KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, yoğunlaştırılmış Kıbrıs müzakerelerinin ikinci tur görüşmeleri ardından açıklama yaptılar.
N.Anastasiadis,” Daha fazla açıklığa kavuşturulması gereken bazı anlaşmazlıklar bulunuyor.
14 Eylül’de ilerlemelerle ilgili açıklama yapılacaktır” derken,
M.Akıncı, “14 Eylül’de geldiğimiz noktayı olumlu bir şekilde değerlendiren bir açıklama yapma fırsatımız olacaktır.
Hedef ortaktır. 2016 yılı çıkmadan bir sonuca ulaşmanın önemi öyle inanıyorum ki tüm taraflarca artık benimsenmiştir” dedi…
*
M.Akıncı, “Garantiler ve Güvenceler” konusunda ise ” Türkiye’yi tamamen dışlayarak bir garanti sistemi oluşturmanın ve Kıbrıslı Türklerin bunu kendileri için güvence olarak görmelerini beklemenin mümkün olmadığını” kaydetti.
“Kimse 1960’daki şartların aynen geçerli olduğunu söylemiyor. Eskiden noktası virgülü değişmez deniyordu, bu çağda bunu diyemezsiniz.
Haklarınızı gözetip endişelerinizi giderecek yeni formüller, yeni düşünceler üretmelisiniz.
Aylardır konuştuğumuz ve TC yetkililerinin ağzında şekillenen, onların da öngördüğü bir iki husus var” dedi.
*
M.Akıncı’nın garantörlük sistemi yerine, garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planını teklif ettiği,
N.Anastasiadis’in ise teklife sıcak baktığı ancak Ada’da konuşlanacak askerlerin Türkiye veya Yunanistan’dan değil üçüncü ülkelerden olmasını önerdiği iddia edildi…
*
Şimdi Kıbrıs sorununa kısa bir bakış gerekiyor:
BM girişimiyle Ağustos 2014’te başlatılan Kıbrıs Müzakereleri,
Siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu, iki bölgeli federasyona dayalı olması:
Birleşik Kıbrıs’ın BM ve AB üyesi olarak tek uluslararası hukuki kimliğe;
Kıbrıslı Türkler ile Rumların eşit ve tek egemenliğe sahip olmasını esas alıyor.
*
Teminen müzakereler;“Al-ver” süreci:
Kıbrıs’taki tarafların yanı sıra garantör ülkeler Türkiye ve Yunanistan’ın da yer alacağı dörtlü bir konferans düzenlenmesi:
Toprak, harita, güvenlik ve garantilerin bu konferansta karara bağlanması:
Konferansta liderler uzlaşı sağlarsa, çözümün iki halkın ayrı ayrı ancak eşzamanlı bir referanduma sunulması:
“Evet” halinde yeni ortaklık devletinin ilan edilmesi, “Hayır ” halinde Kıbrıs’ta çözüm bulunamadığının dünyaya ilan edilmesini öngören bir planlama doğrultusunda yürüyor.
*
1960 Ankara Anlaşması’yla Türkiye, Kıbrıs, İngiltere ve Yunanistan garantör sıfatı taşıyor…
Garanti Anlaşması’nda 1.madde; “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.
Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder” biçimindedir.
*
Rağmen Rum Temsilciler Meclisi’nin, Şubat 2010’da tüm dünyada tanınmayı sağlamaya yönelik aldığı,
“Avrupa Birliği’ne üye bir devlet olan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde garantiler ve garantörler düşünülemez” kararı,
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB ve BM üyesi bir ülke olmasına yol açmıştır…
Doğrusu, Rumlar geçmişte bunun gibi bir çok konuda Garanti Anlaşması’nı delmekte deneyimli ve mahirdir…
*
Bu noktadan hareketle süren müzakerelerde taraflar arasındaki sorun;
*
1- 1960 Ankara Anlaşmasına rağmen 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarından doğuyor.
Ankara Anlaşması Kıbrıs’ta “Türklerin” siyasi eşitliğini: İdareye etkin katılımını: Aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri: Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini: Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.
1963 Akritas Planı ise “Kıbrıs Halkı” anlayışına dayanıyor.
Bu Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesinin yolunu açıyor.
*
2- Bu yüzden 1968’den beri süren müzakerelerde ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşmalar sağlanamıyor.
Rumlar, BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirirken;
Türkler azınlık konumuna itilmiş, üstelik 2004′ te Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ye katılmıştır.
O nedenle, Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır…
*
İki ülke bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda,
Mayıs 2015’te yeniden başlayan toplumlararası müzakerelerde,
Yönetim ve Güç Paylaşımı: Ekonomi ve AB ile ilişkiler: Mülkiyet: Harita ve Yüzdelikler:Toprak ve Güvenlikler başlıklarını dönüşümlü olarak ele alıyor.
*
Ancak mültecilerin mülkiyet haklarını oluşturan mallarının iadesi: Verilecek başka bir konuta taşınmak: Tazminat konularında ciddi ayrılıklar bulunuyor.
Kıbrıs’ta ne Rum, ne de Türk tarafı finansal bakımdan tazminatların altından kalkamayacağı için gözler ABD ve AB gibi dış aktörlere çevrilmiştir.
*
Rumlar siyasi mülkiyet konusunu ise “Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğu noktasına taşımıştır.
Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi konusunda;
Türkiye’ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alanda askıya aldırma çabasını sürdürmekte,
Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılmasını talep etmektedir.
*
Nitekim, Yunanistan Başbakanı A.Çipras, Kıbrıs sorununda çözümün herkesin kendisini güvende hissedeceği bir formülde olmasını gerektiğinden yanadır.
“Kıbrıs’ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır ” tavrını sürdürüyor…
İngiltere de Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklamıştır…
*
Türkiye’nin Kıbrıs üzerine tarihsel hakları bir yana,
Bugün Kıbrıs, NATO’nun geleceğini belirleyen Stratejik Konsept Belgesinde önemli bir stratejik merkezdir.
Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin Avrupa’ya transferinde merkez rolü oynuyor.
*
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı M. Akıncı’nın teklif ettiği iddia edilen,
“Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planı”;
1-Ankara Anlaşmasıyla kazanılan Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımından ve aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerinden feragat etmesi,
2- Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinin bozulması,
3- Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesi:mülkiyet: toprak gibi konularda zarara uğranması,
4- Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye “Kıbrıs Adası ” olarak girmesi hâlâ tartışmalı bir konu iken,Türkiye’nin “Kıbrıs’ın karasularındaki ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarından” vazgeçmesi anlamına geliyor.
*
Ama bırakınız KKTC’yi, Türkiye’de hiçbir şeyin garantisi bulunmuyor.
Bu ülke 15 yıldan bu yana siyasi lider R.T.Erdoğan ve dini lider F.Gülen’in olmaz olası dini ve siyasi hayalleri doğrultusunda bir felâket yaşıyor.
Bugün biri diğerine darbe yapmıştır, dini kanat tasfiye edilirken siyasi kanattan hiç bir ödün verilmiyor.
*
Ne ki, R.T.Erdoğan ve dini lider F.Gülen’in sayesinde ABD emperyalizminin yapılandırdığı Yeni Türkiye’nin siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek,
Diğer ucunda ise devletin içine aldığı CIA ve MOSSAD istihbarat örgütleri yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıkların mevcudiyeti değişmiyor.
*
İşte bir karşılık ödeniyor ve Kıbrıs yavaş yavaş elden çıkıyor…
9.9.2016
Yazıları posta kutunda oku