24 Ağustos 2016 Çarşamba
Medresenin Mektepten Rövanşı mı?..
Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
III.Mustafa cahil bir padişahtır. Ülkeyi, bugün “astrolog” denilen müneccimlere danışarak yönetmeye çalışmaktadır. Zamanın en güçlü devleti Prusya’nın savaşları kazanmasını, çok bilgili müneccimlere sahip olmasına bağlar. Bir elçi göndererek Prusya Kralı II.Frederick’ten üç müneccim ister. Kral elçiye tebessüm ederek bakar ve “benim üç münecimim var: 1. Güçlü bir ordu, 2. Güçlü bir ekonomi ve dolu bir hazine 3. Tarih okuyarak günü anlayıp geleceği öngörmek!” der. Sultan, Prusya Kralı’nın ne demek istediğin anlamaz ve “kefere yardım etmek istememiş!” diye düşünür.
Bir vesileyle, Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi olan amcasını ziyaret için İstanbul’a gelmiş bulunan, Baron de Tott ile tanışır. Baron de Tott’un kurmay subay olduğunu öğrenince ondan yararlanmak ister. “Osmanlı ordusunu inceleyerek kendisine bir rapor vermesini” rica eder.
İnceleme yapan Baron, “kullanılan silahların eski teknoloji ürünleri olduklarını” bildirir. “Ama daha önemlisi subaylarınız çok bilgisiz. Öncelikle onların eğitilmesi için bir okula gereksinim var” der. Sultan, “ medreselerimiz var. Subayları orada eğitiriz” der.
Bunun üzerine medreseleri inceleyen Baron, buraların cehalet yuvaları olduklarını görür ve durumu padişaha arz eder. Padişah kabul etmez, “gel birlikte gidelim. Orada, her şeyi bilen çok büyük alimlerimiz var” der. Birlikte bir medreseye giderler. Sultan, toplanmış olan müderrisleri göstererek Baron’dan “istediğine, istediğini sormasını” rica eder. Baron ortaya, “bir üçgenin iç açılarının toplamını” sorar. Herkes başını öne eğer, kimse Padişah ile göz göze gelmek istememektedir. Sonunda Medrese Emini bir yanıt vermek zorunda olduğunu anlar ve “üçgenine göre değişir, Sultanım” der. Baron’un “bunu Avrupa’da ilkokul öğrencilerinin bildiğini” söylemesi üzerine Padişah yeni bir okul açılmasını kabul eder.
Bu arada Çeşme Deniz Savaşı olur ve cahil subayların kumandasındaki Osmanlı Donanmasının, bir gemi hariç, tümü Ruslar tarafından yakılır. Bu faciadan gemisini kaçırarak kurtaran Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın, “Baltık Denizi’nden yola çıkmış olan Rus Donanması ile savaşmak için, Çeşme’de demirli olan gemilerin limandan çıkarılarak uygun bir yerde savaş durumuna geçilmesi” önerisi Kaptan-ı Derya tarafından kabul edilmemiştir. Çünkü O, “Baltık Denizi ile Akdeniz’in bağlantısı olmadığını, bu nedenle Rus Donanması’nın Çeşme’ye gelemeyeceğini” düşünmektedir.
Bu facia üzerine, öncelikle bahriyeli subayların eğitilmesine karar verilir ve Baron de Tott, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ile birlikte bir okul kurmakla görevlendirilir. Böylece Osmanlı’da çağdışı medreseler dışında, çağdaş bir eğitim verilen ilk öğretim kurumu olan ve daha sonra Deniz Harp Okulu adını alacak Mühendishane-i Bahri Hümayun, 1773’de açılır. Mühendis eğitiminin de başlangıcı olduğu için bu tarih, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin de kuruluş tarihi kabul edilmektedir.
Bunun ardından, daha sonra Kara Harp Okulu adını alacak olan Mühendishane-i Berri Hümayun açılır. Bu okullara öğrenci yetiştirmek üzere askeri ortaokul (rüştiye) ve liseler (idadi) açılır. Askerlerin tedavi ve bakımını yapacak bilgili hekimler yetiştirmek üzere Askeri Tıbbiye Mektebi (Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane) açılır. Daha sonra kurmay subaylar yetiştirmek üzere harp akademileri açılır. Okullar için Avrupa’dan öğretmenler getirtilir. Eğitim için Avrupa’ya öğrenci gönderilir. Bu şekilde modern bilimleri öğrenmiş, bilimsel bilgiye sahip subaylar yetiştirilmiştir. Balkan Savaşı’ndan sonra, eskinin kalıntısı alaylı subayların tümü atılarak ordu tamamen modernize edilmiştir. Bunun sonucunda, emperyalistlerin cenaze namazına hazırlandıkları Türk ulusu Çanakkale’de dirilmiş, Kurtuluş Savaşıyla da ayağa kalkmıştır.
Bilimsel öğretim verilen ilk eğitim kurumları askeri okullar olduğu için, Osmanlı’da yeniliklerin öncülüğünü askerler yapmışlardır. Askeri okullardan sonra sivil rüştiye ve idadiler ile hukuk, mülkiye ve tıp mektebi gibi sivil yükseköğretim okulları da açılmıştır. Bir üniversite açmak için II.Mahmut sonra gelen padişahlar 6 kararname çıkarmışlar fakat ulema gücünü kullanarak engel olmuştur. Ancak 1900’de, II.Abdülhamit Osmanlı’nın ilk ve tek üniversitesi Darülünun’u açabilmiştir.
Buna karşılık, üçgenin iç açıları toplamını bilmeyen müderrislerin hocalık yaptıkları medreselerde, ilim adı altında safsatalar öğretilmeye devam edilmiş; mensupları askerlik yapmadıkları için aynı zamanda asker kaçaklarının sığınağı olan, bu cehalet yuvaları gericiliğin odağı olmuşlardır.
Ulema ya da İlmiye Sınıfı denilen medrese hocaları toplumda o kadar güçlüdürler ki III.Mustafa’dan sonraki tüm padişahlar (II.Abdülhamit dahil), hem devleti hem de milleti sömüren medreseleri kapatmak istemiş ama güçleri yetmemiştir. Bu şekilde Osmanlı’da iki farklı eğitim sistemi ortaya çıkmıştır. Bu çağdışı eğitim kurumlarını kapatabilmek için büyük bir devrimciye gereksinim vardı. Bunu da Atatürk başarmış ve böylece eğitim birliği (tevhidi tedrisat) sağlanmıştır.
Hükümet çıkardığı KHK’lerle kökleri 18.yüzyıla giden askeri okulları kapatmış ve TSK’yı zayıflatacak düzenlemeler yapmıştır. Bu arada ilköğretimden üniversitelere kadar eğitim kurumları medreseleşmeye doğru giderken, bazı dinci vakıflar doğrudan medrese eğitimine başlamışlar ve bu yeni medreselerin öğrencileri, özel üniformalarıyla sokaklarda boy gösterir olmuşlardır. Bunlar 18.yüzyıl öncesine dönüş belirtileridir.
Biz yöneticilerimize Prusya Kralı II.Frederick’in üç münecimini anımsatalım! Ekonomi zaten zayıf; hazine borçla dolu. Tarihsel bilgi birikimi yok. Tarihe saygılı olanlar tarihsel kurumlara gözleri gibi bakarlar. Emperyalistlerin sufle ettiği yalan bilgileri derin tarih diye sunan, hatta paranoid şizofrenik (masallar uydurup buna kendisi de inanan deli) raporlular tarihçi kabul ediliyor. Bu nedenle tarihten ders alamıyor, günümüzü anlayamıyor ve geleceği öngöremiyoruz. Gözümüzün önünde, Irak ve Suriye’de yaşananları bile anlayamıyor, sığınmacı olarak yurdumuza yayılmış faciaları göremiyoruz. Bu faciaların doğurduğu canlı bombalar bile aklımızı başımıza getiremiyor!
Bunun üstüne bir de Ordu’yu zayıflatıp kışlaya siyaset sokulursa sonumuz Irak ve Suriye gibi olur. Senaryosunu emperyalistlerin yazdığı 15 Temmuz darbe girişiminin amacı zaten Ordu’yu çökertmekti. Adamlar Muavenet gemimizi batırarak, askerimizin başına çuval geçirerek ve Ergenekon/ Balyoz kumpaslarıyla adım adım buraya gelmişlerdi. Şimdi KHK’lerle biz onlara yardım mı ediyoruz?
Vatan Şairi Mehmet Akif, “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” demişti. Biz de “Allah bu ülkeye bir daha Balkan Savaşı faciası yaşatmasın!” diyelim.
Bir yanıt yazın