HAVA, SU, DOMATES, “T” İZİNLERİ VE KIBRIS-(2)
Geliyoruz, “Nereden çıktı şimdi bu?” dediğiniz şu domates meselesine…
Özadam geçen gün diyordu ki;
“Son birkaç haftadır eve domates girmiyordu…Çünkü markette satılanlar domatesten başka her şeye benziyordu Allah günah yazmasın!
7-8 TL’ye hilkat garibesine benzeyen domates satın almak insanın gücüne gidiyordu…Dün markete uğrayıp tezgahtaki domatesleri görünce gözlerime inanamadım! Meğerse ilgili kurumlar domates ithaline izin vermişler ve dün itibarıyla Türkiye’den domates getirilmeye başlamış.
Hem de aynı fiyata!
Market sahibi yanıma yaklaşıp kulağıma fısıldadı;
“Her domates isteyen müşteri bize kötü kötü bakıp geri gidiyordu” diye!
Belli ki şimdi o da epey rahat etmiş…”
Evet Kıbrıs’ın kuzey cânibi Temmuz-Ağustos aylarını yumruk kadar, şekilsiz, sapsarı/yemyeşil domateslerle geçirdi.
Revaçtaki “dedikodu”ya göre domatesin iyisi Rum tarafına gönderiliyordu, kötüsü önümüze atılıyordu.
Söz ekonomiye, “güneyin parası ve refahına” gelince yine H.M.Gürkan’a dönelim.
(“KIBRIS’IN SİSLİ GEÇMİŞİ”. Galeri Kültür. Lefkoşa 2008)
“Halkı tümüyle Türk olan Mağusa harap ve yoksul, bir Rum çoğunluğun oturduğu Maraş ise bakımlı ve varlıklıydı….Yabancı ziyaretçiler, Türk döneminde ilçe idarecilerinin (bile) bağlık bahçelik maraş’ta oturduklarını yazar”.
“Bu kent (Mağusa) vaktiyle düşmanın (Türklerin) sayısız saldırılarıyla kutsanmış bir yerdi. Ancak şimdi her iki cinsiyetten 500 kadar sefil Türk halkının oturduğu bir yerdir”.
(Yıl 1843.Mağusa’daki İngiliz Konsolosluk Temsilcisi Pietro Brunoni’nin raporu. age Sayfa 75-76)
2016 eksi 1843, eşittir 173 yıl…
173 yıl önceki kompleksimiz hiç değişmemiş ki yine her bayram, seyran; hâttâ 20 Temmuz, 1 Ağustos ve 15 Kasım gibi tatil günlerinde bile Metehan kapısında güneye, “Avrupa”ya doğru uzun kuyruklar oluşuyor.
Orası neden “Avrupa” da burası halâ “kırsal alan”?
Aynı coğrafyada, aynı ada üzerindeki bu sosyal farklılığın nedenleri üzerinde hiç düşündünüz mü?
Tembellik, “bana ne”cilik, “neme lâzım”cılık, “bana dokunmayan yılan” felsefesi; hangisi?
“Normal zaman”da farklı mıydı, daha mı “mamır”dı?
“74’de Ayşe tatile gelince böyle oldu” demeyin sakın, yukarıdaki örnekleri bir daha okuyun.
Richard Pococke 1738 yılını anlatıyor;
“Mağusa’nın yarım mil güneyinde bulunan Maraş dedikleri bir köye geldik. Burada kentin içinde oturmalarına izin verilmeyen Hristiyanlar yaşar… (İmparatorluğun herhangi bir yerinden) sürgün edilmedikçe hiçbir Hristiyan surlar içinde oturamaz… (Zorunlu hallerde) Bir Hristiyan’ın kente sadece yaya girmesine izin verilir”. (age. Sayfa 85-86-87)
Bu uygulama sadece Kıbrıs’a has değildi. İmparatorluk zamanında Türk’ten gayri azınlıklar at yahut arabaya binemezdi. O kadar ki; 1900’lü yılların başında Giresun Belediye Başkanı olan Yorgi, bu uygulamayı protesto bâbında işe eşekle giderdi. “Makam eşekli” fotoğrafı bile vardır.
1700-1800’lerde Rumlar, Türklerin kentine kente giremezdi ama 2004’de “kapılar açıldığında” kafileler halinde güneye goşturan kimlerdi?
Geliyoruz konunun en can alıcı bölümüne.
“Kıbrıs’ta Türklerin Rumlarla eşit temsil ve oy hakkı istemlerinin tarihi 1882 yılına dek gider. Çünkü bu yıl, Türkler için Kıbrıs’ta egemen unsur olma ayrıcalığını yitirmenin, eşit temsil ve oy hakkının da elden gitmek üzere olduğunun acıyla anlaşıldığı yıldır. İngilizler Kıbrıs’a bir anayasa vermişlerdi. Anayasa adada bir yasama meclisi kurulmasını, meclisteki Rum ve Türk üye sayısının 1881 sayımındaki oranlara göre olmasını öngörüyordu… Türkler bu orana şiddetle karşı çıktılar. Çünkü Türk döneminde 1840’lardan beri yürürlükte olan bir kural gereği meclislerde eşit temsil ediliyorlardı”. (age.S161)
Türkler şiddetle karşı çıkar ve zamanın müftüsü Asım Ahmet Efendi imzasıyla İngiliz Devlet Bakanı Lord Kimberley’e bir muhtıra gönderir; özetle “eşit temsiliyet hakkı” ister aksi takdirde “adayı terk edeceklerini” söylerler.
Sonucu, Gürkan’ın alıntı yaptığı C.V.J. Orr, “İngiliz İdaresi’nde Kıbrıs” (1918) adlı eserinde şöyle açıklar;
“Türk üyeleri Türklerin, Rum üyeleri de Rumların ayrı ayrı seçeceği bu meclise ilkin katılmayacaklarını söyleyen Türkler istedikleri eşit temsiliyet hakkı kendilerine verilmediği halde sonradan fikir değiştirerek katılacaklardı. Aynı şekilde istedikleri olmazsa adayı terk edeceklerini duyurdukları halde böyle bir şey de yapmayacaklardı”. (age.S 166)
“Önce muhtıra verip sonra da tükürdüğünü yalayıp hiçbir şey olmamış gibi dayatılan her şeyi kabullenmek”… ilkesi (!) 2016 eksi 1882 eşittir 134 yıl sonra günümüzde sürmekte olan mevcut görüşmelerde de “örnek” olmasın?
Muhataplarımız da sakın “Türkler böyledir, geçmişte de zaten böyleydi” taktiğini uyguluyor olmasınlar?
Bunca gürültü, toz duman içinde Kıbrıs kim verdiye/kim vurduya gitmesin?
Yahu, hiç kimse mi tarih okumuyor? 25 Ağustos 2016
Bir yanıt yazın