27 Temmuz 2009 Pazartesi
Bugün demokrasi elbisesini giyerek ortada dolaşanlar; Sevr’i yırtıp atmış, Lozan’ı yapmış, vesayetin her türlüsünü aşmak için Cumhuriyetle aydınlık bir yola çıkmış ulusu kandıramayacaklarını, susturamayacaklarını ve başkalaştırdıkları rejimin içine gömülecek olanın kendi bağnaz anlayışları olduğunu anlayacaklar.
Türkiye’nin bağımsızlık savaşımının zaferi olarak tarihe geçen gündür 24 Temmuz. Bugünün sahte barışçılarına barış kelimesinin içinin nasıl doldurulacağına ilişkin bir anıt belgedir Lozan Barış Antlaşması.
Saltanat kaldırılmış, Türkiye masadaki yerini TBMM hükümetini temsil eden Hariciye Vekili İsmet (İnönü) Paşa başkanlığında bir heyetle almıştır. Lozan’ı yapmak demek, Türkleri bulundukları coğrafyadan silip atmak isteyenlerin hazırladığı Sevr Ant-laşması’nı yırtıp atmak demektir.
Sevr tarihe ölü belge olarak geçti. Ancak bu ölü belgeyi hazırlayanların Türkiye’yi bölme düşleri hep diri kaldı. Sevr teslimiyetçi anlayışın, Lozan ise bağımsızlığın simgesi olarak tarihe geçti. Biri yok oluş, diğeri var oluşu anlatıyor.
Türkiye bugün Avrupa Birliği’ne gireceğiz bahanesi ile Lozan Antlaşması hükümlerini hiçe sayan adımlar atan Avrupa Parlamentosu ve komisyonu raporları ile Sevr sürecine geri dönüşü yaşamaktadır.
Savaş sürecinde Mondros ve Sevr ile dayatılanlar, bugün demokrasi eldiveni giydirilen yumrukların yumuşatılmış sözlerle yaptığı sivri açılımlar olarak sinsi bir plan dahilinde yürütülmekte!..
86 yıl önce imzaladığımız Lozan ile vesayetten kurtulan Türkiye, bugün giderek koyulaşan bir vesayet rejiminin içine itiliyor. “Açılım” adı altında çözülmüş sorunları yeni bir çehre ile çözüm masasına taşırken çözülmesi gereken temel sorunların üzerinden atlanılmakta, “çözüm” adı altında çözülüş yaşanmakta; TBMM’nin işlevi de farklılaştırılmaya çalışılmaktadır. Yalnız ülkenin değil, seçilmiş vekillerin de vesayet altında olduğunun ifadesi bizzat hükümetin başı tarafından şiirden alıntı ile buyurulmuştur: “Söz ola kestire başı…”
Atatürk Türkiyesi’nin mucizesinden, günümüz Türkiye’sinin trajedisine evrilişin hazin öyküsü elbette ciltlerce yazılacaktır. Bu trajediden çıkış için hâlâ umut var. Lozan bu umudun da belgesidir.
Bugün Türkiye’yi temsil edenlere, konferans masasındaki İsmet Paşa’nın her türlü baskıyı püskürten kararlılık, dirayet ve cesaretini anımsatmamızın bir yararı olur ya da olmaz; tarihini bilinçle sahiplenenlerin uyarıda bulunması hem bir hak hem de bir görevdir.
Lozan’la çizilen yol haritası
Lozan’la egemenliğini tescil etmiş olan Türkiye’nin bugün egemenliğinden taviz veren bir ülke durumuna itilişinin sorumluları gün gelip bunun hesabını vermek zorunda kalacaklardır.
Türkiye’yi bütünleştiriyormuş gibi yapanların ayrıştırıcı sözleri ve açılımlarının yarattığı karşıtlık, Lozan’ın karşılıklılık esası ile eşitlediği azınlık konusunu, Türkiye’ye yeni taviz alanı açan bir sorun haline getirmiştir.
Demokrasiden teokrasiye evrilişin mimarlarının unuttuğu bir şey var; uzak ve yakın tarihimiz.
