DOKUNAMADIKLARIMIZ

 

Ayhan Kılıç

Son tartışmaların ışığında dokunulmazlarımızı hatırladım yediden. İlimden, bilimden bahsedipte, aklın yol göstermesi gereken konularda sığ tartışmaların esiri olup gidiyoruz. Üstelik te, en büyük enerjimizi dokunamadığımız konuları tartışmakla harcıyoruz.
Nelere dokunamıyoruz bir bakalım.
Hocalara dokunmazsınız, özellikle de tarikat liderlerine dokunamazsınız, adam sümük-ü şerif der, sidik-i şerif der dokunmazsınız. Neden? Cevabı bile yoktur aslında. Günah derler. Yani adam senin sevgili peygamberine aslında hakaret eder ama eleştiri bile sunamazsın. Yani peygamberin etrafındaki insanların sümügünü, sidiğini yediğini ve hatta daha da edebsizi peyganberin buna göz yumduğunu kabul edersiniz.
Başka bir meczup çıkar canlı yayında, Allah ile konuştuğunu ima eder, gık çıkmaz, ne oluyoruz dedinmi, yandın, din iman gitti.
Başka biri çıkar bir memleketin kırk yılını çalar, adamlar yetiştirir, bakanlar, polis müdürleri, hakimler, savcılar, iş adamları yetiştirir, ilkokul mezunu bile değilken profosörler yetiştirir, inancının temelini, özünü, alışageldiklerini değiştirir hocalığı bile yokken Efendi lakabını alır. Aslında hoca değil içeri yerleştirilmiş bir ajan olduğunu anlamak için bir ülkenin ömründen 40 yıl gitmiştir ve hala anlamak istemeyenler de cabası. Adam bir nesli heba etti abandone olmuş millet uyanmakta zorlanıyor.
Yıllarca vatan kavramını, bayrak kavramının algısına soru sorduk, vayy vatah haini vay damgası geldi hemen. Ne dedik peki? Mesela generalin birine sorduğum soru şuydu 1995 lerde, Abdullah Öcalan’ı yakalayamıyormusunuz, yoksa yakalamıyormusunuz? Öcalan o zamanar yakalanmamıştı. O zaman Genelkurmay binasında etrafta buz gibi bir hava estiren bir soru, şimdi anlaşılıyor ki yakalanmamış. PKK ya operasyonları önceden haber veren generaller olduğunu, Amerika’ya, İsrail’e çalışan yada sempati duyan subaylarımız olduğunu öğreniyoruz şimdi.
Neden hep gariban çocukları şehit oluyor dediğimizde bir gerçeğin altını çizmek için sormuştuk, maden şehitlik kutsal, manevi bir şerbet, neden herkes içmek istemiyor?
Çünkü o zamanlar dilden söyleniyordu ama kalpten inanılmıyordu, inananlar da şehitlik şerbetini içti zaten, Allah onları Cennet’iyle ödüllendirsin.
Peki başka neye dokunamıyoruz?
Son günlerin meşhur konusu Lozan. Lozan anlaşmasını eleştiriye bile tabi tutamayız, neden peki?
Bir akıllı arkadaşım çıkmış bana akıl veriyor, diyorki, lozan Türkiye Cumhuriyeti”nin tapusudur.
Tamam. Biz değilmi dedik. Nedir yani mevzu dokunulmayacak mı?, sorgulanmayacak mı?, üstelik te biz diyoruz ki zamanın şartlarına göre iyi bir anlaşma olabilir, ama kutsal bir anlaşmaymış gibi sunmanın bir anlamı yok. şartlar öyleydi öye oldu, göklere çıkaracak ne var. Düşmanı kovaladığın bir savaşın sonunda, ayak oyunlarına maruz kalıp, bir sürü toprağı verdiğin bir anlaşmanın yere göğe sığdırmadığın bölümü nedir? Vay efendim Sevr anlaşması şöyleydi de lozan böyle oldu, Sevr anlaşması olsaydı daha kötüydü falan. Yani halamın bıyığı olsaydı amcam olurdu.

