Bunlardan ilki ve en önemlisi Batı merkezli bir sistem olan kapitalizm ve Batılı devletlerin elinde sömürgeciliğin kibar adı olan emperyalizm.
Batılı devletlerin, yerküreye egemen olma biçimi olan emperyalizme bağımlı siyasal İslam. Bu akım Türk ulusuna zarar verdiği kadar, samimi Müslüman halka da zarar vermektedir.
Gericilikle aynı yataktan beslenen bölücülük, Batılı sömürgeci devletlerin diğer bir koludur.
Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda ve Milli Devletin kuruluş sürecindeki isyanlara bakıldığında, bölücülük ve gericiliğin iç içe geçtiğini görmekteyiz. Bölücü terör örgütünün günümüzdeki terör eylemleri ve “kalkışmalar” örgütlemesi, , ABD’nin bölgesel planları ve Türk ulusunun varlığını ortadan kaldırmaya dönük projesinin bir parçası ve “son büyük isyan” olarak değerlendirilmektedir.
Üçüncü ana tehdit yukarıdaki iki ana tehdide bağlı olarak varlığını devam ettiren kendisini “Liberal Sol”, “Özgürlükçü Sol”, “Marksist Sol”, “Çevreci”, “Feminist” , “LGBT” gibi adlarla nitelendiren Batılı devletlerden fonlanan ” Sivil Toplum Örgütleri” ( NGO ) lar ve diğer terör örgütleridir.
Batının ekonomik, siyasi ve kültürel egemenlik sistemi ya “yumuşak güç” kullanarak “sivil toplum örgütleri” aracılığıyla “kansız” bir biçimde ya da doğrudan iç savaş, işgal yöntemleri ile uluslar üzerinde egemenlik kurmaktadır. Bazen ise her iki yöntemi kısa aralıklarla veya aynı anda devreye sokuyor.
İstihbarat teşkilatları, siyasi partiler, medya, birçok dernek Batı merkezli bu odakların denetimindedir. Bundan kurtulmanın yolu artık “sistemi muhafaza” etmekle mümkün değildir; çünkü ortada muhafaza edilecek bir sistem kalmamıştır.
Sistemin denetiminde olan partiler içerisinde kalınarak da mücadele etmek mümkün değildir. Çözüm, sistemin dışında kalarak, ancak meşru alanda; tabandan gelen, ortak paydalarımız olan “Vatan”, “Bağımsızlık” , “Atatürk” ve “Türk milliyetçiliği” , “anti emperyalizm” gibi temel değerlerde bir araya gelerek teşkilatlanmak yoluyla bulunabilir.
Sistem her gün kendi sosyal – siyasal yapısını kurumları ile güncellerken, yani kendisini toplumsal anlamda yeniden üretirken, sistemin içerisinde kalarak mücadele etmek, sadece zaman kaybı olur. Bu yolla ancak Batı’ya bağımlı uydulaşmış yapının kendisini yenilemesine yardımcı oluruz.
Terörün Batı kentlerine kadar taşındığı, sınırlarımızın etrafından kuşatıldığımız şu süreçte, Atatürk’ün tek doğru yol olarak gördüğü “Müdafaa-i Hukuk” yeniden, tek çözüm yolu olarak karşımızda durmaktadır.
Mithat Akar – GAZİANTEP