Kürşad ZORLU
kzorlu77@gmail.com
Uluslararası Türk Akademisi, Kazakistan DevletBaşkanı Nursultan Nazarbayev’in inisiyatifi ile kurulmuş olan ve merkezi Astana’da bulunan bir araştırma ve bilgi üretim kurumu.Başkanlığına Prof. Dr. Darkhan Hıdırali’nin gelmesiyle birlikte büyük birsıçrama dönemi geçiriyor. Yaklaşık 2 ay önce yine Darkhan Bey’den bir telefon aldım. “Moğolistan’a gitmeye hazır mısınız?” dedi. Daha heyecanımı atlatamadan “KutlukKağan’ı(İlteriş) bulduk” dedi. Diğer bir haberi de sürpriz olarak o güne sakladığını ifade etti. Hiç düşünmeden “evet” dedik. Akademi görevlilerinin organizasyonu tamamlamasının ardından tarifeli uçakla başkent Ulanbatur’a yolculuğumuz başladı. Darkhan Bey heyetimizeBişkek’te katıldı. Ayak üstü konuşurken Cengizhan’ın 22. dedesinin adının Börteçine,sembolünün de Bozkurt olduğunu söyledi.Asena boyundan çıktığını düşündükleri eşinin adı da “Börte” imiş. Muhakkak ki bu tartışma çok su götürür. Cengizhan “Türk mü değil mi?” tartışması seyahatimizin amacı değildi. Ancak Hıdırali’nin dediği gibi Türk tarihi olmadan Moğol tarihinin Moğoltarihi olmadan Türk tarihinin yazılması güçtü. Cengizhan Havalimanı’na indiğimizde hava sıcaklığı 17 dereceyi gösteriyordu. Ulanbatur’daki kısa konaklamanın ardından kelle koltukta diyebileceğimiz bir kara yolculuğuna başladık. Moğolistan topraklarında söylenen, “Her Moğolun kendi yolu vardır” sözünün ne kadar gerçekçi olduğunu seyahatteki yolları görünce öğrenmiş olduk. Zira Ulanbaturil merkezinden çıkıp tarihi mekanlara yöneldiğimiz yol ayrımına girdiğimizde yön duygunuzu bir süre sonra kaybediyorsunuz. Uçsuz bucaksız bozkırda gece boyunca şoförün sezgi yeteneğiyle gittiğini zannediyorsunuz. Kazı alanına giderken ilk olarak OrhunNehri kenarında mola veriyor ve hazırlanan yemeklerden tadıyoruz.
Türk tarihi açısından önemli
Gece 04.00 sularında Şiveet Ulan (kırmızıtaşlarla kaplı kale demek) bölgesinde konaklayacağımız yere ulaşıyoruz. Küçük bir kasabayı andırıyor. Sabah uyandığımızda tek katlı evler, çadırlar, alçaktan uçan kartallar eşsiz bir manzara sunuyor. Yaklaşık 10 km. daha yol alıyoruz. Şargaynur Gölü’nün kenarında bir müddet vakit geçiriyoruz. El değmemiş bu tabiat harikalarından bozkırın pek çok yerinde var. Ve Kutluk Kağan’a ait olduğu düşünülen kazı alanına varıyoruz. Şiveet Ulan Valisi ve Belediye Başkanı bizi karşılıyor. Girişte sağ ve sol tarafta yakılmış ateşin arasından geçiyoruz. Geleneklere göre kazı alanına girerken arındırılıyoruz. Ötüken Vadisi’ne hakim bir tepenin hemen kenarındaki kazı çalışmaları Türk tarihi açısındanönemli bir keşif niteliği taşıyor.
İlk dini ibadet alanı
Akademi Başkanı Hıdırali’nin belirttiğine göre burasıTürklerin İslamiyet öncesindeki ilk dini ibadet alanı. Tepenin alt kısmındaki yazıt arama çalışmaları sürerken kısmen elde edilen bulgulara göre Koyun, Kurt, Aslan’dan oluşan balbaltaşları dikkat çekiyor.En önemlisi 64 boya ait damgalar bir taşın üzerine işlenmiş en üstte Türklerin hükümdar boyu olan Aşina (Asena) boyunun damgası yer alıyor. Bu izlenim kazı neticesinde Orhun Yazıtlarının öncesine, yani 2. Göktürk Kağanlığı’nın öncesine tekabül eden bir buluntuyu gün yüzüne çıkarıyor.Buna göre I. Göktürk Kağanlığı’na ilişkin bulgular üzerinde duruluyor. Kutluk Kağan’ın burada olduğu tahmin ediliyor. Belli ki önümüzdeki günlerde çıkan eserler Türk tarihine büyük ışık tutacak.
Türklerin milli içeceği kımız
Şiveet Ulan’dakiler bu çalışmaları çok önemsiyorlar. Zamanla bölgeye turistlerin geleceğini düşünüyorlar. Kazı alanını gezdikten sonra ilgili seminere katılmak üzere kazı alanının alt kısmında bizim için kurdukları çadırlara geçiyoruz. Burada geleneksel kıyafetleri ile pişirdikleri etleri geniş bir tepside sunuyorlar. Moğollar koyunu bizim yöntemlerimizle kesmiyorlar ve eti de sıcak taşla pişiriyorlar. Ama heyetimiz için bizim kurallarımıza uygun biçimde kestiklerini belirtiyorlar. Biraz ağır gelse de dağ havasıyla epey tüketiyoruz. Elbette çatal bıçak yok, parmaklarımızla…YanındadaTürklerin ilk milli içeceği kımız var. Doğrusu Türk dünyasında seyahat ederken daha önce böyle lezzetli bir kımız içmemiştim. Kımız üreticilerinin Moğollarla iş birliği yapmasında fayda var. Çadırda kaseyle verilen kımızı içerken bir sözü hatırlatıyorlar. “Tatlı kımızı bırakmaktansa karnım yarılsın…” Hava kararınca dev bir ateş yakarak bizi uğurluyorlar.
* * *
Türklerin ilk kutsal mabedi
05.09.2016 09:08
Kutluk Kağan’a ait olduğu düşünülen ve Ötüken Vadisi’ne hakim bir tepenin hemen kenarındaki kazı çalışmaları Türk tarihi açısından önemli bir keşif niteliği taşıyor. Burası Türklerin İslamiyet öncesindeki ilk dini ibadet alanı.
Kürşad ZORLU / MOĞOLİSTAN
ULUSLARARASI Türk Akademisi, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in inisiyatifi ile kurulmuş olan ve merkezi Astana’da bulunan bir araştırma ve bilgi üretim kurumu. Başkanlığına Prof. Dr. Darkhan Hıdırali’nin gelmesiyle birlikte büyük bir sıçrama dönemi geçiriyor. Yaklaşık 2 ay önce yine Darkhan Bey’den bir telefon aldım. “Moğolistan’a gitmeye hazır mısınız?” dedi. Daha heyecanımı atlatamadan “Kutluk Kağan’ı (İlteriş) bulduk” dedi. Diğer bir haberi de sürpriz olarak o güne sakladığını ifade etti. Hiç düşünmeden “evet” dedik. Akademi görevlilerinin organizasyonu tamamlamasının ardından tarifeli uçakla başkent Ulanbatur’a yolculuğumuz başladı. Darkhan Bey heyetimize Bişkek’te katıldı. Ayak üstü konuşurken Cengizhan’ın 22. dedesinin adının Börteçine, sembolünün de Bozkurt olduğunu söyledi. Asena boyundan çıktığını düşündükleri eşinin adı da “Börte” imiş. Muhakkak ki bu tartışma çok su götürür. Cengizhan “Türk mü değil mi?” tartışması seyahatimizin amacı değildi. Ancak Hıdırali’nin dediği gibi Türk tarihi olmadan Moğol tarihinin Moğol tarihi olmadan Türk tarihinin yazılması güçtü. Cengizhan Havalimanı’na indiğimizde hava sıcaklığı 17 dereceyi gösteriyordu. Ulanbatur’daki kısa konaklamanın ardından kelle koltukta diyebileceğimiz bir kara yolculuğuna başladık.
Moğolistan topraklarında söylenen, “Her Moğolun kendi yolu vardır” sözünün ne kadar gerçekçi olduğunu seyahatteki yolları görünce öğrenmiş olduk. Zira Ulanbatur il merkezinden çıkıp tarihi mekanlara yöneldiğimiz yol ayrımına girdiğimizde yön duygunuzu bir süre sonra kaybediyorsunuz. Uçsuz bucaksız bozkırda gece boyunca şoförün sezgi yeteneğiyle gittiğini zannediyorsunuz. Kazı alanına giderken ilk olarak Orhun Nehri kenarında mola veriyor ve hazırlanan yemeklerden tadıyoruz.
Şiveet Ulan’da büyük keşif
Gece 04.00 sularında Şiveet Ulan (kırmızı taşlarla kaplı kale demek) bölgesinde konaklayacağımız yere ulaşıyoruz. Küçük bir kasabayı andırıyor. Sabah uyandığımızda tek katlı evler, çadırlar, alçaktan uçan kartallar eşsiz bir manzara sunuyor. Yaklaşık 10 km. daha yol alıyoruz. Şargaynur Gölü’nün kenarında bir müddet vakit geçiriyoruz. El değmemiş bu tabiat harikalarından bozkırın pek çok yerinde var. Ve Kutluk Kağan’a ait olduğu düşünülen kazı alanına varıyoruz. Şiveet Ulan Valisi ve Belediye Başkanı bizi karşılıyor. Girişte sağ ve sol tarafta yakılmış ateşin arasından geçiyoruz. Geleneklere göre kazı alanına girerken arındırılıyoruz. Ötüken Vadisi’ne hakim bir tepenin hemen kenarındaki kazı çalışmaları Türk tarihi açısından önemli bir keşif niteliği taşıyor.
İlk dini ibadet alanı
Akademi Başkanı Hıdırali’nin belirttiğine göre burası Türklerin İslamiyet öncesindeki ilk dini ibadet alanı. Tepenin alt kısmındaki yazıt arama çalışmaları sürerken kısmen elde edilen bulgulara göre Koyun, Kurt, Aslan’dan oluşan balbal taşları dikkat çekiyor. En önemlisi 64 boya ait damgalar bir taşın üzerine işlenmiş en üstte Türklerin hükümdar boyu olan Aşina (Asena) boyunun damgası yer alıyor. Bu izlenim kazı neticesinde Orhun Yazıtlarının öncesine, yani 2. Göktürk Kağanlığı’nın öncesine tekabül eden bir buluntuyu gün yüzüne çıkarıyor. Buna göre I. Göktürk Kağanlığı’na ilişkin bulgular üzerinde duruluyor. Kutluk Kağan’ın burada olduğu tahmin ediliyor. Belli ki önümüzdeki günlerde çıkan eserler Türk tarihine büyük ışık tutacak.
Türklerin milli içeceği kımız
Şiveet Ulan’dakiler bu çalışmaları çok önemsiyorlar. Zamanla bölgeye turistlerin geleceğini düşünüyorlar. Kazı alanını gezdikten sonra ilgili seminere katılmak üzere kazı alanının alt kısmında bizim için kurdukları çadırlara geçiyoruz. Burada geleneksel kıyafetleri ile pişirdikleri etleri geniş bir tepside sunuyorlar. Moğollar koyunu bizim yöntemlerimizle kesmiyorlar ve eti de sıcak taşla pişiriyorlar. Ama heyetimiz için bizim kurallarımıza uygun biçimde kestiklerini belirtiyorlar. Biraz ağır gelse de dağ havasıyla epey tüketiyoruz. Elbette çatal bıçak yok, parmaklarımızla…Yanında da Türklerin ilk milli içeceği kımız var. Doğrusu Türk dünyasında seyahat ederken daha önce böyle lezzetli bir kımız içmemiştim. Kımız üreticilerinin Moğollarla iş birliği yapmasında fayda var. Çadırda kaseyle verilen kımızı içerken bir sözü hatırlatıyorlar. “Tatlı kımızı bırakmaktansa karnım yarılsın…” Hava kararınca dev bir ateş yakarak bizi uğurluyorlar.
Bir yanıt yazın