Ulubatlı Hasan diye biri hiç yaşamadı

Ulubatlı Hasan
Ulubatlı Hasan

İlber Ortaylı’ya göre “Ulubatlı Hasan hikâyesini yazanlar, son devir Bizans – Osmanlı tarihçileridir. Sancağı diken biri var mutlaka. Ama bu Ulubatlı değil. Kayıtlarda Ulubatlı Hasan yok.” (Kaynak: Milliyet)

Nitekim Tarihçi Erhan Afyoncu da Ulubatlı Hasan’ın olmadığını delilleriyle ortaya koyuyor: ” Ulubatlı Hasan, dönemin kaynaklarında geçmez. 16. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış bir karakterdir. Sahte Francis olarak anılan ve daha sonraki tarihlerde Francis’in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos’un yazdığı kitapta yer alır. Francis,İstanbul’un fethini canlı olarak yaşamış, 1401 ve 1477 tarihindeki hadiseleri anlatan birkitap kaleme almıştır.  Eğer Ulubatlı Hasan diye biri olsaydı onun eserini genişleten Melissinos değil, Francis kendisi yazardı. Fatih dönemi kaynaklarında surlara ilk çıkan kişilerle ilgili farklı bilgiler var. Arnavut devşirme Balaban Bey de onlardan biri. Osmanlı dönemi fetih kutlamalarında onun adı ön plana çıkarılıyordu. II. Meşrutiyet dönemi fetih kutlamalarında da onun adı vardı. Bu yüzden surlara ilk çıkan Ulubatlı değil, Balaban Çavuş’tur muhtemelen.” (Kaynak: Son Devir)

İlber Ortaylı'ya göre "Ulubatlı Hasan hikâyesini yazanlar, son devir Bizans - Osmanlı tarihçileridir. Sancağı diken biri var mutlaka. Ama bu Ulubatlı değil. Kayıtlarda Ulubatlı Hasan yok." (Kaynak: Milliyet) - Ilber oltayli

Yorumlar

  1. Osmanlıca Tercüme avatarı
    Osmanlıca Tercüme

    Ulubatlı Hasan’ın Kabri ve Tarihî Kimliği Ortaya Çıktı!

    Uzun zamandır bir “Fetih efsanesi” olduğu öne sürülen Ulubatlı Hasan’ın kabri ve gerçekten yaşamış biri olduğu kanıtlandı.Yeniçağ Tarihi uzmanı Araştırmacı-yazar Hakan Yılmaz’ın ortaya koyduğu tarihî kanıtlar,Fatih’in şehit sancaktarı“Baba Hasan”a ait Fatih’teki ilginç bir kabrin Ulubatlı Hasan’a ait olduğunu gösteriyor.

    Baba Hasan-ı Alemî” adıyla tanınan Sancaktar Hasan’ın kabri, Fatih’in Horhor semti yakınlarında, Kırma Tulumba Sokak’la Girdap Sokak’ın birleştiği köşede yer alıyor. Kabrin ilerisin de eskiden Hasan’ın adıyla anılan kısa minareli kârgir bir mescit de varmış. Ne yazık ki bu mescit, tarihî yarım adanın beş asırlık görüntüsünü değiştiren 1956 İstanbul Şehir planlamasında, açılan yola çok uzak kalmasına rağmen “Ahşap çatılı ve değersiz” olduğu gerekçesiyle yıktırılmış. Ulubatlı Hasan’ın kabir ve mescidinin bulunduğu mahalle fetihten bu yana “Alemdar (Sancaktar) Baba Hasan Mahallesi” olarak biliniyor ve kabri halk tarafından ziyaret ediliyormuş. Mescid arsası şimdi park alanı olmuşsa da, önünden geçen sokak hâlâ “Baba Hasan Camii” adını taşıyor.

