HEM “CENNETMEKÂN”, HEM “ULU HAKAN”, HEM DE “SULTAN” ABDÜLHAMİT HAN

occupation_of_constantinople_3

HEM “CENNETMEKÂN”, HEM “ULU HAKAN”, HEM DE “SULTAN” ABDÜLHAMİT HAN

Hüseyin MÜMTAZ

İlginç bir ülkede yaşıyoruz. İki, üç yılda bir siz de; “Yahu bu geleceğe/geçmişe dönüş filmini daha önce seyretmemiş miydik” duygusu taşımıyor musunuz?

Günlük yazıp yorum yapanlar için de inanılmaz kolaylık sağlıyor bu durum. Karıştırıyorsunuz dosyalarınızı; ortama/olaylara şak diye bire bir uyan bir yazınızı bulup kullanabiliyorsunuz…

O saat yazılmış gibi.

Malûm çevrelerin artık kronikleşen Abdülhamit aşkı nüksedince aynı hisse kapıldım.

Buyurun işte arşivden çıkardığım, 22 Mayıs 2013 tarihli tam üç buçuk yıl önceki yazım:

https://www.turkishnews.com/tr/content/2013/05/22/malaya-ve-antelope/

“MALAYA VE ANTELOPE

Başlıktaki isimler size hiç yabancı gelmesin.. Her ikisinin de Türk tarihinde çok önemli yerleri var.. Hiç unutulmamalıdırlar, asla akıldan çıkarılmamalıdırlar.

Gelecek nesillere öğretilmeli, millî bir miras gibi nesilden nesile aktarılmalıdırlar.

1839’da başlayan yolculuk devam ediyor.. ‘Gâvura gâvur denilmeyecek’den 174 yıl sonra ilk olarak ‘teröriste terörist denilmeyecek’ durağına ve son olarak da ‘haine hain denilmeyecek’ kavşağına geldik.

Karabük’te bir konuşma yapan M.A.Şahin,  yıllardır Vahdeddin’in vatan haini gösterildiğini ve bu görüşe katılmadığını söyleyerek, ‘Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcı’ya çağrıda bulunuyorum, son padişahla ilgili hala aynı hüküm devam ediyorsa tarih kitaplarını değiştirin’ demiş.

Olur..

Her şeyi hallettik, de sıra Vahdettin’e geldiydi..

Tarihin, M.A. Şahin’in okumadığı bölümünü biz okuyalım..

Bütün bildiklerinizi unutun, şu tek örnek yeter mi yetmez mi karar verin.

‘İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold, Halife Vahdettin’in görüşme isteğini öğrenince 6 Kasım 1922 günü tercümanı ile birlikte kendisini ziyarete gitti. Vahdettin sözü uzatmadan sordu: -İki yıl önce yetkili makamlarınız, bir tehlike olduğu takdirde, beni koruyacakları hakkında söz vermişlerdi. Bu söz şimdi de geçerli mi?-

-Evet efendim şimdi de geçerli.-

Vahdettin korku içindeydi: -İlk fırsatta İstanbul’dan ayrılmak istiyorum. Beni nereye götürürsünüz? Mısır’a mı, Kıbrıs’a mı, nereye?-

Sir Rumbold, -Mısır tehlikeli, Kıbrıs da olmaz. Geçici olarak başka bir yer olabilir. Mesela Malta. Ayrılış gününü kararlaştırdığınız zaman General Harrington’a birini yollayınız- dedi.

Vahdettin 10 gün sonra General Harrington’a gizli bir mektup gönderdi:

-İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimanesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan Mahall-i ahara naklimi (başka yere götürülmemi) talep ederim, efendim. 16 Kasım 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin.-

Ertesi sabah saat 06.00’da Vahdettin Efendi, oğlu Ertuğrul ve bazı adamları ellerinde bavullar, çantalar ve içi para ve mücevher dolu olan çantayı sıkı sıkı tutan Halife’nin doktoru Reşat Paşa sarayın Merasim Köşkü’nün arka kapısında buluştular.

İngilizlerin gönderdiği iki ambulansla iki otomobile bindirildiler ve Kabataş rıhtımına getirildiler. Oradan İngiliz bayrağı taşıyan bir motora bindirilerek açıkta bekleyen Malaya Zırhlısı’na götürüldüler.

Motor, Malaya Zırhlısı’na yanaştığında Vahdettin, General Harrington’a teşekkür ettikten sonra -Eşlerimi size emanet ediyorum general- dedi.

Malaya Zırhlısı’na çıkan Vahdettin işbirliği ettiği İngilizlere sığınarak ülkesinden kaçtı’.

İşte böyle..

Malaya; Vahdettin’in memleketten tüymek için kapağı attığı İngiliz Zırhlısının adıdır.

Söz Malaya’ya gelince ister istemez Antelope de geliyor akla..

Sultan II’inci Abdülhamit; ‘Cennetmekân’, ‘Ulu Hakan’, ‘Kızıl Sultan’, ‘Gök Sultan’ Abdülhamit; Vahdettin’in ağabeyidir.

