Ülkemizde dinci kesimler, ayrıcalıklı konumlarını sürdürebilmek, çıkarlarını güvence altına alabilmek için, Yaşar Nuri Öztürk Hocamızın deyişi ile halkı “Allah ile aldatmak” yöntemini seçmişlerdir.
Etkilenmeye hazır, sorunlarının çözümünü salt inanç dünyasında arayan aç ve yoksul insanları denetleyebilmenin en kolay, en kestirme yolu budur…
Şeriatçı çevrelerin elinde, temelsiz, boş bilgiler, batıl inançlar, toplumu yönlendirmede bir baskı aracına, bir uyuşturucuya dönüşmüş durumdadır bugün…
Bu din sömürüsü, ( Atatürk dönemi dışında) dün de vardı, bugün de var ve karşı çıkılmazsa gelecekte de olacaktır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ve 1908 Meşrutiyet’inde çağdışı akımları ve gericiliği kullanarak, ulusal düşünceyi ve aydınlanmayı yok etmeye çalışan emperyalizm, 1950 Türkiye’sinde, çok partili yaşama geçildiğinde de şeriatçılığı desteklemeyi, ondan yararlanmayı sürdürdü.
Atatürk ve İnönü döneminde, “Takıyye” (gizleme) aracı ile gerici yanlarını saklayan DP’nin önde gelen yöneticileri, çok partili yaşamla birlikte gerçek kimliklerini de ortaya koydular. 1950 seçimlerinden sonra emperyalizmle ve çeşitli tarikat liderleriyle sıkı ilişkiler içerisine girdiler.
Adnan Menderes’in “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” sözleri, o yıllarda Atatürk devrimlerinden ne kadar uzaklaşıldığının bir göstergesiydi.
Daha sonraları, 1980 yönetimiyle üstü örtülü bir Atatürk düşmanlığı dönemi başladı. “Büyük Atatürk, Yüce Atatürk…” diye diye, Atatürk’ün cumhuriyet kurumlarını birer birer yok etme çabalarını yoğunlaştırdılar…
Öğretim Birliği parçalandı. Dinci eğitim, laik eğitimin yerini aldı. Okullara zorunlu din dersleri konuldu. Tarikatlar, tekkeler yerden biter gibi çoğaldı. Nakşibendilik Çankaya’ya değin tırmandı.
Çağdışı akımlar ve düşünceler bilimin önüne geçti. Bu alanda o kadar ileriye gidildi ki, “Kadavraya don giydirilmesi”ni savunan ve karşı cinsi muayene etmek istemeyen doktorlar bile çıktı.
1988-1989 öğretim yılında ders kitaplarının kapaklarından Atatürk resimleri kaldırıldı.
O günlerde de kimse aldırmıyordu ama şeriat düzeninin temelleri devlet eliyle atılıyor, şeriat özlemcileri bir din devletine doğru koşar adımlarla ilerliyorlardı. Yine bugün olduğu gibi o günlerde de bu dinci kesimler “asıl amaçları”nı gözlerden uzak tutabilmek için “takıyye” yöntemini kullanıyorlardı.
Onlara göre, (yalan söylemek de geçerli olmak üzere) “nihai hedefe varana kadar, yani sonuca ulaşana kadar, her yöntem, her yol mubahtı…” (Hocanın Okulları, İÜ Basımevi, İstanbul 1988, s. 28)
Fethullah Gülen bir söyleşisinde takıyye konusundaki görüşlerini şöyle belirtiyordu:
“Taktik ve stratejiler söylenmez. Söylendiği an onun bir taktik olma hüviyeti ortadan kalkar. Stratejiler sadece tatbik edilir.” ( Şemseddin Nuri, Küçük Dünyam)
Günümüzde egemen güçler bir adım daha ileri gittiler…
Artık milli değerleri gözden düşürmek, onu basit bir konu, bir olgu niteliğine büründürmek için çalışmaya başladılar…
Hem de alıştıra alıştıra, gözümüzün içine baka baka…
Hedef, Cumhuriyet rejiminin, Atatürk ilkelerinin, Atatürk’ün kişiliğine verilen önemin, değerin, Atatürk’e duyulan sevginin azar azar, yok edilmesi, şeriatçı düzene kavgasız – dövüşsüz geçilmesidir…
Hem sağdan, hem soldan Seyit Rızaların, Şeyh Saitlerin Ulusal Kurtuluş Savaşındaki ihanetlerine ve işbirlikçiliklerine karşın yeniden övgülerle ön plana çıkarılması bu pervasızlığın sonucudur…
Örneğin Anıtkabir’e “Çocuk bahçesinin, oyun alanının yapılmak istenmesinin” en önemli nedeni budur… Yani ulu önderimizin yattığı yerin kutsallığını gönüllerden ve düşüncelerden silip atmaktır…
Bu girişimler, orduda, Milli Eğitimde, yargıda, kültürde yapılan yüzlerce yozlaştırma, değersizleştirme girişimlerinden sadece bir tanesidir…
Evrenler, Özallar, Çillerler döneminde başlayan şeriat yolculuğu günümüzde iyice hızlanmıştır.
Siyasal İslam bugün, pervasızca, tam da emperyalizmin istediği gibi ulus devleti ve Kemalizm’i bitirmeye çalışmaktadır.
Anayasadaki “Atatürk milliyetçiliği” kavramı ve Türk sözcükleri bile onları rahatsız etmektedir. Hedef ümmet toplumudur, İslam Cumhuriyetidir. Hedef, Türkiye’yi tarikatların ve küresel sermayenin birlikte yönettiği bir ülke durumuna getirmektir.
Daha kötü bir dünyada yaşamamak için bu gidişe izin vermeyelim… “DUR” diyelim.
Birleşelim, bütünleşelim…
Gaflet uykusundan uyanalım…
Yazıları posta kutunda oku