    Kabirde yatan Alemdar Hasan’ın Ulubatlı Hasan olduğunu kanıtlayan en önemli delil ise, 1806’da tamir edilen kabrin yan duvarı üzerine yerleştirilen manzum kitabesi… Şimdi kaybolan ve elde yalnız fotoğrafı bulunan kitabe de,“Sıdkî” adlı şairin yazdığı beş beyitlik tarih manzumesinin ilk beyitlerinde, Hasan’ın burca çıkıp ilk Türk sancağını dikme ve şehâdete erme anları kendi dilinden şöyle özetleniyor: “Elimde ateş saçan kılıç, dilimde Settâr’ın nazmı (tekbir) / Ben oldum Fâtih’in o gün göz kamaştıran sancaktârı / Kahır pençemle, düşmanla Rüstem’ce ulu gazâ ettim / Kanlar içinde kalarak oldum Şehidlerin Serdâr’ı…”Şiirin “tarih”içeren en son mısrasında“Hasan”ın adı da açıkça geçiyor ve: “Ne devlet ki Hasan Baba’dır sekiz burcun sancaktârı” denilerek, onun İstanbul’un sekiz kara burcu arasına ilk Türk sancağını dikmekle,şehri fetheden askerler içinde en büyük devlete kavuştuğu belirtiliyor. Çağdaş kaynaklarda Hasan’dan sonraki ikinci sancağın dokuzuncu burca dikildiğini gösteren kayıtlar, kitabedeki bilgilerin otantikliğini açıkça gözler önüne seriyor.

    Kabir ve kitabe ortaya çıkmadan önce, Ulubatlı Hasan hakkında çağdaş Bizans tarihçisi Sfracis’in Büyük Kroniği’nde anlattıkları dışında hiçbir şey bilinmiyordu. Bu çağdaş kaynak, On dokuzuncu yüzyıl başlarında haksız gerekçelerle fetihten 120 yıl sonra yaşamış olan Makarios Melissinos’a atfedilmiş, Ulubatlı Hasan’ın da onun eklediği efsanevî bir karakter olduğu iddia edilmişti. Kitabedeki ilginç mısralar; Hasan’ın sağ elinde kılıçla burcun üzerine çıktığını, orada Bizans askerleriyle çatıştığını, kendisine has şiddetiyle düşmanlarını kaçırdığını, fakat sonunda atılan ok ve taşlar yüzünden kanlar içinde kalarak şehadete ulaştığını anlatan Sfrancis’in betimlemeleriyle tam olarak örtüşüyor ve metnin onun kaleminden çıktığını da kesinleştiriyor.

    Ulubatlı Hasan’ın kimliğine ışık tutan yeni tarihî bulgular yalnız bunlarla sınırlı değil. Yılmaz’ın tespitlerine göre, Ulubatlı Alemdar Hasan Ağa’ya Fatih’in babası II. Murad tarafından 1425 yılında Ulubat Gölü’nün doğusunda yer alan Kızılcıklı, şimdiki adıyla Hasanağa Köyü birkaç köyle birlikte vakfedilmiş ve başkent Edirne’de, Çöke yakınlarında bir köy de bunlara ilâve edilmiş. Edirne’deki bu köyün adı da Bursa’dakine benzer şekilde şimdi Hasanağa adını taşıyor. Vakıf belgesi şimdi Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Hasanağa köyünde, soyundan gelen bir ailenin elinde bulunuyor. Alemdar Baba Hasan kuşatmaya katılmadan önce hem Bursa’da, hem de Edirne’de vakıflar kurmuş ve her iki şehirde camii, mektep, zaviye, hamam… gibi hayır eserleri yaptırmış. Yılmaz, arşiv belgelerinde Baba Hasan’ın İstanbul’daki oğullarının adlarının, Bursa ve Edirne’deki Hasanağa köylerinde de aynen ortaya çıkmasının her iki Hasan’ın aynı kişi olduğunu kanıtladığına dikkati çekiyor.

