Adı Fetullah idi, Fethullah oldu, uhrevilik kattı adının anlamına, kestane pazarı imamıydı, dünya imamı oldu. İlkokul mezunu bir imam iken, profosörlere masal anlattı, onlarda, kafa önde huşu ile dinlediler. Bu ağlanası durumlar yaşanırken o, okullar açtı, açtı açtı…
Eski Sovyetler Birliği dağılınca, ilk oradan başladı, zamanla CIA’ya istihbarat sağladığı anlasılınca okulları kapatıldı, Türkçe öğretiyor denildi, aslında önce ingilizce öğretiliyormuş. Din iman öğretiyor dediler, din ile alakası bile yokmuş meğer. Soyadı ”Gülen ” diye tanındı, oysa hep ağladı. Yıllarca sümüğünü kazağına silişini ibretle izledik. Gözlerinin altındaki morlukları solcular kokain kullanıyor diye yorumlarken, yoluna baş koyanlar günlük bir iki saat uykuyla duruyor o yüzden göz altları şiş dediler. iki zeytin ve sirkeye ekmek banarak besleniyor dediler, sirke göbek yaparmı izahat veren olmadı!
1995 lerde DGM’de aleyhinde tek tanık olan Eyüp Kayar’ın anlattıkları ibretlikti, o zaman çok uçuk gelen şeyler aslında gayet doğruymuş. Savcılar, hakimler, polisler, askerler, generaller, valiler, müfettişler, kaymakamlar ve daha nice makamları ilmek ilmek işlemiş, bu günkü tabirle çokta örtüşen paralel bir devlet olmuşlar, kimsecikler uyanmamış. Uyananlar ve uyarmaya çalışanlar da rahmetli olmuş ve faili meçhuller arasındaki yerini almış aslında.
Sakal bırakmayışını tedbir diye açıklarken, Hacca hiç gitmemiş, oysa vatikan’a gitmiş. Kur’an tilavet ederken duyan varmı bilmem, varsa da bayramlık olur, kutsal kitabı kaldırmış yerine kendi sohbetlerini koymuş. Anlattıkça sinirimin bozulduğu, takiyye kokan, sinsilik kokan faaliyetleri saymakla bitmiyor veselam.
Kimilerine göre haşhaşi, çünkü, müridlerinde beyinler uyuşmuş. Haşhaşinin ne olduğunu anlamak için tabi Hasan Sabbah’ı bilmek lazım, Alamut kalesini bilmek lazım.
Kimilerine göre Ermeni ve Yahudi karışımı.
Kimilerine göre CIA ajanı, kimilerine göre Vatikan’ın gizli kardinalı, kimilerine göre günümüzün Lawrence’si.
Kimilerine göre diye başlayan sıralama epey devam ediyor.
Müridlerinin nur gördüğü şişik gözlerinde bizler çirkin bir sümüklü gördük yıllarca. Aslında bu konudaki tespitleri en iyi yapanlar sol kesimdi. Haklarını yememek lazım. İşin doğrusu solcuların dini oluşumlar konusundaki, yani cemaat ve tarikatler konusundaki yaklaşımlarını dikkate almak lazım, onların inanç zayıflığından veya seküler bakışlarından dolayı, önyargılı yaklaştığını düşünen bizler, aslında bu tabirlerin birincil muhataplarıymışız da farkında değilmişiz.
Ve… Türkiye 40 yıl kaybetti,
Türkiye bir nesli böyle kaybetti, Nasıl mı kaybetti?
Evleneceği kızı abi dediği adama soran, değiştireceği işi abi dediği adama soran, toplumsal olaylarda nasıl düşüneceğini abi yada ablalarına soran bir nesil yetişti. Ve bu nesil bugün 40 li yaşlarında…
Yani adam hakim olmuş, ama bağımsız karar mekanizması gelişmemiş, doktor olmuş ama, kime oy atacağını, imam diye tabir ettikleri abilerine soruyor, tatile gidecek izin alıyor.
Odtü mezunu adamlar bu mantalite ile yıllarca Kazakistanda, Afrikada,, Balkanlarda ya da dünyanın herhangi bir yerinde 200 dolara öğretmenlik yaptı, hizmet diye tabir ettiği bu az ücretli köleleşme faaliyetlerini yaparken yaptıklarını hizmet diye gördü ve karşılığını öbür tarafta kat be kat fazlasıyla alacağını düşündü.
Şimdi bu yapının Hindistandaki kast yapılanmasından ne farkı var derseniz aslında pek farkı yok.
Niye böyle? sorusunu soranlara; ”öbür tarafta kralsın be oğlum” deyip modern köleliklerini yapmaya devam etmeleri için motive ettiler yıllarca.
Ağlayan Fetullah Gülen, evlenmeyişini kendini islama hizmet etmek için adamak diye açıkladı muhatablarına, oysa Hz. Peygamber evliydi, eğer evli olmak bir konuda hizmet için engel teşkil etmiş olsaydı Hz Muhammed evlenmezdi, yada bu zat kendini ondan bile üstün görmüş olmalı ki bak o bile evlendi ama ben kendimi tamamen hizmetime adadım demek istedi.
Soru şu? Peki bu zat eşcinsel olamazmı? Pekala olabilir, bizi de ilgilendirmez kendi tercihidir, insanlar bu soruları içinden sordu hep, dile getirenler hep marjinal gruplar oldu. Hz isa evli değildi, en azından hristiyan inanışı bu, belki de Aytunç Altındal’ın Gülen için, bu adam Vatikan’ın gizli kardinali dediği doğruydu. Kaldı ki Hz isa ‘nin bile Mari Mağdelen isminde bir eşi olduğu dile getirilmeye başlandı ama cesaret edip söyleyecek deli çıkmadı henüz, zira bunun doğruluğunu kabul etmek demek incil kitabının yalanlanması demek anlamına gelir ki, ikibuçuk milyarlık hristiyan dünyası için kaos anlamına gelir bu.