Gelelim dokunma konusuna. Milli kahramanımız Atatürk’ü bile kanunla koruyoruz, neden kardeşim kanunla koruyorsun? Atatürk’ün yaptıkları, onu anlamak için yetmiyormu?, bir kahramanı nasıl olur da kanunla korursun? İnsanları serbest bırak, er yada geç bu halk Ali’nin hakkını Ali’ye, Veli’nin hakkını Veli’ye verir.
Bir şey kanunla korunuyorsa iki şey vardır. Ya korunan adam bahsedilen adam değildir ki kanunla koruma gereği duyulmuştur.
Ya da, adamın söylediği şeyler aklı tırmalıyordur, akla yatmıyordur, soru sorulması icap eder, eğer kanunla korumazsan, sorulan sorular tahtı yıkar, anlatılmaya çalışılanı, tarumar eder.

Peki özgürce soru sorulmayınca ne oluyor derseniz?. Hesap ortada. Fethullah Gülen’in niye hiç evlenmediği, kendini dine adamakla açıklandı, gözünün altındaki şişlikler ağlamasıyla açıklandı. Şirkeyle ve günde bir öğün yemekle beslenen bir insanın, nasıl tombik hale geldiği açıklanamadı, bir ceketi var denen adamın nasıl olupta milyarlarca dolara hükmettiği açıklanamadı.
Yıllarca soruları yasakladığınız için hurefelerle yönetildi bu toplum. Aman ha! diye başlıyorsa biri siz soru sorarken, orada bil ki bir bit yeniği vardır. Sakin! diyorsa biri siz soracağınız zaman, soruların yıkacağı bir taht vardır orada.
Niye zorunuza gidiyor Lozan’ı sorgulamak, insanlar Allah’ı sorgularken var mı? Yok mu diye? Lozan nedir?
Neden zorunuza gidiyor Atatürk’ü sorgulamak, Hz. Peygamber bile “Abese” süresiyle ikaz almışken.
Bilmediğiniz bir kaç şey daha söyliyeyim ve bitireyim. İslamcıların yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid Han Rom içerdi, içki yani.
Peygamberlik makamına çıkarılmaya çalışılan Fatih Sultan Mehmet’in annesi bir Hristiyandır. Gerçi padişahlarımız arasında validesi Türk olan neredeyse yok gibidir.
Abdülhamid han Said-i Nursi’yi bölücülük ve kürtçülük yapıyor diye fizan’a sürgüne göndermiştir. Tabi o zamanlar adı Said-i Kürdi idi.
Said-i Nursi’nin yolundan gittiğini söyleyen Fethullah gülen, zamanında, o bir kürt diye  çağrılmasına rağmen onun yanına gitmemiştir.
Dans eden, fantazi dünyası geniş, dekolte kızları olan cemaat liderlerimiz olmuştur. Adını söylememe gerek yok.
Peygamberin sidiğini içerim diyen hocalarımız olmuştur.
İçki içen padişahlarımız olmuştur, mason padişahlarımız olmuştur, elbette cihan sultanı padişahlarımız da olmuştur.
Atatürk’le İnönü’yü yanyana koyanlar, Atatürk olduğu zamanlar İnönü ile konuşmadığına değinmezler nedense?.
Atatürk’ün hilafeti neden kaldırdığını kimse açıklayamıyor nedense?, ne gerek vardı şapkaya, çok mu lazımdı ayağında çarık olmayan bir topluma şapka diye sorarsan işte böyle Atatürk düşmanı ilan ederler adamı. İçinde bilgi taşımayan her eleştiri boş laftır, bilgiye dayalı eleştiriye her zaman ama her zaman açık kapı bırakmak lazım.
Kardeşim insanlar hata yaparlar, tıpkı doğru yaptıkları gibi, çok hata yapanlar kötü, çok doğru yapanlar iyi diye hatırlanır. Sizin inandığınız insanlar, liderler hiç hata yapmıyor diye inanıyorsanız, siz de hurafeye inanıyorsunuz! Yön verenler hatırlanır, tarihin akışını değiştirenler hatırlanır, insanlığa katkı sunanlar hatırlanır, canını, malını ve hayatını ortaya koyanlar hatırlanır, ama eleştirilemez diye bir şey yok.
Zulmedenler de hatırlanır, yakanlar, yıkanlar, öldürenler, insanlık tarihi için zarar verenler de hatırlanır ama yad edilmez.