    Vakfiyede Ulubatlı Hasan Ağa’nın yüksek bir devlet adamı olduğuna işaret edilirken,“İslâm sancağının dikicisi” olduğuna da göndermede bulunulmuş. Hatta Edirne’de yaptırdığı camii ve türbe alanı da, bu nedenle daha o dönemde“Alemdar Mahallesi” adıyla anılır olmuş. Ne var ki Alemdar Baba Hasan, altmış yaşının üzerindeyken katıldığı İstanbul kuşatmasında, Fatih’in teşvikiyle Otuz kişilik bir grupla birlikte burcun üzerine çıkıyor ve bunlardan on sekiziyle birlikte burçtan aşağıya düşerek şehit oluyor. Kitabeye göre sur dibinde, insan ölüleri ve yüksek taş kümeleri altında kaybolan bedeninin bir süre nerede olduğu bulunamamış. Nihayet yeri rüyada birine gösterilmiş ve oradan çıkarılıp şimdiki kabir alanına nakledilmiş.

    Hasan’dan Sicill-i Osmanî yazarı Mehmed Süreyya da açıkça söz etmiş veonun II. Murad’ın son zamanlarından beri “Sekbanbaşı” iken, İstanbul’un fethi sırasında şehit olduğunu kaydetmiş. Bu önemli bilgi onun Fatih’in sancağını Topkapı burcuna son anda, onun emektar eski bir sancaktarı olarak diktiğini göstermiş oluyor.

    Bu tespitler yalnız Ulubatlı Hasan’ın kabrini ve ilginç yaşam öyküsünü aydınlatmakla kalmıyor; özellikle fetihte “Sekbanbaşı” olduğunu gösteren son bilgi, şimdi kabrinin biraz yukarısında yatan ve “İlk fetih şehitleri” olarak anılan “On sekiz Sekbanlar”ın da, onunla birlikte surlara çıkan ve aşağı düşürülerek şehit olan ilk On sekiz şehit olduğuna ışık tutuyor.

    (Bugün Gazetesi, 21 Mayıs 2019)

    Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmış olan başka bir haberin linki:

    milliyet.com.tr/baba-hasan-aga-ulubatli-hasan-mi–gundem-2872509/

  2. Seyfi Osmani avatarı
    Seyfi Osmani

    Ulubatlı Hasan’ın Güncel Biyografi Metni:

    Ulubatlı Hasan Ağa
    (Alemdar Baba Hasan / Baba Hasan-ı ‘Alemî)

    (Ulubat köyü, Bursa, 1390 civarı? – İstanbul, 29 Mayıs 1453), İstanbul’un fethi sırasında Doğu Roma’nın (Bizans) en büyük kara burcu olan Topkapı (Aya Romanos) burcuna ilk sancağı diken Osmanlı askeridir. Yapılan son araştırmalar onun uzun süre Sancaktar ve ömrünün son yıllarında Sekbanbaşı olduğunu ortaya çıkarmıştır. 828 (M. 1425) tarihli vakfiyesine göre babasının adı Abdullah’tır.

    Son yıllarda sürekli bir “Fetih efsanesi” imiş gibi yansıtılan Hasan’ın, tespit edilen son bulgulara göre Sultan I. Mehmed (Çelebi) zamanından ta ki şehâdetine kadar büyük ve seçkin bir devlet adamı olarak Edirne Sarayı’nda görev yaptığı anlaşılmıştır. Çelebi Mehmed’in kısa bir süre sancaktarı olan Alemdar Hasan Ağa, II. Murad tarafından da büyük bir saygı ve itibar görmüş; 828 (M. 1425)’te kendisine Bursa’da, Kite’ye bağlı olan eski Ulubat-Karacabey yolu üzerindeki Kızılcıklı (bugünkü adıyla: Hasanağa) köyü evlâtlık vakıf olarak tahsis edilmiştir. Devrin Bursa kadısı Molla Fenârî’nin imzasını taşıyan bu vakfiyede Kite’deki köyle birlikte, şimdi yine “Hasanağa” adını taşıyan Edirne Çöke yakınlarındaki Sığırlıca Mûsâ köyü de onun vakfı kapsamına dahil edilmiştir. Ulubatlı Hasan Ağa, Bursa’daki vakıf köyünde mescit, mektep, hamam, zaviye gibi hayır eserleri yaptırmış ve ayrıca vakıf kayıtlarına göre Edirne’de, görevi nedeniyle Alemdâr Mahallesi adıyla tanınan mahallesinde de kendi adına bir mescit ve bir türbe inşa ettirmiştir.

    Hasan’ın şehadet anlarına ilişkin en önemli bilgiler, İstanbul’un fethi sırasında imparatorun yanında bulunan Bizanslı tarihçi Yorgios Sfrancis’in (ö. 1478) “Notlarını temize çekip kendi eliyle yazdığını” açıkça belirttiği geniş kroniği Chronicon Maius’taki betimlemeleridir. Aslen Lopadion (Ulubat)’lı olan Hasan’ın eline kılıç ve kalkanını alıp Romanos, yani Topkapı burcuna atıldığını aktaran yazar, beraberince otuz kişinin daha onu tâkip ederek, bunlardan on sekizinin surlardan atılan taşlarla düşürülüp şehit edildiklerini; ancak iri vücutlu bir yeniçeri olan Hasan’ın uzun süre direndiğini, hatta burcun üzerindeki Bizans savunma gücünü tek başına çökerttiğini ifade eder. Ancak onun bu direnişi de çok uzun sürmemiş, üzerine isabet eden taşlar ve oklar bir süre sonra sağ tarafını işlemez hale getirmiş ve ardından burcun üzerine diktiği Beyaz sancağın yanıbaşında can vermiştir. İstanbul surlarına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan Ağa’nın bu büyük başarısını, Anadolu ordusu Yayalar komutanı Canbaz Mustafa Bey’in dokuzuncu kara burcu olan Silivrikapı’ya diktiği ikinci ve Rumeli beylerinden Karıştıran Süleyman Bey’in Edirnekapı’ya diktiği üçüncü sancaklar takip etmiştir.

    Ulubatlı Hasan’ın Sfrancis tarafından kaydedilen burca sancak dikme anları, bir süre önce Fatih’in Horhor semtinde, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi karşısında keşfedilen Fatih’in Şehit Sancaktarı Baba Hasan Ağa’nın kabrinin kayıp kitabesinde de aynı ifadelerle ortaya çıkmıştır. 1806 (H. 1221) İstanbul depreminden sonra yenilenen, ancak şimdi kaybolan kitabedeki şiirin son beytinde tarih düşürülürken, Baba Hasan’ın “Sekiz burcun ilk Sancaktarı” olduğuna ve o gün Fatih’in “Gıpta edilen Alemdârı” olma lütfuna kavuştuğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kitabede ayrıca Hasan Ağa’nın diktiği sancağın Fatih’in kendi sancağı olduğu ve onun “Şehidler Serdarı” unvanıyla bütün Fetih şehitlerinden daha üstün bir konumda bulunduğu özellikle ön plâna çıkarılmıştır.

    Osmanlı kroniklerinde ve İstanbul’un fethi sırasında bulunmuş yabancı tarihçilerin eserlerinde Ulubatlı Hasan Ağa ve neferlerinin burca tırmanma, çatışma ve şehit olma anları isim belirtilmeden de olsa aynı betimlemelerle anlatılmaktadır.

    Sancaktar Hasan Ağa 1428’de Bursa’daki köyü için verilen vakfiyesinde: “Nâsıbu livâ’i’l-İslâm: İslam sancağının dikicisi” unvanıyla anılmıştır. Emektar bir Osmanlı sancaktarı olduğu gibi, Mehmed Süreyya’nın Sicill-i ‘Osmânî’sinde belirttiğine göre II. Murad’ın son zamanlarından beri “Sekbanbaşı” olan, hatta İstanbul’un fethine de bu rütbeyle katılan Hasan’ın, şimdi kabrinin bitişiğinde yatan Hüseyin adında bir erkek ve Hasnâ Hâtun adına bir kızkardeşi bulunuyordu. Kabrinin biraz ötesinde, şimdi İlâhiyat Fakültesi’nin ilerisinde, Oruçgazi Ortaokulu’nun hizasına denk gelen park alanında yer alan yarı ahşap, yarı kârgir mescidi 1956 İstanbul şehir plânlamasında yola uzak kalmasına rağmen yıktırılıp tamamen ortadan kaldırılmıştır. Şehadetinden sonra üç oğlundan İbrahim Ağa babasının eski mesleği olan Alemdarlığa atanmış; Pîrî Çelebi adlı oğlu Saray kâtipliği görevinde kalmış, Edirne’deki eski köy ve emlâki ise diğer oğlu Kapıcılar kethudâsı Halil Bey’e bırakılmıştır.

    Hasan Ağa’nın sekban ortaları içindeki bölüğü olan ve onunla birlikte burcun üstüne çıkıp toplu halde şehit olan On Sekiz Sekbanlar’ın şehitler haziresi, şimdi Hasan’ın Horhor’daki kabrinin hemen yukarısında, İstanbul Büyükşehir Belediye binasının yan tarafında yer almakta; Sfrancis’in eserinde anlattığı şehadet anlarını doğrulayan topografik bir başka önemli kanıt olarak varlığını korumaktadır.

    Kaynakça:

    1. VGM, Hasan Baba Mescidi ve Türbesi, Dosya: 532.
    2. BOA, İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri (953/1546), TD. nr.: 251.
    3. İn‘âmât Defteri, İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr.: O.71.
    4. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, nr.: A-119.
    5. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, nr.: A-105.
    6. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, nr.: B-123.
    7. Georgios Sphrantzes, “Cronica (Chronicon Maius): 1258-1481”, Memorii, II, Edıtıe Critica de Vasile Grecu, Editura Academiei Republicii Socialiste Romania, Bucureşti (Bükreş) 1966.
    8. Hakan Yılmaz, “Fetihte Surlara Sancak Dikme Meselesine Farklı Analitik Bir Yaklaşım: ‘Ulubatlı Hasan’ Rivâyeti Efsane midir, Gerçek midir?”, Fatih Sultan Mehmed Dönemi Osmanlı Dünyası (İdeoloji-Diplomasi-Savaş-Fetih) Uluslararası Sempozyumu, (12-13 Nisan 2019) bildiri metni.
    9. Hakan Yılmaz, “Keşfedilen Kabri, Yıkılan Mescidi ve Ulubat Gölü Civârındaki Köyünün Vakfiyesi Işığında; Fâtih’in Alemdârı, Şehidler Serdârı ‘Ulubatlı Baba Hasan’”, Türk Dünyası Araştırmaları, 121/239 (Mart-Nisan 2019), s. 383-404.
    10. Hakan Yılmaz, “Bir ‘Fetih Efsânesi’ Olduğu Öne Sürülen Ulubatlı Hasan’ın Yeni Keşfedilen Kabri ve Bilinmeyen Gerçek Tarihî Kimliği”, Toplumsal Tarih, Sy.: 305 (Mayıs 2019), 77-78; “Efsane mi, Gerçek mi? Ulubatlı Hasan’ın Varlığını Kanıtlayan Yeni Tarihî Bulgular”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sy.: 389 (Mayıs 2019), 24-29.
    11. Hakan Yılmaz, “İstanbul’un Fethinde Burçlara Sancak Dikme Probleminin Çözümü: ‘Ulubatlı Hasan’, ‘Balaban’, “Mustafa’ ve ‘Karışdıran Süleyman’”, Toplumsal Tarih, sy.: 309 (Eylül 2019), s. 62-69.
    12. Kriton Dinçmen, Şehir Düştü, İletişim Yayınları, İstanbul 1992.
    13. Mehmed Süreyya, Sicill-i ‘Osmânî, II, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul 1311/1894.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir