Slovakya/Bratislava’da, AB devlet ve hükümet başkanları ilk kez Britanya olmadan gayrıresmi bir zirve için toplandılar.
Zirve öncesinde Almanya Başbakanı A.Merkel “Avrupa’nın sorunlarına tek bir zirvede çözüm bulunmasını bekleyemeyiz. Kritik durumdayız ” dedi…
*
Başbakan A.Merkel’in “kritik durumdayız” dediği tablo şudur:
1992’de Maastricht Antlaşması’yla ilan edilen bütün Avrupa projesi çökme belirtileri vermektedir.
SSCB’den sonra kapitalizm savunucuları komünist tehlikenin sona ermesinin Avrupa’da birlik yaratacağını iddia etmişlerdi.
Ancak AB’nin barış, refah ve birlik yuvası olması şöyle dursun yeni bir şovenizmin, kemer sıkmanın ve savaşın kaynağı olduğu her gün daha çok anlaşılıyor…
Britanya’nın birlikten çekilmesi ve olası komplikasyonlarına karşı birliğin bir duruşu bulunmuyor.
Kapitalist sistem, 2008 malî krizinden bu yana hızlı bir şekilde uçuruma yol almaya devam ediyor.
Sistem bankalara ve hisse senedi piyasalarına kredi enjekte edilmesiyle ancak ayaktadır.
Yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik çarpıcı biçimde artıyor.
Servette, gelirde ve yaşam kalitesinde ortaya çıkan uçurum mütemadiyen büyüyor.
Rusya’ya uygulanan yaptırımlar ağır fatura yüklemiştir ve burjuva demokrasisi yerini otoriter rejimlere bırakıyor…
*
Ne ki, Bratislava Zirvesinde Britanya’yı Brexit’e götüren nedenler ve Birliğin geleceğine ilişkin öneriler gündeme dahi gelmedi.
Brexit sırasında Buckingham Sarayı’nın ve İngiliz yönetici sınıfının etkili bir bölümünün Washington’la araya mesafe koyması,
Çin’le ekonomik ve Rusya’yla askeri olarak yakınlaşmaları,
Downing Street’in bundan sonraki planlarının ne olduğu konu dahi olmadı.
Londra’nın ne hazırladığına ilişkin bir fikir sahibi olma çabası gösterilmedi.
*
Ya? Bratislavya Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları tehlikenin nedenini ve özellikle içeride olduğunu anlamadan terörizmden söz ettiler.
Herkesin Avrupa’ya elini kolunu sallayarak girmemesine dikkat edilmesi gerektiğini söylendi ama teröristlerin çoğunun Avrupalı olduğu gözardı edildi.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin sonucu olan kitlesel terörizme yönelik bir düşünceye sahip olunmadığını gösterir bir tutum sergilendi.
*
İtalya Başbakanı Matteo Renzi, göçmen krizine yönelik eleştirilerini sürdürdü.
Renzi, AB Konseyi’nin Afrika’dan Avrupa’ya olan ve çoğunlukla İtalya’nın karşı karşıya kaldığı düzensiz göç sorununa hiç değinilmemesini gündeme getirdi.
“Bu Avrupa’nın sorunudur. Eğer Avrupa böyle devam ederse İtalya olarak biz kendi özerk metodumuzu yapmak durumundayız” dedi.
A.Merkel, bir ikinci göçmen dalgasının örgütlenmesi olasılığı konusunda uyarıldı…
*
Uyarı; bir süre önce Avrupa’da sığınmacı krizine yönelik AB sınırlarının kapatılmasını savunanlar ile “bir Avrupa çözümünün” destekçileri arasında yaşanan çatışmayı ve AB karakterini gözler önüne seriyordu…
*
O günlerde ve bugünde Afrika, Afganistan, Irak ve Suriye’deki emperyalist savaşlarla harap edilen ülkelerinden kaçan milyonlarca sığınmacının çaresizliği;
Avrupalıların yoğunlaşan jeostratejik ve ekonomik çatışmalarının odağına oturmuştur.
Bu durum siyasal ve tarihsel olarak Avrupa kapitalizminin kanlı çelişkilerinden kaynaklanan sınırlarına, ekonomi politikasına ve dünyanın çeşitli bölümlerine, özellikle Doğu Avrupa’da çatışan çıkarlara yansıyor ve çatışmaları tetikleme potansiyelini taşıyor…
*
Almanya Başbakanı A.Merkel ile Yeşiller ve Sol Parti kesimlerinin “bir Avrupa çözümü”;
Avrupa’nın sınırlarının kapatılması: Ege Denizi üzerinden tehlikeli yolculuğu göze alan sığınmacıların alıkonulması: Yunan adalarında tel örgülerle çevrili toplama kampları: Makedonya sınır polisinin coplarla ve gazla sığınmacılara saldırması: zulmedilen ve sınır dışı edilen çaresiz insanlara yönelik bürokratik acımasızlık: Bir kez daha hapsedilmek ve geldikleri ülkeye geri gönderilmek üzere Türkiye’ye iade edilmesi demekti.
Merkel’i ulusal ihanet ve AB Anayasasını ihlâl etmekle suçlayan karşıtlar ise sığınmacıların AB’yi parçalayacağı korkusunda “Sınırların topyekün kapatılması”nı istiyordu.
Onlara göre; Almanya yeniden bir dünya gücü rolünü oynayabilmek için AB’ye ihtiyaç duyuyor, bu yüzden milliyetçi kartı oynamayı göze alamıyordu…
*
Fransa; Suriye, Irak ve Afganistan’daki savaşlardan kaçan yüz binlerce sığınmacının bir kota sistemi üzerinden Avrupa geneline dağıtılması yönündeki Merkel’in önerisinden yana olmadığını açıklamıştı.
“Bizim, artık daha fazla sığınmacı almıyoruz biçiminde açık bir mesaja ihtiyacımız var” denilmişti…
Açıkça sığınmacıların Avrupa’ya kaçmaya devam etmesi halinde AB’nin siyasi ve ekonomik olarak parçalanacağı öngörülüyordu.
Ekonomik sonuçlarla birlikte Avrupa’daki uluslararası ticaret ve serbest dolaşımla ilgili Schengen mutabakatının çökeceği vurgulanıyordu.
Fransa, Merkel’e muhalefetini belirtmekle yetinmedi, Avrupa’daki sağcı milliyetçi politikacılar arasında destek aradı.
Bankaların 1 trilyon Euro batık krediyle karşı karşıya olması ve AB genelinde işten çıkarmaların yayılması, mali piyasalardaki elden çıkarmaların Avrupa’da bir ekonomik çöküşü tetiklemesi halinde,
Berlin’in Yunanistan’dan İtalya’ya ve Fransa’ya kadar şiddetli kemer sıkma önlemleri için bastırabileceği argümanını kullandı…
*
Bugün Merkel’in savunucuları halâ onu desteklemeyi sürdürüyor ama Avrupa Çözümü’nün;
Milliyetçi karşıtlarının politikasından daha az acımasız olmadığı da anlaşılmıştır.
Sığınmacılara büyük çaplı halk desteğine rağmen, medya ya da resmiyette hiç kimse onları savunmuyor.
*
Nitekim Bratislava’da, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker Lüksemburg’lu bankacıların çıkarlarını savunuyor.
Ve Lüksemburg’daki mali cenneti temel alan bir kurum olan Avrupa Yatırım Bankası’nın eski bir projesi olan ve “Juncker planı” adıyla anılan stratejik yatırımlara yönelik Avrupa Fonu’nun 2017’de arttırılması kararlaştırılıyor.
Bu kararla Avrupa’daki eşitsizlik daha da artmıştır.
Mesela;AB buna en çok ihtiyacı olan Yunanistan’a neden hiç müdahale etmemiştir sorusunun yanıtı bulunmuyor…
Bu paradoks AB’nin; kıtayı birleştirmenin bir aracı değil, ama Avrupa’yı en güçlü mali ve endüstriyel çıkarlara ve onların emirlerine bağlı kılmanın, halklara saldırmanın ve polis ile orduyu silahlandırmanın aracısı olduğu karakterini gösteriyor.
*
Bütün bu gelişmeler NATO’nun Ukrayna üzerine Rusya’yla bir meydan okuma içinde Doğu Avrupa’nın büyük kısmını militarize ettiği,
Berlin’in dış politikasını yeniden askerileştirmeye başlamasından bu yana Avrupalı güçlerin ordularına fazladan yüz milyarlarca Euro harcama yaptığı,
Fransa’nın, Almanya’ya karşı koymak için Doğu’ya siyasi çağrılar yaparak Berlin’in büyüyen ekonomik ve askeri ağırlığını dengelemeye çalıştığı;
Bir sırada Almanya, Fransa ve İtalya arasında sığınmacı politikası üzerinden Doğu Avrupa’daki nüfuz üzerine güç mücadelesini ve siyasi çöküşü gösteriyor.
Bu çerçevede Bratislava Zirvesi’nde ortak Avrupa Ordusu projesinin Aralık ayı zirvesi sırasında tartışılması kararlaştırılıyor.
Ne ki,bu projenin gelecekteki savaşlara Avrupalıları müdahil etmek için bir ABD çılgınlığı olduğu çok açık görülüyor…
*
Büyük güçler arasındaki çatışmalar Avrupayı bir dağılma ve savaş yörüngesine çekmektedir.
Halklar uluslararası çatışmanın yoğunlaşması, göçmenlere yönelik saldırılarda görüldüğü üzere militarizmin ve şovenizmin bilinçli canlandırılması tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Avrupa genelinde teşvik edilen göçmen karşıtı histeri, Avrupa Ordusu ya da militarizme yöneliş, geçen yüzyılda kıtayı ardı ardına savaşa saplayan Avrupa ülkeleri arasında bir kez daha düşmanlık biçiminde patlak verme potansiyeli taşıyor…
*
Avrupa Birliği kritik durumdadır…
22.9.2016
Bir yanıt yazın