Atatürk’ün ve Cumhuriyetin altını oymaya çalışıyorlar…
Bir gün Anıtkabir’e oyun parkı yapıyorlar… Bir gün Abdülhamit’e övgüler diziyorlar… Bir gün Lozan’a ve Lozan’ı gerçekleştirenlere sataşıyorlar…
“Bizi kandırdılar” diyorlar… Sonra da her zaman yaptıkları gibi durup, “Gösterilecek tepkiyi” bekliyorlar. Çünkü toplumdan gelen tepkiye göre hareket edecekler, kuracakları İslam Cumhuriyetinin rotasını ona göre belirleyecekler…
Hedef 2023 yılında şeriat devletini ilan etmek…
Bunlar adım adım ilerleyerek Cumhuriyeti, Ulusal Kurtuluşu, Ulusal Kurtuluşu yapanları gözden düşürme kumpasları düzenliyorlar… Adaların Yunanlılara Lozan’la verildiğini iddia ediyorlar… Oysa Adalar Lozan’dan çok daha önce kaybedilmişti… Tarihler bunu böyle yazar…
Ve biz de onlara diyoruz ki, “Siz masal anlatmayı bırakın da Yunanlılara verdiğiniz 16 adamızı kurtarmaya bakın. Çünkü halen buralarda Yunan bayrakları dalgalanıyor…”
Bunlar bu türden aslı astarı olmayan iddialarla Atatürkçülerin moralini bozmak, onlara kendilerinin ne kadar güçlü olduğunu gösterip, kitleleri ve öncüleri pasifleştirmek amacındadırlar…
Benim bu kumpaslar karşısında dostlarıma, yoldaşlarıma söyleyeceğim açık, yalın bir tek yanıtım vardır:
Dört devrim yapmış bir ülkenin insanlarına “umutsuzluk, yılgınlık” haramdır…
Emperyalizme karşı ilk Kurtuluş Savaşını vermiş bir ülkenin insanlarına karamsarlık yasaktır…
Emperyalistler ve ortakları karşısında umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmak o ülke insanları için suçtur, günahtır…
Hele hele Namık Kemallerin, Mustafa Kemallerin, Tevfik Fikretlerin, Nazım Hikmetlerin, Deniz Gezmişlerin yetiştiği topraklarda kimse “Öldük, bittik, mahvolduk, bu işin içinden çıkamayacağız” diye çevresine umutsuzluk tohumları saçamaz…
Çünkü bu, peşin peşin, yenilgiyi kabullenmek, Ata’sına, vatan için canını veren şehitlere ihanet etmek demektir…
Egemen güçlerin ve emperyalistlerin istediği de zaten budur…
Amaçları kendilerini herkesten ve her şeyden daha güçlü gösterip, direnen insanların gücünü sıfıra indirmektir…
Bunun yolu ise ülke insanını din, dil, ırk temelinde bölmekten, etnik ve dinsel gruplara ayırmaktan, aydınlanma ve devrim tarihini inkâr etmekten geçer…
Bugün ülkemizde uygulanan iç ve dış siyaset budur…
Yani “Böl – yönet” politikasıdır…
Bir de buna ek olarak, ihanet medyası “İzdivaç, eğlence programları” ve dizilerle vatandaşları ülke sorunlarından uzaklaştırmakta, onları kısır bir döngü içerisine hapsetme siyasetini uygulamaktadır…
Yoz kültürün etkisinde kalan sosyal medyada bile bugün, toplumsal konular bir yana atılmış, insanlarımız çiçek – böcek muhabbeti yapmakla yetinir olmuşlardır…
Umutsuzluk, karamsarlık bataklığında çırpınmaktadırlar…
Oysa bu konuda Yüce önderimiz Atatürk şöyle der:
“Ümitsiz durum yoktur, ümitsiz insanlar vardır, ben hiçbir zaman ümidimi kaybetmedim…
Mustafa Kemal Atatürk umudunu, geleceğe olan inancını, kararlılığını, halkına olan güvenini yitirseydi, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olamazdı… Kurtuluş Savaşı zaferle sona eremezdi…
Şu sözü her toplantıda, her konuşmada, her söyleşide tekrarlarım ben:
Hiçbir koşul, Ulusal Kurtuluş Savaşı koşullarından daha kötü olamaz…
Yüce milletimiz, yokluk, yoksulluk, işgal koşullarında bile Yedi Düveli yenip, bağımsızlık ve özgürlüğünü kazanmışsa, günümüzde de başarmaması için hiçbir neden yoktur…
Yaşamak için mücadele ve direnmek şarttır…
Tarih göstermiştir ki toplumlar büyük başarılara ve zaferlere direnerek, dişe diş mücadele vererek ulaşmışlardır…
İnsanlar baskı, şiddet, zorbalık karşısında sinip, zorluklara karşı koyamazsa, her zaman ayaklar altında ezilmeye, sömürülmeye, aşağılanmaya mahkumdur ve onun asla şikayet etmeye de hakkı yoktur…
Bir kez değil, on kez de yenilsek asla mücadeleyi elden bırakmamalıyız…
Çünkü yaşam mücadele ve direnmek demektir…
Goethe der ki:
“Büyük sevinçlere; büyük sıkıntılara ve zahmetlere ancak katlanarak, ulaşılır…”
Yazıları posta kutunda oku