı oluşturan Ortadoğu ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmak, Suriye’yi Irak haline, Türkiye’yi ise Suriye haline getirerek İran’ı etkili bir güç olmaktan çıkararak kendi kontrolünde bir “alan hakimiyeti” yaratma hedefinde göre planlanmıştır.
Batı merkezli güç odakları, bu amaçlarına ulaşmak için hedef tahtasına çakılan ülkelerde etnik- mezhepsel boğazlaşmalar yaratmak, bu ülkelere karşı faaliyet sürdüren terör örgütlerine askeri ve finansal destek sağlamak, kimi dernek ve sivil toplum örgütlerine proje görevleri vermek, bu ülkelerde askeri cunta girişimleri tertip etmek, işgale yol açacak iç savaş planlarını devreye sokmak gibi birçok yöntemi devreye sokarlar.
Bölücü terör örgütü ( PKK/PYD/YPG ) Batılı emperyalist devletlerin bu uluslararası planlarının önemli bir parçasıdır. Yani terörün ilk halkası, bu açıdan küresel merkezlere dayanır.
Bu küresel merkezlerin, yukarıda bahsettiğimiz şekilde bölge devletlerine yönelik operasyonları ise terörün bölgesel halkası, kendi açımızdan yaklaşacak olursak Ortadoğu halkasıdır. Terörün gerçekleştiği alan ise ulusal halkayı oluşturmaktadır.
Örneği daha somut bir şekilde ifade edecek olursak:
ABD ve Batı, küresel egemenlik sağlayabilmek için, bölgesel hedefler ortaya koyar.
Ortadoğu’da Irak’ın işgali, Suriye’de iç savaş yürütme operasyonları, Türkiye’de bölücü terör örgütüne verilen destek eş güdüm halinde yürütülür ve bu halka ise bölgesel operasyon alanını oluşturur.
Ve bugün Şemdinli’de patlatılan 5 tonluk bomba ise küresel güç merkezi olan ABD’nin, bölgesel egemenlik planının, Türkiye’deki ayağını oluşturur. Sanırım şimdi daha somut bir halka yakalamış olduk.
Şimdi karşımızda uluslar arası odaklarca üzerimize salından bir şer gücü var. Bu zaman zaman PKK, zaman zaman politik İslam, kimi zaman doğrudan CİA patentli olan cemaat örgütü olabilir.
Yani terör, Türk ulusuna karşı diplomatik, siyasi, askeri olarak çok yönlü bir imha projesi olarak karşımızda durmaktadır. Dolayısıyla teröre karşı yürütülecek mücadele de çok yönlülüğe sahip olmalı ve en önemlisi tehdit algısı doğru bir zemine oturtulmalı. Terörü sadece iç kaynaklı bir tehdit unsuru olarak görür ve terör örgütlerine projeksiyon tutan devletleri ( özellikle de ABD’yi ) görmezden gelirsek, mücadele yöntemini de doğru belirleyemeyiz.
Daha farklı bir ifadeyle aynı anda hem ABD’ye “müttefik” gözüyle bakılıp, ABD’nin bölgesel planlarında rol almak hem de ABD’nin “Kara Kuvveti” , “Koalisyon Ortağı” olarak gördüğü bölücü terör örgütüyle mücadele etmek maddenin doğasına aykırı bir durum yaratmaktadır.
Ayrıca terörle mücadele yöntemleri arasında “Müzakere”, “Mutabakat” olmadığını; terörle mücadelenin temel kolonlarından olan TSK’ya karşı tertip, kumpas gibi sabotajlar yapılmasının en çok terör örgütünün elini güçlendirdiğini vurgulamak gerekiyor. 24 Temmuz 2015’ten sonra başlatılan meskun mahalde çatışmaya dayalı operasyonlarda binlerce ton bomba yığınağını ve asfalt altına döşenen mayın ve EYP’lerin hangi “Çözüm Süreci”nde döşendiğini unutmamak gerekiyor. Bunun günahından kimse kaçmaya çalışmasın. “Çözüm Süreci” adı altında, bölücü terör örgütünün ilçeleri, mahalleleri ve hatta evleri “savaşa hazır hale” nasıl getirdiğini, bölgeyi adeta kendine göre nasıl tasarımladığını birilerinin görmediğini sanmıyoruz. Bugün Şemdinli’de güvenlik kuvvetlerine yönelik saldırıda kullanılan ve onlarca şehidimizin olmasına yol açan 5 ton bombanın “hangi ara” topraklarımıza girdiğini, kimsenin sorgulamadan kabul etmemesi lazım.
İktidar Odağı “Kınama Mekanizması” mıdır?
Peki, bütün bunla olurken devletin tepesine oturanların yaptığı açıklamalar ne boyutta? Yukarıda terörün üç ana arterinden bahsetmiştik. Bu kadar çok yönlü ve merkezi bir soruna karşı “bizimkiler” in yaklaşımını öğrenmek, terörle mücadelenin siyasi alanında nerede olduğumuzu bilmek açısından faydalı olacaktır.
Bir olaya, duruma, saldırı ya da krize karşı devlet organlarının yapmış oldukları açıklama, mevcut olaya, duruma veya saldırıya yaklaşımın boyutunu ve olayın nasıl kavrandığını ve olaya nasıl yaklaşıldığını öğrenmek açısından faydalıdır.
Şemdinli’de bölücü terör örgütünün saldırısından sonra ve daha önceki terör eylemleri sonrası hatırladığımız sürekli kullanılan bir ibare var : “KINIYORUZ”.
Kınamak nedir? Kınamak , “yapılan bir işin, bulunulan bir davranışın, söylenen bir sözün yersiz, uygunsuz, çirkin, kötü görüldüğünü bildirir biçimde söz söylemek.” ( TDK Sözlüğü )
Kınamak, başka bir ifade ile “pasif protesto” dur. Devlet yetkilileri, siyasi parti liderleri, diplomatlar, spor takımları birbirlerini çoğu zaman “kınarlar”. “Kınamak” başka bir ifade ile muhatap alınan kuruma ya da kişiye karşı ortaya koyulan siyasi, diplomatik tavırdır.
Ancak karşımızdaki odak, yani bölücü terör örgütü, bir futbol takımı olmadığı gibi bir siyasi parti ya da bir diplomatik merci de değildir.
Yani ortada kınamaktan daha yüksek boyutta tedbir alınması gereken, daha ciddi bir durum vardır.
TSK ve emniyet teşkilatına bağlı güçlerin tavrını burada ayrı ele almak lazım. Çünkü onlar, yıllardan beri olduğu gibi bugün de üzerilerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyorlar. Yakın zamanda 289 operasyon talebinin ısrarla gerekli makamlara iletildiği gibi… Bu operasyon taleplerinden sadece 9 tanesine onay verildiğini hatırlayacaksınızdır.
Terörle Mücadele Emperyalizmle Mücadelenin Bir Parçasıdır
Küresel merkezli saldırılara karşı, ortaya anti terörizme dayalı bir strateji ve pratik konulması gerektiği, yukarıda bir bölümünü anlattığımız terörün tehdit kapmasından anlaşılması gerekirken; “bizimkilerin” anti terörizm stratejisinin “kınama”ya dayalı olduğunu Türk milleti artık net olarak görmektedir.
Çözüm boyutunda burada uzun uzadıya analiz yapmak yerine, terörle mücadelenin algısı konusunda bir tanı koymak daha yerinde olur düşüncesindeyim.
Daha önce dile getirdiğimiz gibi, Terör, küresel güç odaklarının Türk ulusunu ortadan kaldırmaya dönük projelerinin bir parçasıdır. Öyleyse terörle mücadelenin de küresel ve bölgesel temelde ele alınması ve iç güvenlik kavramının bu belirleyen etmenlerle birlikte hesap edilmesi gerekiyor.
Daha farklı bir ifadeyle bölücü ya da gerici terör, emperyalizmin bir projesi ise terörle mücadele de emperyalizme karşı mücadelenin bir parçasıdır.
Ortada Türk ulusunun varlık yokluk mücadelesi varsa ki bütünsel açıdan ele alındığında durum tam da budur, terörle mücadelenin de bu varlık – yokluk merkezinde ve ciddiyetinde ele alınması gerekiyor.
Eğer politik bir biçimde vurgulamak gerekirse, terörle mücadele anti emperyalist milliyetçi mücadelenin bir parçası olmalıdır. Çünkü karşımızda ABD’nin vekil tayin ettiği bir örgüt var. Dolayısıyla terörle mücadele ABD ‘ye ve ABD’nin bölgesel planlarına karşı verilen İstiklal Mücadelesi’nin bir parçasıdır. Türkiye’de terörle mücadele ederken Irak’ın kuzeyindeki Barzani devletini ve Suriye’nin kuzeyinde kendisini ABD bayrakları ile korumaya alan PYD/YPG’yi de denklemin içerisinde ele almak gerekiyor.
Emperyalizmle mücadele ise “kınayarak” değil, kahraman Türk askerinin ve polisinin yaptığı gibi “icraatla” mümkündür.
Şemdinli’deki terör saldırısında şehit olanlara rahmet, ailelerine ve Türk milletine baş sağlığı dilerim.
Mithat Akar – Gaziantep