Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB söz konusu olduğunda “Vize muafiyeti uygulanmazsa sığınmacı anlaşması devam etmez” diyor…
AB ise “Türkiye’deki gelişmeler endişe verici çünkü göç, diplomatik ilişkilerimizde bile müthiş bir baskı silahı haline geldi. Yaşanabilecek bir göç akını Avrupa için yıkıcı bir şey olur” düşüncesindedir.
AB, “Erdoğan insan haklarını hatırlasın, ama biz de aralarında Libya’nın da bulunduğu bazı ülkeleri yönetenleri kovmak suretiyle demokrasi ve daha iyi dönemlerin geleceği düşünüldüğü zaman Arap Baharı’nın nasıl sonlandığını hatırlayalım” diyor…
*
Bu ifadeyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Arap Baharı’nın sonlanmasının nedeninin, İslam düşüncesi ve pratik siyaset geleneğinin İslami sayılabilecek bir siyaset teorisine sahip olmadığı hatırlatılıyor.
Şimdilerde “İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması” ve “bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı” yoluna girildiğine dikkat çekilerek, demokratik bir uyarı yapılıyor.
*
Çin Halk Cumhuriyeti de Suriye’de Esad hükümeti ile daha yakın askeri işbirliğine gün sayıyor.
Çin yönetimi, Suriye’de müdahale arayışlarının bir nedeni olarak Şincan’daki Uygur nüfusundan İslamcıların, hem IŞİD’e hem de El Kaide’nin Suriye koluna katılımına atıfta bulunuyor.
Çin Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının Suriye’de konuşlanarak 3 bin civarında Uygur cihatçıyı bombalayacağı bildiriliyor…
*
Moskova ise Ankara ile ilişkilerinin normalleşmesi yolunda Türkiye üzerinden Suriye’ye giden silah ve cihatçı akışının kesilmesi konusundaki baskısından vazgeçmiyor.
Türkiye’den Suriye sınırını kapatmasını ve BM’in aldığı karar doğrultusunda insani yardımların denetlenmesi için uluslararası gözlemcilerin yer aldığı kontrol noktaları kurmasını talep ediyor.
Ankara’nın Suriye sınırında önlemleri artırmasını istiyor ki, bu AB ülkeleri tarafından da dile getiriyor…
*
Nitekim Rusya, Türkiye üzerinden Kafkas Federal Bölgesine geçiş yapabilecek cihatçı ve mültecilerin önünü kesmek üzere bölgeyi güvenlik açısından en yakın ordusuyla destekleyerek güçlendiriyor.
Çünkü korkulu rüya görmek istemiyor.
*
Zaten NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ‘Intermarium’ denilen Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede bir çatışma alanının oluşması anlamına geliyor.
AB’nin Doğu Ortaklığı Programı,Ukrayna’daki çatışmayı tetiklemiştir şimdi bu bölgenin paylaşılmasının;
Transdinyester, Abhazya, Güney Osetya, Dağlık Karabağ, Novorusya gibi tanınmamış ya da kısmen tanınmış devletlerin sınırlarının belirlenmesi ve statülerine çözüm getirilmesinin yoluna bakılıyor.
Finlandiya’dan Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzanan bu geniş coğrafyada ABD-Rusya rekabeti alevlenmiş bulunuyor…
*
Bir de ABD’li finans spekülatörü George Soros’un Putin’i devre dışı bırakmak ve Rusya’yı istikrarsızlaştırmak isteği ortaya çıkmıştır.
Buna göre Soros medya operasyonları, eğitim, kültür etkinlikleri gibi yumuşak güç unsurlarıyla muhalefeti güçlendirmenin yanı sıra bölgeye çok sayıda sığınmacı ve cihatçı göndermeyi planlamaktadır.
*
Bütün bunlar bugün Rusya’nın esas sorununu;
“Sovyetler Birliğinde etnik azınlıklar yoktur” biçimindeki yıkılmış bir ideolojinin yerine nasıl bir geleceğin inşa edilmekte olduğuna ilişkin tartışmaları belirliyor…
*
Ruslar 18.yüzyılın başında karşılaştıkları “Ulus” kavramını en az üç farklı anlamda; halk: imparatorluk: siyasi kararlar üzerinde belirleyici olan soylu tabaka anlamında kullanırken,
1789 Fransız ve 1848 Avrupa devrimleri zamanında “ulus”kavramının kapsayıcı olduğu kadar dışlayıcı olduğunun farkına varmış,
19.yüzyıl Rusya’sında “Ulus” kavramı siyasi özgürlükle birlikte anılmış,
19.yüzyılın sonunda “Ulus” kavramı bu kez siyaset söyleminin merkezine oturmuştur.
*
Sovyetler zamanında ise “Sovyet” kavramı her kapıyı açıyordu.
“Yurtseverlik” olumlu bir anlama sahipti.
“Milliyetçilik” de vardı ama burjuva inancı olduğu için kötüydü.
“Enternasyonalizm” proleterdi, komünistti ama iyiydi.
“Kozmopolitanizm” ise köksüzdü, burjuvaydı ve lanetleniyordu…
*
Bugün sol çökmüştür ve önceleri “ulusun rakibi sınıf” iken, şimdi ulus kavramı üzerine sıcak bir tartışma yaşanıyor.
Her durumu kapsayacak ve herkesin üzerinde uzlaştığı bir tanım henüz yapılamamıştır.
O yüzden Rusya Federasyonunda “Ulusal Toprak Hakları” üzerinde giderek büyüyen sorunlar yaşanıyor…
*
Rusya Federasyonunda ulusal yöre anlamında 22 cumhuriyet, 1 özerk oblast (İl) ve 9 özerk okrug (ilçe),
Ayrıca Devlet Başkanı Putin’in yaptığı birleştirmeler sonucu statüleri düşürülmüş okruglar,
Ulusal yöreler dışında 7 kray (büyük il), 48 oblast ve 3 federal kent daha bulunuyor.
Bu birimlerin parlamentolarının yasa çıkarma yetkileri yoktur, yetki sadece Moskova’daki Rusya Federasyonu Parlamentosu’na aittir.
Kırım ile 22 olan cumhuriyetlerin ise kendi yasama ve yürütme organları vardır.
*
Rusya Federasyonun tamamında resmi dil Rusçadır.
Cumhuriyetler kendi yerel dillerini Rusça ile birlikte resmi dil yapabiliyor ancak bazı uygulama ve hukuki dayanaklarla desteklenmediği için o dil eşit düzeyde kullanılamıyor, bu yüzden bu dilleri konuşanların sayısı giderek azalıyor.
Yerel liderler bunun bir asimilasyon politikası olduğunu savunuyor…
*
Rusya Federasyonu kanunlarla kendini seküler bir devlet olarak tanımlıyor.
Rusya Anayasası, “kişisel veya belirli gruplarla birlikte herhangi bir dine bağlı olma veya olmama, özgürce dinini seçme, bir dine mensup olma, onu yayma ve onun gereğince hareket etme vicdan ve din özgürlüğünü” garantiye alıyor.
Ancak halkların ulusal bir kimlik etrafında toplanabilmesi için din vurgusu mümkün olduğunca öne çıkarılıyor.
ABD’nin Evanjelik Protestanlığı güçlendirmesi gibi Devlet Başkanı Putin de Ortodoks Kilisesi’ni mümkün olduğunca güçlendirmeye çalışıyor.
Protestanlık, Katoliklik, Müslümanlık ve diğerleri baskı altında tutuluyor.
*
Ruslar köylülükten henüz kurtulamamıştır ve bu ülkede kente göçün önünde;
Önce bir konutun olması gerekiyor,oturma ve çalışma izni alınması gibi çeşitli kısıtlamalar bulunuyor.
*
Kısacası Dil,Din ve Göç gibi özgürlüklerde ve daha bir çok örnekte Rusya Federasyonu üzerindeki halkların;
“Ulusal Toprak Hakları” üzerinde giderek büyüyen sorunları oluşuyor.
*
Bu yüzden Rusya Federasyonu için, Türkiye üzerinden Kafkasya Federal Bölgesine geçiş yapabilecek cihatçı ve mültecilerin önünü kesmek çok önem arzediyor.
Nasılsa Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan; ABD’nin bir dönem Pakistan’a verdiği rolü Türkiye’de uyguluyor gibidir.
Mesela PYD güçlerinin eline geçen Menbic’i kuşatma altında tutan IŞİD militanlarının kayıp vermeden kenti teslim etmeleri gibi bu defa İŞİD militanları elini kolunu sallayarak Cerablus’u terketmiştir.
Peki, nereye gidiyorlar?
Çoğu Amerikan pasaportlu Çeçen, Gürcü, Suudi, Mısırlı, Sincan Özerk Bölgeli,Türk ve Avrupa’nın hemen her ülkesinden İŞİD mensubu teröristlerin;
Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgede yeni bir Veziristan kurduğu belirtiliyor.
*
Niçin? IŞİD güçlerinin bir gün Esad’a karşı savaşmak ya da ABD’nin başka bir savaşında yer almak üzere yedeğe çekildikleri söyleniyor…
Bu teröristlerin Batı ya da İslamdan gayrisinin düşmanı da oldukları da biliniyor.
O yüzden AB ve Rusya Federasyonu, Dünya İslamcılarının lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan olduğu kadar mültecilerden ve cihatçılardan da tırsıyor…
30.8.2016
Bir yanıt yazın