Vesayetin türleri olduğunu en iyi bilen ülkelerden birisidir Türkiye!.. Ancak vesayete karşı direnişin destansı öyküsü de bu coğrafyada yazılmıştır. Kendi varlığını bu toprakları kanlarıyla sulayan şehitlere borçlu olduğunu unutmayan herkesin görevi, ülke uğruna şehit olanların özlemlerine sahip çıkmaları, vatanı sahiplenmeleridir.
Vatanı sahiplenmek, üyelik hayali ile avunarak Avrupa Birliği kapısında sürekli tavizlere memur olmayı gerektirmiyor.
Çıkarlarını kollayan ve bunu yaparken karşılıklılık esasını uygulayan ve Lozan’la çizilen yol haritasının gösterdiği yoldan giderek diğer devletlerle eşit statüyü kurmak ve korumaktan, yani tam bağımsız ülke olmaktan geçiyor.
Bağımlılıkların karşılıklılık esası içinde yürütüldüğü, çıkarların dengelendiği, tavizlere karşı direnen, ülkesinin toprak bütünlüğünü koruyarak bu topraklar üzerinde yaşayan herkese dini inancı ve etnik kökeninin ne olduğuna bakılmaksızın insanca bir yaşam sağlamayı görev edinen; yurttaşları kesitlere ayırarak hitap edip, bölerek yönetmeye heveslenmeyecek, ekonomi başta olmak üzere en temel sorunları öne çekerek, eşitlikçi ve hakkaniyetli bir düzenin hukukla sağlamlaştırıldığı bir düzeni işletecek bir yönetim anlayışını hak ediyor Türkiye.
Tarihinde bu uğurda savaşım vermiş ve ulusun ilerlemesinin önünü açmış güçlü yöneticileri olan ülkemizin kıyas yolu ile bugünkü yöneticileri sorgulayabileceği zemini var.
Lozan’la aldıklarımızı, Avrupa Birliği masalı ile elden çıkarmaya seyircilik etmeyecek birikimli insanları var Türkiye’nin!.. Bu birikimli insanları susturmak için bulunan yöntemler, hukuku güçlendirmek yerine hukuktan dolanarak, hukuku dolayarak, hukuka rağmen, gerçek hukukçulara rağmen, hukuk adamı sıfatını hak etmeyenlerle yürütülen baskıların da elbet bir sonu gelecektir.
Bugün demokrasi elbisesini giyerek ortada dolaşanlar; Sevr’i yırtıp atmış, Lozan’ı yapmış, vesayetin her türlüsünü aşmak için Cumhuriyet’le aydınlık bir yola çıkmış ulusu kandıramayacaklarını, susturamayacaklarını ve başkalaştırdıkları rejimin içine gömülecek olanın kendi bağnaz anlayışları olduğunu anlayacaklar. Vesayetin her türlüsüne karşı oluş Cumhuriyet rejiminin özünde var. Bu bir kişinin vesayeti de olabilir, bir kişide vücut bulmuş anlayışın da!…
Lozan’da bağımsızlığın tadı var. O tadı almış bir ulusun bağımsızlıktan başka seçeneği olamaz. Bugün teslimiyetçilerin iktidarda oluşu, ulusun teslimiyetçi olduğu anlamına gelmiyor. İktidarlar değişir, devlet ve ulus kalıcıdır.
Bugünün otokratları demokrasiyi kullanarak ilerleyebilecekleri sınıra geldiklerinin farkında olmalılar ki, gerçek yüzlerini göstermeye başladılar. Demokrasi söylemleri ile sunulan sivri açılımlar sandıkta birilerine fena halde batacak.
Lozan’daki Türkiye’yi geri çağırmak, Lozan’ı sahiplenmenin Sevr’i hortlatmak isteyenleri hüsrana uğratmak anlamına geldiğini anımsatmak hepimizin görevi. Lozan’la eşit devlet olduğunu dünyaya duyuran Türkiye’ye teslimiyetçilik ve teslimiyetçi siyasetçiler yakışmıyor.
Prof. Dr. Tülay Özüerman
Cumhuriyet
Bir yanıt yazın