7.10.2016
Başlık sizi yanıltmasın, kavramı özellikle seçtim. Burada anlatılacak olan, yurttaşın refahını arttırmaya yönelik politikalar değil. Sosyal devlet ya da refah devleti dediğimiz, neo-liberalizmin olumsuzluklarını telafi edecek, asgari ölçekte de olsa yurttaşının insanca yaşaması için gerekli önlemleri alan devletten söz edemeyeceğim. Devletin refah iddiası varsa; aynı durumda olan yurttaşlara eşitliğin sağlanması için sağlam bir hukuk sistemi ve kontrol mekanizmasının olması gerekir. Başka deyişle, devletin temeli adalete, hukuk sistemi karşısında herkesin eşit olduğu bir sisteme dayanması gerekir. Devleti yönetenlerin adaleti, kendi ideolojisinin etrafında toplananları (destekçilerini) korumak olarak algılamadığı; sosyal barış ve adaleti sağlamak yerine, belli kesitleri sosyal yardım adı altında kendilerine bağımlı kılmadıkları bir sistemden söz ediyorum.
İktidarın devlet ve onun kurumları üzerinde vesayetini giderek derinleştirdiği ve muhalefet üzerinde de baskı ve ipoteğini arttırdığı; her alanda devlet mekanizması üzerinden müdahalelerin daha fazla hissedildiği olağan olmayan bir süreçten geçerken; bu sürecin, toplumun yoksulluğu paylaşan dilimindeki artışla kolaylaştırılarak kontrol edildiğini görebiliyoruz.
Liberal söylemlere tutunarak, iktidar destekçiliği yapanların kitlelere ulaşma olanağı bulduğu sürecin başlangıcında da uyarılarda bulunuyorduk. Derece derece ülkede adalet sistemi çökerken, kalkınma yerine, yandaş olanların kalkındırılmasına hizmet eden bir iktidar anlayışının hepimizi sürüklediği yer, derin bir kaygı. Ortak değerlerimiz bir bir çözüldükçe, hepimizin ortak bir duyguda, kaygıda birleşir hale gelmemiz durumun vahametinin göstergesi.
Sistemin temellerinin çatırtısını duymak istemeyenler, dört bir yanımızda yükselen binalar, yollar, köprülere bakarken; bunlarla yaratılan yandaş sermaye üzerinde düşünülmenin de önüne geçmeye çalıştılar. AKP’nin giderek herkesin üzerinde bir baskıya dönüşen politikaları üretmesinde algı operasyonu yürütücüsü işlevi gören ve “demokrasi geldi” havasına gaz veren bazılarının, şimdi bertaraf edilenler safında yer alması kadar, bu kişilere en fazla eleştirdikleri ana muhalefetin sahip çıkmak zorunda kalması tam bir ironi. Bugünlere sürüklenerek gelirken yaratılan en derin çatlak yoksullaştırma üzerine oturtulan ekonomi oldu. Bugün artık herkesin gerçek yüzünü görmeye başladığı ekonomi!…
“30 milyonu muhtaç hale getirdiler” başlıklı yazıda; “TUİK verilerine göre, nüfusun yüzde 15’inden fazlasının yoksulluk sınırı altında olduğu Türkiye’de, milyonlarca hane yaşamını yardıma muhtaç bir şekilde sürdürmek zorunda…….. 79 milyon nüfusluk ülkede her 5 kişiden 2’si yardım alarak hayatta kalıyor……..” deniliyordu. Bu yazı; 2009 yılında yazdığım makaledeki satırları anımsattı:
“AKP, içerideki en büyük zararı yoksullaştırdığı, işsizleştirerek tepkisizleştirdiği kitlelere vermiştir. Tarih yazıcılar, AKP hakkında değerlendirmeyi geriye bakarak daha net yapabileceklerdir. AKP’nin en belirgin işlevi toplumu yoksullaştırmak olmuştur. AKP ile birlikte ele alınacak ikinci başlık yolsuzluklardır. Yolsuzluklar ülke dışına taşan ilişkilerle organize bir biçim almış, kurumsallaştırılmıştır. Gerçek yüzü iyice ortaya çıkmış olan bir AKP için normal yollardan iktidara gelme şansı kalmamıştır. İktidardan uzaklaşması hesap vermesi anlamına gelecektir. Hesap soran, muhalefet etme cesareti gösterenlerin, topluma gerçekleri aktaranların susturulmaya çalışılması bu yüzdendir. AKP iktidar gücünü kendisini eleştirenlere karşı kullanmaktadır. İktidarın tüm yaptıklarına “demokrasi” adına katlanan ya da savunanların, muhalefet edenlere karşı girişilen susturma harekâtı karşısında hâlâ demokrasi ile AKP’yi yan yana koymaya çalışanların işi de giderek zorlaşıyor. Muhalefet ancak demokrasilerde vardır. Muhalefetin susturulduğu rejimler dikta rejimleridir. Muhalefet edenlerin dalga dalga susturulduğu Türkiye’de demokrasi AKP tarafından askıya alınırken, demokrasiyle özdeşleşen Avrupa Birliği ülkelerinin seyirciliğini de atlamamak gerekiyor. Müslüman coğrafyada BOP adı verilen proje ile oynanan oyunda Türkiye hedef ülkelerden birisi. Çevre ülkelerde önce karşıtlıklar kazınıyor, halk kendi içinde çatışma başlıklarına ayrılıyor, sonra bir şekilde işgal ediliyorlar. Türkiye için kurgulanan senaryoda önce laik rejimin tasfiyesi, sonra İslami rejim bahane edilerek “demokrasi getirme” operasyonu düşünülüyor olmalı. Türkiye’de rejimin AKP marifetiyle tasfiyesine seyirci olan AB-D ülkelerinin hedefinde bu kez başlangıçta işbirliği yaptıkları İslamcı yönetim ve yöneticiler olacak. AKP ve onun aracılığı ile tasfiye edilen kurumlar ve yıkıma uğratılmak istenen rejim yalnızca bir iç siyaset sorunu değildir. Daha önemli olarak dış politika, hatta uluslararası politika sorunudur. Oyun basit ve görünür iken, çok taraflı oyunun içeriden destekçilerinin hâlâ oyunun parçası olması bizler için anlaşılır olmasa da çıkar motifi ile açıklanabilir. Ancak vahim olan laik, Cumhuriyetçi ve Atatürk milliyetçisi, demokrasi beklentisi yüksek çevrelerin kendi içine dönük mücadelesinin hâlâ sürmesi ve suskunluğudur.” diye yazmıştım.
Demokrasinin getirilme bahanesi ile Ortadoğu’da eziyetlerin sürüyor ve sürecek olduğunu görmek ve haklı çıkmak, gidişi engellemiyor yazık ki… Türkiye’nin dış politika hataları hanesinin en kabarık olduğu süreçten geçiyoruz ve yazık ki, bu hatalarla kaderimiz Ortadoğu halklarının kaderine iliklendi. Bugünleri önceden öngöremeyen kadroların vebalini hepimiz ödüyoruz.
3 Kasım 2002 sonuçları açıklandığında, ülkede demokrasi kazanmış havası yaratılmıştı. 8-9 Kasım 2002’de iki gün yayımlanan makalemin başlığı; “Karşı evrim mi?” idi. Karşı devrimin zamana yayılarak geleceğini özetlemiştim… Şimdi tefrikalar halinde, her geçen gün “demokrasi” başlığı ilerletilen rejim karşıtlığını dizi film izler gibi izleyenlerin, filmin sonunu bekleyişine tanıklık ediyoruz. “Dur bakalım ne olacak?!” diyenlerin yüzlerindeki kaygı sonun pek hayırlı olmayacağının işareti. Ve bu gidiş sürecek olursa, bir yandan yoksulluk, bir yandan da özel yaşamımıza kadar her alanda müdahaleler katlanarak artacak. 16 yıl içinde öngördüklerimizi yaşarken, bu yazıyı anımsatacak günlerin yakın olmaması dileğiyle…
Sahi; özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı ve muhalefet etme reflekslerinin kırıldığı, tek bir görüş etrafında toplanmanın adının “uzlaşma” olduğu kaç “demokrasi” var yer yüzünde?!
Ya da özgürlüklerin yok edildiği rejimin adı ne zaman demokrasi oldu?!…