Ayhan Kılıç
[email protected]
Edmonton/ Kanada

<p>Son tartışmaların ışığında dokunulmazlarımızı hatırladım yediden. İlimden, bilimden bahsedipte, aklın yol göstermesi gereken konularda sığ tartışmaların esiri olup gidiyoruz. Üstelik te, en büyük enerjimizi dokunamadığımız konuları tartışmakla harcıyoruz.
Nelere dokunamıyoruz bir bakalım.
Hocalara dokunmazsınız, özellikle de tarikat liderlerine dokunamazsınız, adam sümük-ü şerif der, sidik-i şerif der dokunmazsınız. Neden? Cevabı bile yoktur aslında. Günah derler. Yani adam senin sevgili peygamberine aslında hakaret eder ama eleştiri bile sunamazsın. Yani peygamberin etrafındaki insanların sümügünü, sidiğini yediğini ve hatta daha da edebsizi peyganberin buna göz yumduğunu kabul edersiniz.
Başka bir meczup çıkar canlı yayında, Allah ile konuştuğunu ima eder, gık çıkmaz, ne oluyoruz dedinmi, yandın, din iman gitti.
Başka biri çıkar bir memleketin kırk yılını çalar, adamlar yetiştirir, bakanlar, polis müdürleri, hakimler, savcılar, iş adamları yetiştirir, ilkokul mezunu bile değilken profosörler yetiştirir, inancının temelini, özünü, alışageldiklerini değiştirir hocalığı bile yokken Efendi lakabını alır. Aslında hoca değil içeri yerleştirilmiş bir ajan olduğunu anlamak için bir ülkenin ömründen 40 yıl gitmiştir ve hala anlamak istemeyenler de cabası. Adam bir nesli heba etti abandone olmuş millet uyanmakta zorlanıyor.
Yıllarca vatan kavramını, bayrak kavramının algısına soru sorduk, vayy vatah haini vay damgası geldi hemen. Ne dedik peki? Mesela generalin birine sorduğum soru şuydu 1995 lerde, Abdullah Öcalan'ı yakalayamıyormusunuz, yoksa yakalamıyormusunuz? Öcalan o zamanar yakalanmamıştı. O zaman Genelkurmay binasında etrafta buz gibi bir hava estiren bir soru, şimdi anlaşılıyor ki yakalanmamış. PKK ya operasyonları önceden haber veren generaller olduğunu, Amerika'ya, İsrail'e çalışan yada sempati duyan subaylarımız olduğunu öğreniyoruz şimdi.
Neden hep gariban çocukları şehit oluyor dediğimizde bir gerçeğin altını çizmek için sormuştuk, maden şehitlik kutsal, manevi bir şerbet, neden herkes içmek istemiyor?
Çünkü o zamanlar dilden söyleniyordu ama kalpten inanılmıyordu, inananlar da şehitlik şerbetini içti zaten, Allah onları Cennet'iyle ödüllendirsin.
Peki başka neye dokunamıyoruz?
Son günlerin meşhur konusu Lozan. Lozan anlaşmasını eleştiriye bile tabi tutamayız, neden peki?
Bir akıllı arkadaşım çıkmış bana akıl veriyor, diyorki, lozan Türkiye Cumhuriyeti”nin tapusudur.
Tamam. Biz değilmi dedik. Nedir yani mevzu dokunulmayacak mı?, sorgulanmayacak mı?, üstelik te biz diyoruz ki zamanın şartlarına göre iyi bir anlaşma olabilir, ama kutsal bir anlaşmaymış gibi sunmanın bir anlamı yok. şartlar öyleydi öye oldu, göklere çıkaracak ne var. Düşmanı kovaladığın bir savaşın sonunda, ayak oyunlarına maruz kalıp, bir sürü toprağı verdiğin bir anlaşmanın yere göğe sığdırmadığın bölümü nedir? Vay efendim Sevr anlaşması şöyleydi de lozan böyle oldu, Sevr anlaşması olsaydı daha kötüydü falan. Yani halamın bıyığı olsaydı amcam olurdu.</p>
<p>Gelelim dokunma konusuna. Milli kahramanımız Atatürk'ü bile kanunla koruyoruz, neden kardeşim kanunla koruyorsun? Atatürk'ün yaptıkları, onu anlamak için yetmiyormu?, bir kahramanı nasıl olur da kanunla korursun? İnsanları serbest bırak, er yada geç bu halk Ali'nin hakkını Ali'ye, Veli'nin hakkını Veli'ye verir.