‘Padişah ve bakanları devamlı toplantı halindeydi. Her an İstanbul’un Rusların eline geçmesinden korkuyorlardı. 24 Ocak 1878’de İngiliz Hükümeti donanmasını İstanbul önlerine göndermeye karar verdiğinde, Londra’dan gelen şifreyi Layard, Yıldız Köşkü’ne iletti. Ertesi günü bu haber İstanbul’da yayıldı. Türkler ve yabancı azınlıklar haberi sevinçle karşıladılar. Binlerce azınlık mensubu insan Marmara Denizi’ni gören yerlerde toplanarak coşku ve sevinç içinde İngiliz donanmasının İstanbul önlerine gelişini beklemeye koyuldu.

Fakat İngilizler bu kararı ani olarak değiştirdi…

…İngiliz donanmasının gelişini iptal eden karar İstanbul’da bir şok etkisi yaptı; İngilizlerin yardımına bel bağlayanları derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Babı Âli panik içindeydi. Başta Padişah Abdülhamit olmak üzere devlet büyükleri Rusların İstanbul’u ele geçirmek için harekete geçecekleri korkusu içinde sığınacak bir yer arıyorlardı…

                …Padişah Abdülhamit bu düzensizlik ve panik içinde hayatının tehlikede olduğuna inanıyordu. İngiliz Büyükelçisi Layard’a gizli bir mesaj göndererek fevkalade ahval tahtında kendisi ve ailesi için İngilizlere sığınma isteğinde bulundu. Böyle bir durumda Abdülhamit ve ailesi için İngiliz Elçiliği hücumbotu Antelope hazırlandı’.

             (“İngiliz Yönetiminde Kıbrıs-2”. Ahmet Gazioğlu. CYREP Yayınları. İstanbul. Nisan 1996. Sayfa 8. Layard’ın eşinin hatıralarına atfen)

             Ağabey Abdülhamit’in Antelope’sinin, kardeşi Vahdettin’in Malaya’sı gibi hiçbir zaman kullanılmamış olması; böyle bir istekte bulunulduğu gerçeğini örtbas etmeye, tarihten silmeye yetmez..

Şimdi soru şu; Yabancı bir orduya sığınan-sığınmaya kalkana; devlet başkanı/padişah/sultan/kral… bile olsa ne denir?

                Demek ki neymiş, içinde bulunduğumuz –restorasyon- döneminde -teröriste terörist/haine de hain denilmeyecek-miş..

                Malaya ile Antelope’yi de bir kenara not alın..

                Tarih yazmak öyle kolay değildir efendiler, herkesin harcı da değildir… Ama önce okumak, hazmetmek gerekir.

                Çünkü -Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır-“.

Demişiz…

Şimdi alın bu yazıyı; Abdülhamit’in bilmem kaçıncı doğum yıldönümü nedeniyle Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “anma sempozyumu”nun gölgesinde bir daha okuyun.

Buradan itibaren konu biraz karışıyor.

Abdülhamit, 622 senelik Osmanlı İmparatorluğu tarihinde “en çok toprak kaybeden” padişahtır.

Mısır, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Girit, Teselya, Romanya ve Kars-Ardahan-Batum.

Kars ve Ardahan ile Kıbrıs’ın üçte biri hariç diğerleri bir daha asla geri alınamamıştır.

Kıbrıs’ta ise diplomaside ilk defa görülen bir uygulama örneği tarihe geçmiştir; Ada İngiliz’e güya verilmemiş, “kiralanmıştır”.

Ama kiralanırken de “padişah efendimizin mülkü şahanelerine halel” gelmeyeceği kaydı düşülmüştür.

Kıbrıs tarihi açısından Abdülhamit’in işte böyle “özel” bir yeri; Abdülhamit’le Kıbrıs arasında dünya diplomasi tarihinde bir örneği daha bulunmayan böyle bir diplomatik bir dipnot ilişkisi vardır.

Onun için ne zaman Abdülhamit konusu açılsa ister istemez; “Kıbrıs’ta yoksa yine bir şeyler mi oluyor?” düşüncesi gelip saplanır aklıma.

Ağzımdan yel alsın…

 

Konu açılmışken Kıbrıs’ta hayli revaçta olan bir fıkrayla, sonra da fıkra gibi bir olayla bitirelim;

Lefkoşa’da dolmuş şoföründen duymuştum; Hatay’ın merkezine bir İHA düşmüş, hiçbir Hataylı’ya bir şey olmamış.  Çünkü bütün Hataylılar KKTC’deymiş.

Fıkra gibi olaysa yazıya son noktayı koyarken ekranlara düştü; Kilis’te Pazar yerine Suriye’den atılan bir Katyuşa roketi düşmüş, beşi çocuk altı Suriyeli yaralanmış!

Yazıları posta kutunda oku

HEM “CENNETMEKÂN”, HEM “ULU HAKAN”, HEM DE “SULTAN” ABDÜLHAMİT HAN - Occupation of Constantinople 3

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir