Suriye’nin İsrail’e karşı direniş cephesinin en ön saflarında yer alması tehdit unsuruydu.
2011’den önce Suriye devletine darbe indirmeye çalışılmış ama her defasında başarısız olunmuştu.
2011’de ABD ve İsrail, Suriye halkını desteklemek bahanesiyle içeriden Esad yönetimine zorluklar çıkardılar…
*
Uluslararası hukukta devletlerin R2P denen sorumluluğu (Responsibility to Protect) esas aldılar ve Suriye’ye bir vekâlet savaşı açtılar.
ABD, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar ve Türkiye’nin dünyanın dört bir yanından getirdikleri teröristleri Suriye topraklarına sızdırmaya ve onları askeri teçhizat, silah ve para ile desteklemeye başladılar…
*
Cumhurbaşkanı Beşşar El Esad dünyaya, “Suriye’de olanlar on yıllardır bölge için planlananların bir bölümünü oluşturuyor.
Sykes-Picot’un torunları hala bölme rüyası görüyor.
Hedefleri kimliğimizi ve kültürümüzü yok etmektir.
Politikalarıyla ve Arap sahasında oynadıkları rolle uyumlu Araplaştırılmış Lig istiyorlar.
İsrail’e benzeri görülmemiş ve makul olmayan bu nezaket ve Suriye’ye karşı gösterilen kararlılık ve baskı nasıl açıklanabilir?” mesajı verdi.
*
Suriye’deki olaylar henüz başlamamıştı ama Türkiye’de AKP hükümeti sınırdaki mayınları kaldırmıştı.
Olayların başlamasından 1 ay sonra Hatay merkez ve Yayladağı sınır kapısı arasındaki yolun genişletme çalışmaları tamamlandı.
Yayladağı sınır kapısına 5 dakika mesafedeki Tekel Tütün Fabrikası mültecileri ağırlayacak hale getirildi…
Sonra çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 250 kişilik Suriyeli grubu, Hatay’ın Yayladağı sınırındaki tel örgüleri aşarak Türkiye tarafına geçti…
Giderek milyonlarca insan Türkiye’ye geçerken, Türkiye toprakları ve sınırları teröristlerin cirit attığı ve Suriye’ye rahatça geçtiği bir alana dönüştü…
*
Cumhurbaşkanı Esad, “Suriye lâik olan tek Müslüman Arap devletidir.
Lâik ülkede mezheple uğraşılmaz.
Suriye’yi karıştırmak için olayı mezhep boyutuna indiriyorlar.
Her adımı atarım ama din eksenli şeriat partilerine izin vermem.
Laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem.
Türkiye için PKK neyse, Suriye için İhvan-ı Müslimin de o’dur” diyor ve Türkiye kanalıyla ülkesine uygulanmak istenen modele direniyordu…
*
Recep Tayyip Erdoğan için daha ilk dakikadan itibaren mülteciler hep bir hassasiyet konusu oldu.
Çünkü Erdoğan’ın hesaplarına göre Esad üç ay içinde gidecek, Suriye’ye yönelik politikaların dolgu malzemesi olan göçmenler ise geri gönderilecekti…
Zaman geçtikçe daha iyi bir yaşam, BM kayıtlarına girmek ve yardım almak, terörden kaçmak vb. saiklerle Suriye dışına göçenlerin hepsinin Esad’ın zulmünden kaçtığı iddia edildi.
Bu süreçte mülteci bir çok kadın, erkek ve çocuk göç yollarında can verdi.
Bugün mülteciler kaybolmuş hayatlarıyla hem Suriye hem Avrupa ülkelerine karşı baskı unsuru olarak kullanılıyor hem de ucuz kalifiye eleman ihtiyacını karşılıyor.
Türkiye bu insanları halâ gerektiğinde geri gönderebilmek için mülteci statüsünde değil misafir statüsünde tutuyor…
*
İşte, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin’deki G20 Zirvesi ardından yaptığı açıklamada;
“Topraklarında 3 milyon Suriyeli ve Iraklıyı şu anda barındıran bir ülke olarak Türkiye, bu konunun en önde gelen muhataplarından biridir.
3 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken bizim şu ana kadar yaptığımız harcama 12 milyar doların üzerindedir.
Bunun yanında STK’larımızın yaptıkları harcamaları da ele aldığımızda 25 milyar dolara ulaşmaktadır” diyor…
*
Nasılsa Türkiye, herkesin keyfince yaşadığı bir ülkedir.
Erdoğan’ın Türkiye’de laik Cumhuriyet rejimi yerine,
Osmanlıcı vizyonuyla Sünni ile Şii dünyası arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatmayı öngören bir strateji izlemesi,
Suriye Kuzey’ini ve Irak Kürdistan Bölgesi’ni petrolüyle birlikte Misak’ı Milli topraklarına katma keyfiliği;
Türkiye’ye 25 milyar dolarlık bir fatura yüklemiştir ki; insan olanın dudağı uçukluyor…
*
Daha kötüsü Türkiye, Suriye’de ve Irak’ta radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmek ve savaşa salmak:
Diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek:
Başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak:
İnsan hakları saygılı olmamak:
Barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak:
Hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak fiilleriyle de itham edilir olmuştur.
*
Özellikle Erdoğan, Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanıyor.
Rusya, bu yasa dışı ticarete Türkiye’nin üst düzey siyasi yönetim kadrosu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin karıştığına ilişkin;
İşte, İŞİD terör örgütünün Suriye ve Irak’ta yasal sahiplerinden çaldığı petrolün ana tüketicisinin Türkiye olduğu:
IŞİD’in petrolü Türkiye’de iki limana gönderdiği:
Bir kısmının depolandığını, bir kısmının kaçak rafinerilerde işlendiği:
Kerkük – Yumurtalık boru hattından gelen petrolün şaibeli olduğunu gösterir belgeleri,
Karapara aklama faaliyetleriyle mücadele eden Mali Eylem Görev Grubu’na (Financial Action Task Force -FATF ) ve BM Güvenlik Konseyine vermiştir.
*
Bu Türkiye’de yaşayan bir çok kör, sağır ve dilsize rağmen dehşet bir suçlamadır.
Zaten B.Esad, Erdoğan için “Şahsi çıkarları için ülkesinin tümünü feda eder.
Çok şey satın alıp satarak Arap ve İslam arenasında kendilerine yer bulmaya çalıştı.
Efendilerinin kendilerine biçtikleri rolü aşıp, kendilerine izin verilenin çok ötesine gitti.
Bu rolden geri adım atması gerekiyordu ama Suriye’nin rolünde ısrar etmesi sıkıntı yaratmıştır.
Bu nedenle Suriye davası, o’nun için sıkıntı yaratan ölüm kalım meselesi haline gelmiştir” ithamında bulunuyor…
*
Nitekim Suriye İç Savaşı’na siyasi çözüm sağlama ve halkın acılarına son verme yönünde ilerlemenin sağlandığı her defasında,
ABD,Suudi Arabistan, Katar ve başta Türkiye olmak üzere kimi taraflar kasıtlı bir şekilde bu çabaları engellemek ve Suriye hükümetini suçlamak için asılsız hamleler başlattıkları dikkat çekiyor.
Bu ülkeler her defasında Cenevre’de yapılması beklenen görüşmeleri engelliyor.
*
Çünkü Cenevre’de “Suriye İç Savaşı’nın Siyasi Çözümü”; Rusya ve Çin için BM’in yeniden yapılandırılmasının fırsatına dönüşmüştür.
Şimdi BM statüsünün değişmemesini isteyen ABD,Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere kimi ülke “Esad’sız”;
*
Suriye de savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini,
Söz konusu suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesini,
Bunun hem hukukun üstünlüğü, hem de savaş hukukunun geçerliliği ve gelişmesindeki öneminden hareketle,
Yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın bu bileşkeden çıkarılmasını,
Bu sistematik hukukun, BM’de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına yol açmasını talep eden Rusya, Çin ve kimi ülke de “Esad’lı” siyasi çözümü istiyor…
*
Ne ki, Suriye sorunu B.Esad’ın söylediği gibi bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişesel davası olmuştur.
Çin’de G-20 Zirvesi ardından, “Şu an itibariyle Suriye’de öldürülenlerin sayısı 600 bini aşmıştır.
600 bin insanın öldürüldüğü bir yerde halâ katil Esed’in görevinde kalmasını, durmasını savunmak insanlık adına bizler için utanç vericidir.
Mazlumlara kucaklarını açmaları gereken ülkelerin tam tersine sınırlarını kapatma telaşına girmelerini de ibretle seyrediyoruz”diyor.
Bunun anlamı “Ahh! Bir maraza çıksa, Esad ölse ve Suriye’de işlenen tüm suçlar ona yüklense”dir…
*
Maraza çıkarmak!
Nitekim 23 Ağustos 2016’da, Erdoğan ve Iraklı Kürt lider Mesut Barzani Ankara’da, PKK’nın Irak dağlarındaki kamplarını yok etmek için bir ittifak oluşturdular.
Aynı gün, TSK Suriye topraklarına girdi ve Cerablus kentini IŞİD’in elinden aldı.
Bu harekat İŞİD’in Türkiye’nin patronajında olması nedeniyle çatışma olmaksızın gerçekleşti.
Zaten bugüne kadar TSK ile IŞİD arasında ne burada, ne de başka bir yerde hiçbir zaman çatışma yaşanmamıştı.
*
Mesut Barzani’nin ziyaretinin ertesi günü, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden de Türkiye’deydi.
YPG’den Fırat’ın batısından çekilmesini istedi, aksi takdirde Washington’un Kürtlere verdiği her türlü desteği keseceğini açıkladı.
*
Halbuki ABD, Münbic kentinin Türkiye aracılığıyla dolaylı olarak desteklediği IŞİD’in elinden alınması için YPG ve bazı Arap ve Hıristiyan paralı askerlerinin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerini doğrudan desteklemiş,
Münbic alınınca da şimdi YPG’yi yeni ele geçirdiği yerleşimden ayrılmaya zorluyordu…
*
TSK Cerablus’ta kazandığı avantajı daha da ileri götürmek üzere Münbic’e yaklaşarak ilerlemesini sürdürünce,
Bu defa ABD; YPG’ye tanksavar füzeleri verdi.
YPG bunları önce Türk tanklarına ardından da Diyarbakır Havalimanına karşı düzenlediği saldırıda kullandı.
Türkiye mesajı almıştı ve TSK Münbic’e yaklaşmadan geri çekildi.
Washington, Kürdistan’ın kurulması konusunda bir yön değişikliği mi yapmıştı?
Kesin olan şey ise ABD ve YPG arasında karşılıklı olarak ateş açılmaması için resmi bir mutabakata varılmış olmasıydı.
*
Bu sırada Erdoğan, Çin’de gürlemeye devam etmektedir.
“Sınırımızda 95 kilometre uzunluğunda, 40 kilometre içeriye doğru bir güvenli bölge oluşturmak suretiyle burada mülteci sorununu çözebiliriz, onları burada iskan edebiliriz diye ısrarla söyledik.
Bu teklifin hayata geçirilmesi konusunda üzüntüyle belirtmeliyim ki hiçbir ülke somut bir adım atmadı.
Tam tersine Suriye krizi daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı,bir yandan ülke içinde can kayıpları ve terör örgütlerinin faaliyetleri, diğer yandan da tetiklediği sığınmacı dramıyla dünyanın kanayan yarası olmayı bugün de sürdürüyor” dedi.
*
Doğrusu ABD, Erdoğan’ın önerilerini başkanlık seçimleri yüzünden savsaklamıştır.
Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov ise “Suriye’de ateşkese ve bu ülkedeki krizin barışçıl çözümüne alternatif olarak ortaya atılan “kara operasyonu hazırlıkları, tampon ya da uçuşa yasak bölge oluşturulmasına dair ne olduğu belirsiz öneriler kabul edilemez.
Suriye’de kanların akıtılmasına son vermek için bölgede istikrarın sağlanmasının dış güçlerin jeopolitik çıkarları ve yeni imparatorluklar kurma hayallerin üstünde tutulması gerekiyor” diyor…
*
Ama bu R.T. Erdoğan’dır,dur-durak bilmiyor.
Bu kez de “Madem PYD, Münbic’i terketti, orayı Özgür Suriye Ordusu işgal etsin” teklifinde bulunuyor.
*
M.Ö 8.yüzyılda Romalı Şair Horatius Flaccus, ” En iyi zırh hedeften uzak durmaktır “diyor.
Keşke bu umde Erdoğan’ın da fıtratında olsaydı…
7.9.2016