Bir şey kanunla korunuyorsa iki şey vardır. Ya korunan adam bahsedilen adam değildir ki kanunla koruma gereği duyulmuştur.
Ya da, adamın söylediği şeyler aklı tırmalıyordur, akla yatmıyordur, soru sorulması icap eder, eğer kanunla korumazsan, sorulan sorular tahtı yıkar, anlatılmaya çalışılanı, tarumar eder.</p>
<p>Peki özgürce soru sorulmayınca ne oluyor derseniz?. Hesap ortada. Fethullah Gülen'in niye hiç evlenmediği, kendini dine adamakla açıklandı, gözünün altındaki şişlikler ağlamasıyla açıklandı. Şirkeyle ve günde bir öğün yemekle beslenen bir insanın, nasıl tombik hale geldiği açıklanamadı, bir ceketi var denen adamın nasıl olupta milyarlarca dolara hükmettiği açıklanamadı.
Yıllarca soruları yasakladığınız için hurefelerle yönetildi bu toplum. Aman ha! diye başlıyorsa biri siz soru sorarken, orada bil ki bir bit yeniği vardır. Sakin! diyorsa biri siz soracağınız zaman, soruların yıkacağı bir taht vardır orada.
Niye zorunuza gidiyor Lozan'ı sorgulamak, insanlar Allah'ı sorgularken var mı? Yok mu diye? Lozan nedir?
Neden zorunuza gidiyor Atatürk'ü sorgulamak, Hz. Peygamber bile “Abese” süresiyle ikaz almışken.
Bilmediğiniz bir kaç şey daha söyliyeyim ve bitireyim. İslamcıların yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid Han Rom içerdi, içki yani.
Peygamberlik makamına çıkarılmaya çalışılan Fatih Sultan Mehmet'in annesi bir Hristiyandır. Gerçi padişahlarımız arasında validesi Türk olan neredeyse yok gibidir.
Abdülhamid han Said-i Nursi'yi bölücülük ve kürtçülük yapıyor diye fizan'a sürgüne göndermiştir. Tabi o zamanlar adı Said-i Kürdi idi.
Said-i Nursi'nin yolundan gittiğini söyleyen Fethullah gülen, zamanında, o bir kürt diye  çağrılmasına rağmen onun yanına gitmemiştir.
Dans eden, fantazi dünyası geniş, dekolte kızları olan cemaat liderlerimiz olmuştur. Adını söylememe gerek yok.
Peygamberin sidiğini içerim diyen hocalarımız olmuştur.
İçki içen padişahlarımız olmuştur, mason padişahlarımız olmuştur, elbette cihan sultanı padişahlarımız da olmuştur.
Atatürk'le İnönü'yü yanyana koyanlar, Atatürk olduğu zamanlar İnönü ile konuşmadığına değinmezler nedense?.
Atatürk'ün hilafeti neden kaldırdığını kimse açıklayamıyor nedense?, ne gerek vardı şapkaya, çok mu lazımdı ayağında çarık olmayan bir topluma şapka diye sorarsan işte böyle Atatürk düşmanı ilan ederler adamı. İçinde bilgi taşımayan her eleştiri boş laftır, bilgiye dayalı eleştiriye her zaman ama her zaman açık kapı bırakmak lazım.
Kardeşim insanlar hata yaparlar, tıpkı doğru yaptıkları gibi, çok hata yapanlar kötü, çok doğru yapanlar iyi diye hatırlanır. Sizin inandığınız insanlar, liderler hiç hata yapmıyor diye inanıyorsanız, siz de hurafeye inanıyorsunuz! Yön verenler hatırlanır, tarihin akışını değiştirenler hatırlanır, insanlığa katkı sunanlar hatırlanır, canını, malını ve hayatını ortaya koyanlar hatırlanır, ama eleştirilemez diye bir şey yok.
Zulmedenler de hatırlanır, yakanlar, yıkanlar, öldürenler, insanlık tarihi için zarar verenler de hatırlanır ama yad edilmez.</p>
<p>Ayhan Kılıç
ayhankilic@turkishnews.com
Edmonton/ Kanada</p> - AYHAN KILIC

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir