Türkiye, bir taraftan üç terör örgütü ile boğuşurken, diğer taraftan da hızla Tayyip Erdoğan tipi başkanlık sistemine ve kuvvetler birliğine doğru götürülüyor.
Adli yıl açılışının Cumhurbaşkanlığı’na ait bir salonda yapılması, bu girişimlerin son halkası gibi görünüyor ama asıl sorun dış politikada yaşanıyor. Anayasal olarak hiçbir sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanı, dış politikayı kendi eline almış durumdadır. Başbakan’ın bu konuda hiçbir dahli yoktur!
* * *
Türkiye, çok partili hayata geçtikten sonra, kuvvetler birliğinden daha ileri bir aşama sayılan kuvvetler ayrılığına geçmişti. AKP ise yasama ve yürütmeyi kontrol altına aldıktan sonra yargıyı da 12 Eylül referandumunda kabul edilen anayasa değişikliği ile cemaatin tam kontrolüne vererek egemenliği kendi ellerinde toplama girişiminde bulunmuştu. Cemaat yargısı, kendisine de soruşturma başlatınca, Erdoğan, Meclis’in üstün olduğundan bahisle üç kuvvetten biri olan yargıyı etkisizleştirmeye çalıştı. Bu mücadele başladığında, Yeni Şafak’ta Yusuf Kaplan, 21 Şubat 2014 tarihli yazısında “Eğer Cemaat’te Bediüzzaman’dan zırnık kadar bir iz, bir eser varsa, kendilerini 15 kat büyüten Tayyip Erdoğan’ın ipini çekme aymazlığına derhal son verir!” diyordu.
Oysa mesele, sadece cemaat meselesi değildi!
Öyle olsa, 15 Temmuz Türkiye’yi teslim alma girişimi başarısız olunca, PKK, IŞİD ve PYD devreye giremezdi! Bu terör örgütlerini kullanan gücün aynı merkez olduğunu ancak şimdi herkes kabul ediyor!
* * *
İzmir’deki Askeri Casusluk Davası’nda tutuklanan askerlerden Deniz Üsteğmen Onur Süer’in avukatı K.N. Güleşen, davanın, İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne 10 Ağustos 2010 tarihinde, ABD-Baltimore kaynaklı olarak gönderilen bir e-posta ile başlatıldığını ortaya çıkarmıştı.
İhbar mektubunun gönderildiği IP adresi mevcut olmasına rağmen, bu ihbarın nereden ve kim tarafından gönderildiği savcılıkça araştırılmadı. Güleşen, ihbarın ABD-Baltimore’dan, CIA merkezinin de bulunduğu bölgeden gönderildiğini delilleriyle birlikte mahkemeye sunmuştu.
Ancak FETÖ’cü hâkimleri bu konuyu kapattı. Zaten Fehmi Koru, Kanal 7 haberlerinde “Ergenekon’un tasfiyesine 5 Kasım 2007’de Tayyip Erdoğan-George W. Bush görüşmesinde karar verildi” demişti.
Dolayısıyla egemenlik, Türk ordusuna operasyon yapan CIA’ya devredilmişti.
CIA, FETÖ üzerinden Türk ordusuna operasyon yapıyor, siyasi iktidar da buna imkan sağlıyor, soruşturmaların başına özel yetkili savcı atamaları yapıyordu!
* * *
Peki bunun sebebi neydi? AKP, meşruiyetini ABD ve AB’de arayıp iktidar olmuştu. Öyle ki partiyi kurduğunda, Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı ile görüşebilmek için ABD’yi devreye sokmuştu! AKP programı da ABD’den gönderilmişti
ABD ve AB’nin dayatmalarının temelinde ise Sevr vardır. Sevr’in temeli ise Türkiye’den Ermenistan ve Kürdistan adlı iki devlet çıkarmayı öngören Wilson Prensipleri’dir.
ABD ve AB’nin her vesileyle Kıbrıs, Ermeni soykırımı ve Kürtlere özerklik dayatmalarında bulunmasının sebebi budur!
Açılım sürecinin mimarı da CIA’dır.
* * *
Artık yeni bir durum var! Erdoğan meselenin arka planını anladığını belli ediyor ama Suriye politikası ile hâlâ kendi bindiği dalı kesiyor… Hâlâ, Esad’ın 600 bin kişinin katili olduğunu söylüyor!
Bence, Erdoğan, meseleye sadece Türkiye açısından bakmalı… Ancak böyle yaparsa, kendi konumunu da koruyabilir!
Arslan BULUT, 6 Eylül 2016
Bir yanıt yazın