Her neyse, gelelim konuya.
Gülen gerçekte müslüman bile olmayabilir, zira ”Amentu de birlik” tezleri, diyalog adına Hz. Muhammed’siz ezanlar, Haçlı’ların o kadar da kötü olmadığı, onların gelişinden korkulmaması gerektiği, ve onların kadınımıza yaşlımıza dokunmayacağı sözleri bizzat Gülen’in ağzından yumurtlanmış bilgilerdir. Daha ne olmalı ki bu ağlayan adamın peşinden gitmekten vazgecesiniz?!!!
Bütün yollar Roma’ya çıkar hesabı, bu Ağlayan Gülen’in söyledikleri hep Vatikan’a çıkıyor. Yaptıklarını toplayın, çıkartın, çarpın bölün, olumlu bir yere varmıyor. Yıllarca himmet diye topladığı paraları nasıl kullandığı yeşil sermaye dediğimiz müslümanların parasının nasıl ve nerelere kanalize edildiğini hep birlikte ibretle görüyoruz, sistemin içinde yapılanlar bir bir anlatılıyor, abiler de ötüyor, ablalar da sözüm ona.Bu işe samimiyetle yaklaşanlar, dini duygularla yaklaşanlar gerçekleri gördü ve döndü, peki dönmeyenler kimler derseniz, benim tahminim, bu işin içinde yıllarca yer almış ve bu pislik sistemin içinden nemalanmış, faydalanmış kişiler. ”Haram lokma yemedik” diyenlerin aslında helal lokma yemediğini ibretle izliyoruz, çalınan sorular, gasbedilen haklar, ordudan ayrılması için baskılara, iftiralara maruz kalanlar ne hakkına giriyor birader?, iltimasla o koca koca makamlara getirdiğiniz küçücük insanlar ne hakkına giriyor acaba?
Türkiye’de girişilen darbe kalkışmasının arkasında feto terör örgütünün olduğu ayan beyan ortadadır artık, yabancılar, yerliler, eski fetoculer, yeni itirafçılar, abileri, ablaları, bu işin mağdurları, karşıtları, bu kuklanın sahipleri herkes ağız birliğiyle kabul ediyor ki bu kalkışma feto ve grubunun kalkışmasıdır, devlete meydan okumasıdır, ve gereken cevabı da almıştır. ”Merhamet etmeyene merhamet edilmez”. Eğer edilseydi, Ebu Cehiller’e de dualarımızda yer vermemiz gerekirdi, Yezid’lere, Nemrut’lara, Firavun’lara da dualarımızda yer vermemiz gerekirdi. Oysa Yezid’lere, Leheb’lere, Nemrut’lara, dua edilmez, ancak lanet okunur. Ve Ağlayan adam günümüzün Yezid’i dir, Nemrut’udur, Firanun’udur. Yaptıkları, ektiği düşmanlık tohumları, devletine meydan okuması, ihaneti onun bu lakapları almasında en büyük göstergesidir.
Konuyu şu fıkrayla kapatalım.
Gemi açık sularda batınca, herkes bir telaş bir koşuşturma, kimisi can simidini giyiyor, kimi tekneye binmekle meşgul, kimi kurtarmak için gelen botlara binip kendini kurtarma telaşında, bu esnada adamın biri gayet sakin orada duruyor, ne yelek giyiyor, ne bota biniyor.
Etrafındakiler neden kendini kurtarmak için çaba sarfetmediğini sorunca da diyorki;
Ben Allah’a dua ettim O, beni kurtaracak diyor, derken gemi tammen sulara gömülünce adam sularda çırpınmaya başlıyor, son bir gemi geliyor yardım için zaten geride pek kimse de kalmamış, fakat adam o gemiye de binmeyi reddeyiyor, diyor ki; ben dua ettim, Allah beni kurtaracak.
Ve…
Adam sularda bir süre sonra boğulup ölüyor. Öbür tarafta Rabbinin huzuruna çıkıyor, biraz da sitemkar.
Diyor ki; ey Rabbim, ben sana dua ettim beni kurtar diye, oysa sen beni kurtarmadın, bak boğuldum ve öldüm.
Kalın ve Rabbani bir ses işitiliyor;
Ey kulum, ben seni kurtarmak için, can simidi, yelek, tekne, üç tane sahil güvenlik, iki tane yolcu gemisi, bir tane yük gemisi gönderdim, ama sen bunların hiç birine binmedin diyor!!!
Kısaca hala bu ağlayan sümüklü adamın peşinden gidenler neyi bekliyor!, bunların nasıl bir şey görmesi gerekiyor ki bu adam yanlış adammış, deyip inatlarından vazgeçip, özgür benliğine kavuşsunlar!
Yazık, bu işi masumiyetle açıklamak yetmeyecektir, kime kulluk ettiğini bilmezsen şirk’e bulaşıp Ebu Leheb’lerin yanında yerini alırsın. Eğer bu ihanet sarmalının dişlilerinden biri değilsen, kolayca sıyrılır çıkarsın, seni bağlayan ne? Yok eğer bu çarkın bir dişlisiysen vay haline!!!
Ayhan Kılıç
ayhankilic@turkishnews.com
Edmonton/Kanada
[contact-form][contact-field label=’İsim’ type=’name’ required=’1’/][contact-field label=’E-Posta’ type=’email’ required=’1’/][contact-field label=’Web Sitesi’ type=’url’/][contact-field label=’Yorum’ type=’textarea’ required=’1’/][/contact-form]
Bir yanıt yazın