Ortodoks anlayışa göre hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır. Evren de Allah’ın mülküdür. Allah bütünüyle hakim olduğu için hukukun da tek kaynağı Allah’ın kendisidir. Allah hükümlerini Hz.Muhammed’e göndermiştir ve bu hükümler Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Dolayısıyla egemenliğin koşulsuz sahibi olan Allah hukukun tek kaynağı olarak hüküm vermekte bütün kullar da bu hükümlere uyma mecburiyeti altında bulunmaktadır. Bu hükümlerden başka hükümlerin konulması da şeriata aykırıdır.
Ancak 10. yüzyılda İslamiyeti kabul eden Türkler fıkha, dolayısıyla da şeriata yeni bir anlayışla yaklaşarak, hükümdar eliyle çıkardıkları kararnamelerle devlet teşkilatı, askeri meseleler, vergi, toprak mülkiyeti ve ceza hukukunda şeriattan bağımsız zengin bir hukuk külliyatı ortaya koymuştur.
Her ne kadar Osmanlı’nın kuruluş yıllarında da padişahlar hukuki kurallar koyarken fakihlere danışmış, daha sonra aynı amaç için Şeyhülislamlık kurumunu ihdas etmişlerse de Fatih’ten sonra bu durum tamamen değişmiş, Fatih kendi dünyevi otoritesinden ve egemenlik hakkından kaynaklanan hükümler de koymuştur. (Kaynak:Halil İnalcık)
Yani Osmanlı “örfi hukuk” adı altında alternatif bir hukuk yolu oluşturarak, otoritesini tamamen dünyevi bir egemenlik hakkından alan, ampirik tarihsel olaylardan yararlanan ve gündelik olaylara temas eden bir hukuk sistemi ortaya çıkarmıştır. Bu hukuk dalının kaynağı uhrevi olmadığı için sekülerdir ve Osmanlı’da Ortodoks bir şeriatın uygulanmadığının da göstergesidir.